Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz perşembe günü Alman Parlamentosunda ''Ermeni Soykırım Tasarısı'' oylanarak kabul edildi. Üstelik bu tasarının mimarı Yozgatlı bir Türk olan Alman Yeşiller Partisinin eş başkanı Cem Özdemir idi. Ayrıca,bu konuda bizi kınayanın 2.Dünya savaşında 6 milyon Yahudiyi gaz fırınlarında yakarak sabun fabrikalarına gönderen Almanya olması da çok manidardır. 
   Bu konuda ulusal ve sosyal medyada bir çok şey yazıldı çizildi ama ben farklı şeyler söylemeye çalışacağım.
   Aslında bu sonuç son yıllarda dış politikada yapılan hatalar zincirinin son halkasıdır. Diğer halkaları irdelemeden önce soykırım tasarısını kabul eden Almanya ile ilişkilerimizin tarihçesini masaya yatırmadan geçemeyeceğim.
   Siz bizim resmi tarihimize pek itibar etmeyin. Zira hamasetle doludur. Örneğin, Ermeni tehciri olayının yaşandığı yıllarda Osmanlı ordusunu Alman subayların yönettiğini sokaktaki vatandaşlardan ne kadarı biliyor? Tarafsız tarihler Alman subay sayısının 40.000 olduğunu söylüyor. Bunun yarısı bile doğru olsa yine de büyük rakam. Yine, 1915 yılında Gelibolu ve Çanakkale Boğazını savunan 5. Ordu komutanının bir Alman generali olan Otto Liman Von Sanders olduğunu kaç Türk biliyor? 
   Bir Osmanlı paşası olan bu general, 1918 yılında Sina ve Filistin cepheleri sırasında Yıldırım Ordular Grubu komutanlığına atanmış ve bu savaşlardaki başarısından ötürü mareşal unvanını da almıştır. Bu arada, Mustafa Kemal'in onun emrinde gözde bir subay olduğunu da hatırlatalım. Ayrıca, hiç gocunmadan, Çanakkale zaferinin baş komutanı olduğunu da unutmayalım. Yani, bu zaferi bazılarının söylediği gibi ak sakallı ermişlerin değil; Mustafa Kemal'in yanında Alman subayları sayesinde kazandık. 250.000 şehit verilen bir savaşın zafer olup olmadığı da, bana göre düşünülmeye değerdir!  Eğer zaferse de Pirus zaferidir.
   Peki, Osmanlı neden bu yıllarda Almanların kucağına düştü?
   Tarihi hatırlayalım: Osmanlıların çöküşü 19. yüzyılda hızlanmıştı ve imparatorluk sürekli toprak kaybediyordu. 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı ordusu ağır bir yenilgiye uğramıştı. Ruslar batıda, o zamanki ismiyle Ayastefanos olan Yeşilköy'e kadar gelmişlerdi. Doğuda ise Erzurum'a kadar ilerlemişlerdi. Sonuçta Osmanlılar Rusya ile çok ağır şartlar içeren 'Ayastefanos Antlaşmasını imzalamak zorunda kalmışlardı. 
   Bu durumun sürdürülemez olduğunu ve tek başlarına kalırlarsa yok olacaklarını anlayan Osmanlılar; Rusların Osmanlı topraklarını işgalinden rahatsız olan Almanlarla iş birliğine girdiler. Tabiri caizse, onlara sığındılar. Özellikle, o sıralarda devletin gücünü elinde tutan İttihat Ve Terakki yöneticileri Alman hayranı idiler. Bu nedenle İttihat Ve Terakkicilerin üç önemli lideri olan Enver, Talat ve Cemil paşalar 1. Dünya Savaşında Osmanlı ordusunu Almanların müttefiki olarak savaşa soktular. Daha doğrusu tehlikeli bir maceraya soktular. Tabii ki biliyorsunuz; bu savaş Almanların olduğu kadar Osmanlıların da ağır yenilgisi ile bitti.
   Tabii ki Almanlar Osmanlılara yardımı onları çok sevdikleri için yapmıyorlardı. Osmanlı topraklarında onların da gözü vardı. Doğuya açılmak ve özellikle Ortadoğu petrollerini ele geçirmek istiyorlardı. İşte bu yüzden de Osmanlı topraklarının Rusların eline geçmesini istemiyorlardı.
   Osmanlı-Alman ilişkilerine neden bu kadar yer verdim? Sizin de gördüğünüz gibi; Ermeni tehciri sırasında Osmanlı ordularını Alman subaylar yönetiyordu ve Osmanlıların ipleri Almanların elinde idi. O zaman, sormazlar mı adama; eğer bu tehcir olayında soykırım da  varsa bundan Almanlar da sorumlu değil midir? Hiç kimse bunu dile getirmiyor. Bari ben getireyim istedim.
