Bir zamanların ünlü gazetecisi ve politikacısı, Ahmet ve Mehmet Altan'ın da babası Çetin Altan'ı pek sevmezdim. Ama onun iki lafı var ki çok kullanırım. Onlardan biri; ''Türkiye'de siyasi partiler devlet rantından pay kapma örgütleri haline gelmişlerdir!'' sözüdür. Bu sözü çok beğenirim çünkü aynen katılırım!  Diğeri de bizim bu gün üstünde duracağımız ''Enseyi karartmayalım!'' sözüdür.
   Önceleri bu enseyi karartma metaforunun ne anlama geldiğini bilmezdim. Sonra merak edip öğrendim tabii ki: ''Umutsuzluğa kapılıp başınız önünde yürürseniz güneş ensenizi karartır.'' demekmiş.
   Yani Çetin Altan demek istiyordu ki,''Asla umutsuzluğa kapılmayın; her zaman başınızı dik tutun!'' Peki bu sözü neden  sık sık tekrar ediyordu? Çünkü onun mücadele ettiği yıllarda da halkın önemli bir kesiminde karamsarlık ve umutsuzluk vardı. Tıpkı şimdi olduğu gibi!
   Gerçekten de halkımızın önemli bir kısmı son yıllarda enseyi karartma günleri yaşıyor. ''Önemli bir kısmı'' diyorum çünkü gidişattan memnun olanlar da var. Onlara da geleceğim elbette.. 
   Peki nedir ensemizin kararmasına sebep olan şeyler? Çok şey sayabiliriz aslında.. Örneğin, ekonomik sıkıntılar.. İşsizlik almış başını gidiyor.. Özellikle genç nüfusun neredeyse yarısı işsiz.. Çalışanların maaşları ise insanca yaşamak için yetersiz.. Üretici köylüler şehre inmiş varoşlarda yaşam mücadelesi veriyor.. Nüfusları % 5'e kadar düşmüş durumda.. Bu yüzden üretim düşmüş saman dahi ithal edilmek zorunda.. Yeni fabrikalar açılmadığı gibi eski fabrikalar satılıyor veya kapatılıyor.. Tüm bunların sonucunda pahalılık azmış gidiyor..
   İçeride laik düzeni yıkıp Türkiye’yi din devletine çevirme faaliyetleri, kadın cinayetleri, yargının iktidar emrine girmesi ve bunun sonucu hukuksuzluk, yandaş kayırma, eğitimde yozlaşma ve geriye gidişlik gibi konular.. Dış politikada ise sıfır düşmandan sıfır dosta geçiş, herkesle kavga politikası, ve bu yüzden ''değerli!'' dedikleri yalnızlık..
   Elbetteki tüm bunlar ensenin kararmasına sebep olabilecek olumsuzluklar.
   Böyle bir tablodan mutlu olanlar da var demiştim. Peki kim bunlar? Tabii ki başta, Çetin Altan'ın dediği devlet rantından payı kapma imkanını yakalamış olanlar! Ve bunların yandaşları.. Türkiyeyi Darülharp (şeriatla yönetilmeyen kafir ülke) ilan edip buradan çaldıklarına harp ganimeti kılıfı uyduran, yani helal sayan tarikatlar ve dinciler.. Ha bir de dincilerin '' Bu dünyada eziyet çeken öbür dünyada cennete gider. Allah sabrınızı sınıyor!'' laflarına inanarak fakirliği kader olarak kabul eden beyinleri yıkanmış cahil kesim..
   Şimdi diyeceksiniz ki ''Bu kadar karamsar bir tabloda enseyi karartmayalım da ne yapalım?'' İşte şimdi oraya geleceğiz.. Ama Polyannacılık oynamayacağız; somut gerçeklerden hareket edeceğiz.. 
   Referansımız Atatürk'ün ilke ve inkılapları.. Bir düşünün İstiklal Savaşının yapıldığı yıllardaki şartları.. Bunu size anlatacak değilim zaten biliyorsunuz. O şartlarda bile bir mucize yaratılmadı mı? O günlerde Ortaçağ şartlarında yaşayan insanlarımız bu ilke ve inkılaplar sayesinde bu gün modern dünya ile entegrasyona girmedi mi? Daha 50 sene önce ''toplu iğne bile üretilemiyor.'' denilen bu ülke, yukarıda saydığımız olumsuzluklara rağmen birçok konuda dünya ile rekabete girmiyor mu? Ben 50 senedir yurt dışına gidip geliyorum. 50 sene önce Avrupa'ya gittiğimde utanarak dönerdim, şimdi ise aradaki farkın kapanmak üzere olduğunu görüyorum. Kafa farkı da kapandığında bu iş tamam olacak!
