“Cennetin Anahtarları”nı nasıl kazandım? Aslında pek de zor olmadı. Nasıl yani? Ama kazandığımı iki İmam Efendi ayrı ayrı söyledi. Ne zaman mı kazandım? Dehheeey 1961-62 ders yılında! Nasıl oldu bu iş? Efendim şöyle oldu. En iyisi baştan anlatayım.
Çaycuma’da bir akşamüstü Gazinodan çıkmış, hızlı adımlarla eve doğru gidiyordum. Tam Belediyenin karşısındaki köşeyi dönerken birden İlköğretim Müdürü Muhittin Kılınçarslan ile karşılaştım. Bana “Ne yapıyorsun sen Hamit?” dedi. Ben de “Geziyorum” dedim. “Pazartesi bana uğra, seni bir okula gönderelim” dedi. Ben “Olur” dedim ve ayrıldık. “Ben okulda ne yapacaktım?” sorusu daha sonra kafama takılacaktı. Ama Pazartesi günü müdürlük yeri olan Barbaros İlkokulu’na gittim. Muhittin Bey, “Seni Aliköy’e vekil öğretmen olarak gönderelim, ne dersin?” deyince ben yine, “Olur” diye yanıtladım.
1961-62 ders yılıydı. Ben 19-20 yaşlarındayım.  Ağabeyim, “Gitmek istiyor musun?” diye sorunca, ben de “Giderim” dedim. Dedim ama Aliköy’ün nerde olduğunu da bilmiyordum doğrusu. Ağabeyimin berber dükkanında otururken, Araboğlu (Esenlik) köyünde öğretmenlik yapmakta olduğunu söyleyen bir genç, “Bizim köyün karşısında, beraber gideriz”, dedi. Ona da “Olur” dedik. Nihayet Pazartesi günü yürüme yola çıktık, Burunkaya üzerinden içeri girerek, önce Araboğlu köyüne gittik, sonra da ben yalnız Aliköy’e geçtim.
KÖYDE YAŞAMAK
İdari yetkili arkadaş, “Köy Odası”nda kalıyordu. Önümüz kıştı ve burası pek korunaklı değildi bana göre. Muhtara haber gönderdik, geldi ve derdimizi dinledi. Muhtarın önadı aklıma gelemedi, soyadı “Yiğit”ti. Ben boyda, kumral görünümlü ve Hatıpoğlu mahallesinde kalıyordu. Muhtarımız iyi adamdı, kafa dengiydi. Okulun hemen yanında yeni yapılmakta olan Kore Gazisi Satılmış Saki’nin evinin bir odasını ve abdestlik bölümünü süratle tamamlayıp, bizim kullanımımıza verdiler.
Okulumuz binasında iki derslik, bir de küçük idari oda vardı. Tuvaletler dışarıda idi. Benim dersliğimde 2., 3., 4. sınıf öğrencileri, öbür derslikte ise 1. ve 5. sınıf öğrencileri vardı. Burada durum bizim okuduğumuz okullara benzemiyordu. Bir derslikte 3 farklı sınıfın öğrencileri vardı. Aynı süre içinde bu 3 farklı sınıfla nasıl ders yapacağımı da öğrenmiştim. Ayrıca kendi ilkokul yıllarımdan aklımda kaldığıyla, merkez ve diğer okullarda gördüğüm “Mevsim Şeridi” ve “Tarih Şeridi” de yapmış sınıfıma asmıştım. Köy hayatına da uyum sağlamağa başlamıştım. Artık yolları da öğrenmiştim, Hatıpoğlu üzerinden her hafta sonu Çarşı’ya(Çaycuma), eve gidebiliyordum. Böylece arkadaşlarımı da görebiliyordum.