   Kısacası Almanlar bizi bu konuda kınayabilecek en son millettir.
   Peki, hırsızın hiç mi suçu yok. Yani Türkiye'nin hataları yok mu? Tabii ki var. Hem de hem iç politikada hem de dış politikada.
   İç politikada siz antidemokratik ve dinci bir ülke olmaya doğru gidiyor imajı verirseniz diğer ülkeler bundan ürker. İkide bir ''nüfusun yüzde doksan dokuzu Müslüman'' edebiyatı yaparsanız ve diğer dinlere, hatta Sünnilerden başka diğer Müslümanlara bile saygı göstermeyip dışlarsanız; diğer dinlerden olanlar ve özellikle Hristiyanlar buna tepki koyar. Üstelik diğer dinlerden olan insanlara ''gavur'' derseniz ve bunları sürekli düşman bellerseniz o zaman onlar da gerçekten düşman olmaya başlarlar. 
   Müslümanlar başta Almanya'da olmak üzere Avrupa'da binlerce cami yaparken, Türkiye'de bırakın yeni sinagog veya kilise yapımını; mevcutlar bile yok etmeye çalışılırken diğer dinlerden olan hiç bir millet buna sempati ile bakamaz. Hem ''Müslümanlık hoşgörü dinidir'' diyeceksin hemde hiç hoşgörülü davranmayacaksın; bu iki yüzlülüğün de kimse farkında değil sanacaksın. Başkaları aptal değil.
   Ayrıca, küçümsemek için söylemiyorum ama,1453 yılında Fatih'in kuşattığı sırada, nüfusu çoğu çocuk ve kadın olmak üzere  50.000'e kadar düşmüş olan Bizanslılar, surlar içinde kalan 35-40 kilometrekarelik bir alana, yani bizim Çaycuma'nın merkezi kadar bir alana sıkışmış durumda idiler. Üstelik Osmanlı ordusu içinde çok sayıda Rum bulunurken Bizanslıların safında bir Osmanlı şehzadesi bile vardı. Hal böyle iken, bu durumdaki Bizanslıları yenerek İstanbul'un fethedilişini  dünyanın gözünün içine soka adeta nispet yapar gibi çok abartılı ve görkemli törenlerle kutlamak, özellikle Avrupalılar tarafından düşmanca bir gösteri olarak algılanmıştır.
   Diğer bir örnek daha vereyim: Osmanlılar her cephede yenilirken kazanılan bir tek zafer olan Kut'ül Amare zaferinin duırup dururken ön plana çıkarılması ve abartılarak devlet törenleri ile kutlanması ve bu sebeple  İngilizler'in aşağılanması hiç hoş olmamıştır. Türk tarihinde zaferle sonuçlanmış bir çok büyük meydan savaşları varken neden bu sıradan savaş seçilmiştir? Buna bazı anlamlar yüklenilmektedir. 
   Biz Avrupa'dan, Balkanlardan, Kuzey Afrika'dan ve tüm Arap coğrafyasından çekilirken; zaferler kazana kazana mı çekildik? Bizim yüzlerce yenilgimiz de yok mu? Peki,bizi yenen devletler bu zaferlerini ''biz Türkleri şöyle yendik, böyle yendik'' diye ve bizi aşağılarcasına kutlamalar yapsalar; hoşumuza gider mi? Biraz empati lütfen! Gereksiz yere antipati toplamak dış politikada hiç de akıllı bir davranış değildir.
   Dış politika deyince; tam bir fiyasko. Dış politika deneyimli hariciyecilerin elinden alınmış ve üstelik fikirleri bile dikkate alınmamıştır.  Kerameti kendinden menkul politikacılar her şeyi ben bilirim edasıyla dış politikayı yürütmeye kalkmışlar ve sonuçta Türkiyeyi, kendi deyimleri ile, ''değerli yalnızlık'' pozisyonuna düşürmüşlerdir.
   Uluslararası ilişkilerde duygusallığa yer yoktur. Her şey çıkarlara dayalıdır. Nitekim bir Türk olan Cem Özdemir'in bile bize karşı olması bu tezimi doğrulamaktadır. Ayrıca,tezlerin savunulması, güç ve taraftar toplama ve çıkar paylaşımı gibi konular bir lobi meselesidir. Dış dünyada kuvvetli lobiniz varsa dostunuz da çok olacak demektir. Ama yoksa tersi de geçerlidir.
