Allah “Hiç kimsenin ötekine hiçbir faydasının dokunamayacağı, hiç kimseden ara buluculuğun kabul edilemeyeceği, hiç kimseden kurtarmalık bedeli alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım göremeyeceği günden sakının” (Bakara 48)  buyurmaktadır. Allah o gün hiç kimseye şike yapılamayacağını, kimsenin kimseye yardım edemeyeceğini, kimsenin kimseyi kurtaramayacağını üstüne basa basa ayetleri ile vurgulamaktadır. Kuran şefaat mantığını şiddetle reddeder. Bu ayette olduğu gibi aşağıda vereceğimiz ayetlerde de Allah şefaat olmayacağını kesin bir dil ile ifade etmektedir.

Şefaatin sözlük anlamı, “çift yapmak ikilemek” demektir. Genel anlamda şefaat dilemek,

 

İSRAİLİYAT MANTIĞI

Şefaat mantığı bir İsrailiyat hastalığıdır. Bu mantık İslam’a zamanla rivayet yollarıyla girmiştir. Toplumumuza bu bilgiler, klasik ve ilmihal kitaplarından ulaşmış ve birçoğu da hacısından, hocasından, ata ve dedesinden ulaşmışlardır.

Şefaat konusunda, önce Müslümanların yapmakta olduğunu, sonra Mekkeli müşriklerin ne şekilde uyguladığını anlatıp daha sonra da Kuran’ın bu konuda neler söylediğini ayetlerden örnek vererek göstermeye çalışalım. Müslüman halkın devamlı dilinden düşürmediği yardım dilemek, umut etmek anlamındaki şefaat,  cehennemden kurtarma mantığına dönüşmüştür. Müslümanlar; “Şefaat ya Resulallah” “Şefaat ya efendim” “Resullullah’ın yüzü suyu hürmetine” “Efendimin yüzü suyu hürmetine” vs. şeklinde yalvararak şefaat dilenmektedirler. Bu yapılan şefaatin anlamı: “Ya Resulallah, ahrette bize yardım eyle, bizim günahlarımızı affettir ve bizi cehennem azabından kurtar” diye istekte bulunmaktır.

 

Şefaat beklentisi sadece peygamberimizle sınırlı değildir. Tüm peygamberler, sahabeler veliler, şeyhler, şehitler,  kabirde yatan ismi duyulmamış zatlar, hafızlar vs. burada ismi aklımıza gelmeyip de sayamadığımız çok sayıda kişilerden de şefaat istenmektedir. Mesela bir Kuran hafızının kendini kurtardıktan sonra birkaç kişiyi de şefaat ederek cehennem ateşinden kurtarma yetkisine sahip olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca şunu da belirtelim; bu şefaat mantığında çok şaşırtıcı bir dururum da var. Şefaat edilen kişinin büyük günah işlemiş olması gerekmektedir.

 

MEKKE MÜŞRİKLERİNİN ŞEFAAT ANLAYIŞI

Şimdi de Mekke’deki müşriklerin şefaat anlayışlarına bakalım. Kuran inmeden önce müşrikler, tek Allah’a inanan,  Kâbe’yi tavaf eden, haccın gereklerini yerine getiren, oruç tutan, örflerine göre de namaz kılan kişilerdi. Fakat kendileri ile Allah arasında putları, velileri, yetkili aracılar olarak ilah konumuna çıkarmaktaydılar. Kuran, müşriklerin kullanmakta oldukları şefaat kavramını kullanmıştır. Yani onların yanlışlarını ortadan kaldırmak için, onların kullandıkları ‘şefaat’ kelimesiyle kendilerine hitap ederek bu mantığı reddetmiştir. Hatta Kuran onların yapmış oldukları yanlışlara değinirkenbazı konularına da hiç değinmemiştir.

 

 KUR’ANDAN ŞEFAT AYETLER.

Kuran’da birçok yerde şefaat kelimesi geçmektedir. Biz iki ayeti ile yetinelim. Kuran’da şefaat kelimesinin geçmesi, Kuran’a göre ‘şefaat vardır’ anlamına gelmez. Kuran’ın ayetleri kendi kendilerini açıklar, tefsir eder ap açıktır.Kuran da tüm şefaat geçen ayetleri bir araya getirerek onu öğrenmek gerekir. Yoksa bir kişi şefaat mantığıyla yahutta rivayet kaynaklı bilgilerle ön kabulle Kurana yaklaşırsa tabi gerçeği anlayamayacak ve yine kendi arzu ettiği mantıkla geri dönüp Kuranda şefaat yazmaktadır diyecektir.

Kuran kendi ayetleriyle tefsir edilerek doğrulara ulaştırır. Çünkü Kuran bir ayette başka, bir diğer ayette başka bir şey söylemez. Yani Kuran’da çelişki yoktur,kendi sözünü başka bir ayette çürütmez açar.

  “Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. O’nun izni olmaksızın kimmiş ara buluculuk yapacak? O, olan biten her şeyi bilir” buyrulmaktadır. (Bakara 255)

 

Yani ayet müşrikleri ahrette kurtaracak kişilerin varlığını ve onların söz sahibi olacaklarını iddia edenlerden bahseder. Şefaat mantığını ortadan kaldırmak için onlara meydan okur.  O gün söz ve hüküm Allah’ındır.

Bir başka ayette de, “Ondan başka tanrılaşarak, yalvarıp durdukları şeyler arabuluculuk yapamazlar. Sadece bilerek gerçeğe tanıklık eden kimseler hariç” (Zuhruf süresi 86)

 

Yani Allah o gün torpile hiç müsaade etmeyecek, şayet birilerine konuşma izni verilirse o zaman da onlar gerçeği, doğruyu, dürüstü, hakkı söyleyecek, yani Allah’ın razı olacağı şekilde konuşacaklardır. Yoksa Allah’ın razı olmayacağı şike, torpil, adam kayırma gibi yanlış şeyleri konuşamayacaklardır. Kim Allah’ın razı olmayacağı şekilde konuşabilir ki?Çünkü Allah adaletlilerin adaletlisi olduğunu vurgusunu yaparken ondan torpıl şike beklemek hangi akla uygun düşerki!

Kuran’ın şefaat etmeyeceği anlaşılırken neden bu mantık bizlerde oluşmuş? Çünkü Kuran’ı kendi kendini tefsir ettiği anlayışı bırakılarak onu anlamak için rivayet kaynaklarıyla tefsir yapıldı. Yani Kuran rivayetlerin dediği gibi anlaşıldı.

Görülmektedir ki doğru bildiğimiz şefaat anlayışımız Kuran ölçeğine uymamaktadır.