O yıllarda köy yolları yapılmamıştı. Her yere yayan/yürüme gidip geliyorduk. Elektrik yoktu, elektrikle açalışan araç-gereç de yoktu, gazyağı lambası ile aydınlanıyorduk. Bataryalı radyomuz da yoktu. Kuyu suyu kullanıyorduk. Evdeki ocaklarda odun yakarak ısınıyorduk, okulun ısınması da öyleydi. Ama ben işimi keyifle yapıyordum doğrusu.
ÖĞRETMEN ve İMAM
Sanıyorum Şubat tatili sonrasıydı. Ramazan ayı da yakındı. İdari yetkili arkadaş izinli olduğu için Okulda tek başıma idim. İki sınıfa da bakmak zorundaydım. Elimden geldiğince faydalı olmağa çalışıyordum çocuklara. Çarşamba günleri bir ders Müzik/Resim, bir ders Din Bilgisi yapılıyordu. Bir Din Bilgisi kitabımız vardı, konuları oradan işliyorduk. O gün aklıma esti. Kalkıp, köy imamının yanına gittim, öğretmen olduğumu söyledim. Çok şaşırdı, tereddüt içinde bana bakmağa başladı. Dedim ona ki, “İmam Efendi, bu gün okulda din dersini birlikte yapalım, ne dersin? Daha çok şaşırdı, gözleri irileşti. “Olur mu Efendim!” diye itiraz edecek oldu. Ben “Olur, olur. Haydi kalk bakalım!”. Köy Odasından çıktık birlikte okula doğru yürüdük. Öğretmen ve İmamın yanyana okula doğru yürümesi köylülerin de  dikkatini çekmişti ki şaşkınlıkla bize bakıyorlardı. Okula girdik. Ben öğrencileri bir sınıfa topladım. “Bu günkü Din Bilgisi dersini İmam Efendi ile birlikte vereceğiz” diye önbilgi verdim.
İmam Efendi idari odada idi. Ona, sınıfa girerken sarığını, cübbesini çıkarmasını söyledim. Kabul etti ve çıkardı. Çocuklarla onların anlayamıyacağı Arapça kelimelerle değil, her gün kullandığımız Türkçe ile konuşmasını istedim. Derste işlenecek konu gereği sadece, anne-babaya, büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterilmesi gerektiği, yardımlaşmanın faydalarını,  arkadaşlarıyla ve köydeki insanlarla iyi ilişkiler içinde olmalarını öğütlemesini, söyledim. Sonra sınıfa gittik. Çocuklara dersle ilgili kısa bir açıklama yaptım. Sonra kapıyı açık bırakarak çıktım, küçük odadan dinlemeğe başladım. İmam Efendi, kendisine çizilen çerçevede çocuklarla 30 dakika kadar konuştu, sohbet etti. Süre bittiğinde ben de sınıfa geldim ve dersi birlikte bitirdik. Küçük odada sarığını taktı, cübbesini giydi. Okulun bahçesine birkaç sıra çıkardık, sohbete başladık.
CENNETİN ANAHTARLARI
Ev sahibimiz Satılmış Saki’nin evinden ayranlar geldi. Üç-beş köylü de katıldı bize. İmam Efendi, bana onların yanında bir çok dua ile “Çok büyük sevaplar işlediğimi, Cennetin anahtarlarını hak ettiğimi” söyledi. Ben de “Yahu İmam Efendi, benim anahtara falan ihtiyacım yok, bu günkü Din  Bilgisi dersini birlikte yaptık, hepsi bu kadar.” dedim.
Okul bahçesinde sohbet koyulaşmıştı ki, bir başka imam uzaktan geçerken, okul önünde sarıklı imamı, öğretmeni, köylüleri görünce yolunu değiştirip, yelyepelek bize doğru gelmeğe başladı. Kimseye selam vermeden bizim İmam Efendiye “Hayırdır İmam Efendi, burada ne işin var?”.Bizim İmam gayet sakin, keyifli bir halde, “Bu Öğretmen Bey, bu gün beni okula çağırdı, çocuklara ders verdik.” dedi. Gelen İmam, “Yaa! Allah ondan razı olsun. Ne hayırlı işler yapmış, sevaplar işlemiş, cennetlik olmuştur artık. Mevlamız cennetin anahtarlarını hanesine koymuştur”. Daha bir sürü dua, kelam etti ve sonra ayrılıp yoluna gitti. Ben de bizim İmamı uğurladıktan sonra, köylülerle sohbete devam ettim bir süre daha..