    Ermeni tehcirinin üzerinden 101 sene geçmiştir. Bu kadar senede özellikle Avrupa ülkelerinde bu konu gündeme gelmemişken şimdi neden yağmur gibi gelmektedir? Tabii ki yukarıda anlattığım antipatik tutum ve davranışların etkisi çoktur. Ama asıl neden nedir biliyor musunuz? Yahudi lobisini küstürülmesi!
    İtiraf edelim ki dış dünyada Türk lobisinin esamesi bile okunmaz. Dünyada toplam nüfusu 12 milyondan fazla olmayan Ermeni lobisi bile bizimkinden güçlüdür.
    Buna karşılık Yahudi lobisi ise çok güçlüdür. 1492-1495 yılları arasında en son sığındıkları Portekiz ve İspanya'dan da kovulan Yahudilerin, büyük bir kısmına-ki bunlara Sefarad Yahudileri denir- kucak açtığı için Yahudiler Osmanlılara ve Türklere hep sempati ile bakmışlardır. Bu yüzden Osmanlı devletine hep sadık kalmışlar ve devletin başta ticaret ve sanayisinin lokomotifi olmuşlardır. Ayrıca, ilimde ve tıpta başı çekerek önemli hizmetler yapmışlardır. Cumhuriyet devrinde de önemli hizmetlerde bulunmuşlar ve  güçlü lobileri ile dış politikada hep bizi desteklemişlerdir. Özellikle, diğer devletler tarafından  Ermeni soykırımının kabul edilmemesi yönünde yıllarca bizim tezlerimizi desteklemişlerdir. Bu sayede, uzun yıllar hiç bir devlet Ermeni tehcirini soykırım olarak kabul edememiştir.
   Fakat biz bunlar Müslümandır diye bize kötülükten başka hiç bir faydası olmayan Araplar yüzünden İsrail ile papaz olduk. Bu yüzden Yahudi lobisi de bizden desteğini çekti.
   Yazı yine uzadığı için dış politikadaki diğer önemli yanlışları da özetleyeyim.
   En büyük yanlış Suriye politikasında yapıldı. Diğer bir devletin iç işlerine karıştık. Bu yüzden Rusları bile kendimize düşman ettik. Müslüman dünyanın lideri olacağız derken Suudi Arabistan ve Katar dışında Müslüman dostumuz kalmadı. Onlar da dış politikada bize ne kadar faydalı olabilirler veya kendilerine ne kadar güvenilebilir konusu da tartışmalıdır.
   Gördüğünüz gibi; tüm bunlar dış politikamızın iflas ettiğinin göstergesidir. Şimdi yapılacak şey süratle bu yanlış politika terk edilmeli ve dost kazanmaya çalışılmalıdır. Nitekim, ''Bir musibet bin nasihatten evladır'' ata sözünde olduğu gibi, bu konuda ders alındığını gösteren iyi işaretler görülmeye başlanmıştır. Bunun en belirgin göstergesi hükumet değişikliğidir.
   Türk halkı, Ahmet Davutoğlu'nun görevden alınma sebebi olarak Cumhurbaşkanı ile iyi anlaşamadığını düşünrmektedir. Ama bana göre asıl sebep dış politikada manevra yapabilme gerekçesine sahip olabilmektir. İsterseniz bunu biraz açayım.
   Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta askerin gücünün kırılması olmak üzere bir çok operasyonu Fethullahçılara yaptırdı ve onlarla işi bitince kötü yapılan her şeyi onlara yükleyerek günah keçisi yaptı. Bu sayede kendisini  bu  işlerden sıyırdı. Davutoğlu operasyonu da buna benzer bir şeydir. Cumhurbaşkanı, ''Stratejik derinlik'' ve ''değerli yalnızlık'' gibi absürt politikaların mucidi olan, ''Bir hafta içinde Şam'da Emevi Camisinde namaz kılacağız'' deyip Türkiyeyi Ortadoğu bataklığına sokan; üstelik Rus uçağını düşürtüp Rusyayı bize düşman eden Davutoğlu'ndan böylece kurtulmuş oldu.
   Şimdi rahat rahat dış politikadaki hataları Davutoğlu'na yükleyip, örneğin Rusya ile tekrar dost olabilir. Suriye politikalarında değişiklik yapabilir. Nitekim yeni başbakan Binali Yıldırım ''dostlarımızı çoğaltmaya bakacağız'' diyerek bunları dillendirmeye bile başladı.
   Yakında dış politikada çok keskin manevralar görürseniz şaşırmayın, derim!..