Vatandaşlık bilinci denilen kavram ne yazık ki anlamını yitirdi… Bilinçsiz vatandaşlar bugünlerin ana teması. Kan değerlerine bakılmaksızın akın akın atalarımızın emeklerinin üstünde saltanat sürüyorlar, hem de öncelikli olarak. Taşına toprağın kurban olduğum ülkem evrim geçiriyor adeta.

Asimile edilmenin çaresizliğinden kurtulamadan bir de karşı çıkanın vay haline korkusuyla susuyor olmak yok mu, işte bunun utancı, bunun yüz kızarması sonradan sonradan vuracak bizi.

Nedenleri üzerinde düşünmekten bile aciz olduğumuzu sanırım ‘kanıksadık’ kelimesiyle açıklayabiliriz. Evet, dayatılan her şeyi kanıksadık.

Kendini, zihniyetini öyle ya da böyle kabul ettirmek bir başarımıdır, bunu da tartışacak ve çözümleyebilecek istekte değiliz görüyorsunuz. Güç otoriteleri yaratıyor artık zaman ve ona itaat eden sözüm ona çağdaş köleler.

Bununla birlikte kişileri ilah yapma hastalığı da baş gösterdi bu yüzyılda ve Tanrılar çoğalttık ilkel yaşam yıllarında tapılanlardan daha çok. Krallar ne zaman çıplak olmadı ki, bizler örttük üstlerini ipek gömleklerle vizon kürklerle.

Yaratının, yaratıcının varlığını ölümsüzlüğünü sorgular olduk adaletsizliğe çarpıp durduğumuz her an.

Köklerimizden bu yana kendi kendimizle hiç bu kadar çelişmemiştik.

Daha ne olsun: Sanal bir kimliği büründü ruhumuz özümüz kurudu yahu. DNA uyuşmazlığı yüzünden iç içe geçmek sorunda bırakıldıklarımız yüzünden her geçen gün biraz daha dibine doğru gömüyor bizi hayat.

Kadim atalarımızın eminim kemikleri sızlıyordur şu an. Oysa atalarımıza her cümlemizin başında biz demedik mi;  vatan ve değerlerimiz bize emanet, onları korumak kollamak asil görevimiz. Bu topraklar kutsal ve namus ağırlığında diye gururlandığımız günleri ne ara unuttuk.

Ne ala; dile kolay ama uygulamada beceriksiz olduğumuzla yüzleşmekten, sorumluluklarımızdan köşe bucak kaçmaktan dahası kolay sindirilmekten, tamda içinden geçmekte olduğumuz zamana geliverdik. Şu an kuru kuru şikâyet etmek işin kolayının başka bir yanı… Üzgünüm.

Damarlarımızda ki asil kanı işte böyle böyle kuruttuk iyi mi?

Zincir ne zaman nerde koptu hafızamız bunu bile unuttu. Ne ara uyumlandık düzenin düzensizliğine bunu da sorgulayamaz olduk. Çok konuşanın dilini lal,  gören gözünü ama eden bir sistemin elinde oyuncak olduk vesselam.

Bütün bunların yanı sıra asıl hayrete düşüren ve akıl tutulması gibi ince bir zihin hastalığına bizi yakalatan ne biliyor musunuz (?) aynı coğrafyada aynı sistemin içinde, onlar ve bizler ayrışımında koşulların kişiye göre pozisyon alıyor olması.

Yokluğun yoklukların karşısına var diye çıkanlara derdinizi anlatamamak var ya.

Bu da haliyle ikiye bölünen toplumun, sürekli yetki üstüne yetki alanlarca birbirine pas ettiği ve en vahimi de doğruyla yanlışı ters yüz ettiği aslında sistemsizliğin sistemmiş gibi kabullendirilmesi oluyor.

Taraf olanların sorgulamadan bel bağladıkları bu düzenin, taraf olmayanlarca da zaman içinde benimsenmesi ve seyre dalması daha ne kadar ürkütücü olabilir ki.

Atalarını dilde ilah yaparak miskinleşen toplumlar çok büyük bedeller ödemeyi de göze almaları gerektiğini hatırlasalar belki yüzleri kızarır, kim bilir belki vicdanları sızlardı.

Vatan kutsallığının bütün şifrelerini önümüze seren atalarımızı bu kadar üzmeye hakkımız var mı bunu da bir düşünelim. Dağıyla taşıyla üzerinde var edilen her şeyiyle emanetin manasına erişemediğimizden olsa gerek, kanımız çekiliyor her saniye.

Damarlarımızdaki o asil kanın son damlasını da kurutursak yazıklar olsun bize...

Kanı sulandıranlar var ya tahtlarında şimdi zafer nidaları atıyor. Bu reva mıdır peki…