Bizim İmam Cennetin bir kısım anahtarını vermişti. Gelen İmam da cennetin geri kalan anahtarlarını verince, ben de tam “Cennetlik” olmuştum herhalde! Bu yaptığımı Milli Eğitimden duysalardı ne derlerdi bilmiyorum. Ama herhangi bir durum olmadı.
Benim yolum daha uzundu; üniversite okuyacak, sonra para kazanacak, evlenecektim. Hayallerimiz böyleydi o zamanlar. Ama bizim İmam Efendilerin ağızlarına sağlık, sanki cennetin anahtarları kendi ellerindeymiş, istediklerine verme hakları varmış gibi beni de nasiplendirmişlerdi. İnşallah bunca zamandır Tanrı katında evraklara bir şey olmamıştır da bizim kayıtlar duruyordur!..  
 MİLLET- ÜMMET
Bu yaşadığımız dönemde aynı uygulamayı yapar mısın diye sorsalar cevabım “Hayır!” olur. Neden? Efendim o yıllarda öğretmenin, imamın, namazın, niyazın, ibadetin bir değeri vardı köylük yerde ve toplum içinde. Şimdi öyle mi ya? Bir defa yayınladığı fetvalarla toplumda farklı düşüncelere yol açan Diyanet işleri yöneticileri güvenilir, inanılır, sayılır din adamı kimliğini yitirmiş durumda görülüyor. Dinsel anlayışta izlenen yeni bir yorumla toplumun belli bir kesimini yönlendirebilme gücünü de kazanmış oluyorlar. Son fetvaları; kızlar 9, erkekler 12 yaşında evlenebilirmişler!. Bir yardım çağrısına katılanlara, cennetten bir eve tuğla konulması vaadinde bile bulunabiliyorlar. 60 yıl sonra bile bizim köy imamlarından pek farkları yok. İmamlar bana cennetin anahtarını vermişlerdi. Bunlar ise millete cennetten ev vaad edebilyor. Yani ırmak baştan bulanmıştır. Günümüzün bazı imamları da, kendilerini dinin değil, birtakım tarikatlerin, mezheplerin hizmet erbabı gibi görüyor. Artık toplum  da  bu “dinci yüklü ağırlığı” çekemez hale gelmiştir.
Ayrıca günümüzde okullara imam davet etmeğe de gerek yok. Okullarımız dinci vakıfların yol geçen hanına dönmüş gibidir. MEB’nin anlaşma yaptığı vakıfların, anokullarından başlayarak okullarımıza, öğrencilerimize çoktan el attığı yazılıp çiziliyor basında. Artık okullarımızda Anayasamızın “laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” tanımlamasına uygun yurttaşların oluşturduğumillet” değil, dinsel kurallarla yönetilen toplumlarda görüldüğü gibi bu yapıya zemin hazırlayan “ümmet” anlayışındaki dindar, kindar kişiler yetiştirilmesi sürecine girilmiştir. 
Oysa Anayasa’nın halen yürürlükte olan 24. maddesinde: “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandıramaz.” Oysa uygulamada bu yasa hükmünün tamamen tersi bir anlayışın sergilendiği, basında, tvlerde, sosyal medyada çeşitli örnekleri ile görülüyor.
Yine Anayasa’nın 42. maddesinde, “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” deniliyor. Yani eğitim sistemini din kurallarına dayandırırsanız anayasaya aykırı hareket etmiş olursunuz diyor Anayasa hükümleri..