“Hedef tahtasının tam ortasında kalmak ve aynı zamanda suça ortak olmak…”
“Beceriksizlerin hep bir bahanesi vardır ve hep kendilerini AK lama yöntemleri…”
Çıkmaz bir sokakta dönüp duran bir bedeviden farksız zaman ve yayık ayranı gibi çalkalanan içler acısı gündem.
Ülkenin dört bir yanındaki, özellikle de doğu kıyısındaki sınırlarda, ciddi mesai harcıyor yine bu gündem.
Adaletin, özgürlüğün, ekonominin, eğitimin boğazının sıkıldığı bu günlerde, kime, neye yetişeceğini şaşıran gündem, hayli yoğun, bi hayli yorgun yılgın bir de.
Kıtalar arası liderlerle istişare edilen bölgesel savaşların sıcaklığı, yakın coğrafya münasebetiyle evvela bize, bizim topraklarımıza, iç düzenimize sirayet ediyor ve bize bırakıyor yükünü. Tercihin ötesinde zorunlu kılıyor adeta.
Çekerinin olup olmaması önem arz etmiyor. Emir demiri kesiyor nihayetinde.
 Suriye başta olmak üzere, iç savaştan kendini kurtarmaya çabalayan herkesin, yani orta doğunun umut kapısı Türkiye sınır kapıları.
Terörle on yıllardır mücadele eden bir ülke olarak, kendini terör bataklığından kurtaramamış, yorgun bir coğrafya olarak, ateşin bir başka ucundan ama gönüllü ama zorunlu olarak tutmak zorunda kalıyorsunuz.
Çoğaldıkça kalabalıklaştıkça boğuluyorsunuz adeta doku tutmaz lığından.
Kendi iç meselelerimize bu denli burnunu sokan dış güçlerin, yaptırım uygulamadaki hevesleri günümüzde de iştahlarının arsızlığında başı çekiyor. Bağımlıysanız boyun eğiyorsunuz güce...
Çoktan beridir kendi içinde ve düşünce bazında birbirlerine karşı tehlikeli bir uçurum oluşturan ve zorunlu taraf olmaya her geçen gün daha çok itilen bölünmenin, bizlere çıkaracağı ağır faturaları, sanırım önümüzdeki yıllarda paşa paşa ödemek zorunda kalacağız. Nesiller ötesine vebal bırakmak bugün ki acizliğimizin getirisi ne yazık ki.
Sen, ben farkı olmaksızın, zamanla bir bedel ödeyeceğimiz şu gündemin sıcaklığında kaçınılmaz görünüyor.
Tarikatlar üzerinden şekillendirilmeye çalışılan bir coğrafyanın tamda merkezindeyiz. İnançların sömürüldüğü zaman dilimlerinden belki de en acımasızını yaşıyoruz. Yaşanan güne, çıkarlara göre  şekillendirilen inanç kalıpları, uçurumun kıyısında saf tutuyor.
İdeolojik ayrıştırmaların savaşını çoktan vermeye başladık bile. Kendi gibi düşünmeyeni ağızlar köpüre köpüre namlunun ucuna koyuyor gündem.
Bir güruhun altını oyduğuna, diğer taraf dolgu yapıyor. Ülkenin yüz yıllık gelenekselleşen değerleri yerinden sökülüyor, sadece rejim değil sallanan, birçok ahlaki ve insani değerlerde çoktan daracığında vicdanın.
Çok çarpıp durduk, eğriyle doğru arasındaki duvarlara. Akıl tutulması yaşadık, insanlığı kardeşliği gömdük ulu orta.
Deneyerek, yanılarak yol aralanmayacak en önemli, en özel şeyde, sessizliğimizle, sindirilmiş ligimizde kör sağır kol bağladık geleceğe. Yönümüzü yolumuzu sarstık çünkü sarsmalarına biz izin verdik.
Nasıl olur da imkânsız dediğimiz ne varsa, oldurdu kendini zamanın içinde. Bilim, ilim gölgesinde kaldı cehaletin. Denize, karaya, dağa taşa olta atanların oltasına hep istedikleri ganimet takılı kaldı. Kazandıkça haklı olmak hakkını buldular kendilerinde birileri. Bu kimi zaman ideolojik, kimi zamanda, belki çoğu zamanda, inançların gölgesiyle oldu.
Açık kapı bulunan her yerden içeri süzüldü kötülük.
Sonuçta insanlığın üzerine her gün toprak attık ama kürek kürek ama torba torba.
İşte bütün bu çıkmazlığın, aymazlığın tek bir suçlusu, tek bir hedefi vardı her seferinde şaşmayan.
İdeolojisi üzerinden CHP…
Nasıl olurdu, nasıl oluyordu da günah keçisi ilan edilen bir oluşum, bir emanet, silkelenemiyordu bunca iftiradan, bunca kirli ifşadan. Namlunun ucunda asılı kalmaktan nasıl kurtaramıyordu kendini.
Neden her söylemde, her eylemde en ağır faturayı CHP ye kesiyorlardı. Neden oltanın ucunda ki yem garantiliğine bir son verilemiyordu.
Aydın olmak, ışığı temsil etmeliyken, zihin karanlıklarını çoğaltan bir anlayışın önünü açan ve bu yolda, kendini anlatamayan aymazlığın kurbanlarını doğuruyordu şu çarpışan zaman.
Kendini, emanet aldığı ideolojiyle test ettiren bir oluşumun, acilen fabrika ayarlarına dönme zorunluluğu baş göstermiştir. Oltanın ucunda yem olmak, düzene hizmet etmenin bir başka gerçeğini kasteder. Hak verilmez alınır söylemi ise insanca yaşamanın şah damarıdır.
 Olta kendi demirbaşındır ve atalarından emanettir, yem olmak ise acizlik. Sınırları yüz yıllar öncesinden çizilmiş bir coğrafyada temel taşlar aslolandır. Bunu zaman yeniden yerine mutlaka koyacaktır ama bugün ama yarın ama seninle ama cesaret gösterebilenlerle..
Dağılmak, dağıtılmak, parçalanmak bölünmek kaybettirir. Kaybetmeye tahammülü yok bu coğrafyanın, bunu aman ha, sakın tecrübe etmeyelim.