   60 sene önce uyuyan ve bu gün uyanan bir insan farz edin: Acaba gözlerine inanabilir miydi? Örneğin, akıllı telefonlarınızı, bilgisayarlarınızı veya son model arabalarınızı görünce ne düşünürdü? Final maçında bir zamanlar hayal dahi edemediğimiz Almanyayı yenerek Avrupa şampiyonu olan Filenin Sultanlarının Türk olduğuna ikna edebilir miydiniz kendisini? Hiç sanmıyorum!
   Demem o ki, bu millet her şeye rağmen gerçekleri görüyor. Artık eskisi kadar başkasına inanmıyor çünkü kendisi gözüyle görmeye başlıyor. Bu sayede yolunu bulabiliyor. Biliyorsunuz ''Su akar yolunu bulur.'' diye bir söz vardır. Akan su zaman zaman önüne engel çıksa da bir süre orada birikir ve sonunda engeli aşar; sel olur, sonunda denize ulaşır.
   Bu ilerlemenin sırrı ve anahtarı eğitimdir. Kalite felsefesinde altını çizdiğim cümlelerden biri de şudur: ''Kaliteli işler kaliteli insanlardan çıkar. Kalitesiz insanlardan kaliteli işler beklemek aptallıktır!'' (gerçi biz bu aptallığı halen yapıyoruz ya!) Peki kaliteli insan kimdir? Dürüstlük, çalışkanlık v.s gibi bir çok kriter sayabilirsiniz ama bu kriterlerin içinde ''eğitim'' olmazsa olmazıdır. Eğitimsiz bir insan başka yüzlerce kritere sahip olsa bile kaliteli sayılamaz.
    Bir zamanlar çok fakir ve cahil olan Finlandiyalıların bu gün, sadece eğitim sayesinde nasıl dünyanın en zengin ve demokratik ülkesi haline geldiğini, Atatürk'ün de çok beğenerek okullarda okutulmasını istediği ''Beyaz Zambaklar Ülkesinde'' isimli kitaptan öğrenebilirsiniz.
   Eğitim deyince sadece okullar akla gelmemeli. Aslında eğitim ana kucağında başlar. Zaten bu yüzden yobazlar kadınların eğitimli olmasını istemezler. Çünkü eğitimsiz bir ana çocuğuna da iyi bir eğitim veremez. Ayrıca, anası köle olan çocukların da köleliğe müsait yetiştiği gerçeğini de unutmayınız!
   Eğitilmiş bir toplumun talepleri karşısında hiçbir iktidar duramaz. Bu yüzden iktidarlar eğitimli bir toplumu istemezler. Ama çağımızda onların artık korkulu bir rüyası var. O da çok gelişmiş bir teknolojinin ürünü olan müthiş bir iletişim sektörü! Bilginin anında yayılmasını ve paylaşımını sağlayarak insanları bilgilendiren, yani aydınlatan, yani eğiten sektör!..
   Akıllı cep telefonları ile sürekli ilgilenen insanları eleştiriyoruz ya; eleştirmeyin! Çünkü oradan bilgi akıyor, ve insanlar ister istemez bu bilgileri alıyor ve özümsüyor. Bu telefonlar sayesinde dağdaki çobanla şehirdeki insan aynı anda anlık bilgileri alıyor ve paylaşıyor. Böylece müthiş bir sosyal medya ağı oluşuyor. O yüzden onlara cep telefonu deyip geçmeyelim. Çünkü onlar insanları aydınlatan birer aydınlatma aracıdır! 
   Belki tuhafınıza gidecek ama, geleceğimiz açısından ben işte bu sosyal medya ağına çok güveniyorum. Çünkü iktidarlar istese de istemese de sosyal medya insanları eğitiyor. Çoğu kişi henüz farkında olmayabilir ama Türk halkı derinden derine kendi kendini eğitiyor. Eğitimli bir toplumun tüm sorunlarını çözebileceği gerçeği ise yadsınamaz. 
   Bu yüzden, güzel günler yakındır. Sakın moralinizi bozup da enseyi karartmayın!