Aslında literatürümüzde ''Eşekten düşme sendromu'' diye bir kavram olduğunu duymadım. Ama Türkçe'mizi zenginleştirmek açısından bunu da ben uydurdum diyelim!
   Peki nedir bu sendrom?
   Bilirsiniz üst düzey yöneticiler, politikacılar ve özellikle paşalar rütbelerinden sıyrılıp halkın arasına karışınca; hele makam arabalarından da inince sokaktaki yaşama uyum göstermede, en azından bir süre sıkıntı çekerler. Bu zevata fakirleşmiş zenginleri de dahil edebilirsiniz.
   İşte ben buna ''eşekten düşme sendromu'' diyorum!
   Ama Türkçe'mizde ''eşekten düşen karpuza dönmek'' diye bir deyim vardır. Ummadığı bir anda kötü bir durumla karşılaşan ve buna şaşırıp kalan insanlar için söylenir.
   Peki, at eşekten çok daha yüksek bir hayvan olduğu halde; neden attan düşme değil de, eşekten düşme sendromu diyorum? Çünkü eşekten düşme daha tehlikelidir de ondan! Neden daha tehlikeli onu da söyleyeyim: Atlar sadık hayvanlardır. Sahibini korurlar. Binici üstünden düştüğünde üstüne basmazlar. Hemen dururlar ve binicinin tekrar binmesini beklerler. Nitekim attan düşen devlet büyüklerimiz vardır ama hiç bir zarar görmemişlerdir! Ama eşekler atın tersine bir davranış gösterirler. Hatta düşene bir de çifte atarak bunu pekiştirirler!
   Eşekten düşme sendromunu yoğun yaşayanlar genellikle hak etmedikleri makama gelip de sonradan bu makamdan düşenlerdir. Bizim millet Osmanlılar zamanında köylü ve çoban olduğu için, Cumhuriyet döneminde koltuklara gelmeye başlayınca kendisini koltukla özdeşleştirme yanılgısına kapılmıştır. Bu nedenle koltuk ve makam gidince itibar da gitmekte olduğundan kendisini sudan çıkmış balık gibi hissetmektedir. 
   Halbuki şu özlü sözü unutmamalıdır: ''Hangi koltuğa oturursanız oturun; yine kendi kıçınızın üstüne oturacaksınız!'' Buradan çıkan ders: Değerli olan koltuk değil, insanın kendi değeridir. Ama kendine güveni olmayan ve o koltuğa hakkıyla gelmediğini bilen insan koltuk gidince, kendini değersiz hissettiği için rahatsız olur.
   Bu yüzden, eşekten düşme sendromuna yakalananlar genellikle kültür seviyesi düşük toplumlardan çıkar. Örneğin, geçen sene  ülkemizi THY'nin tarifeli uçağı ile gelerek ziyaret eden, dünyanın en kültürlü ve zengin ülkelerinden biri olan Finlandiya'nın Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö makamdan gidince bu sendromu yaşamaz. Ama gezilerine lüks uçak filoları ile giden; ve hatta cuma namazlarına bile devletin resmi araba konvoyları ile giden bizim yöneticiler makamdan bir giderse vay hallerine!
   İngiliz yazar David Herbert Lawrence şunu diyor: Hiçbir şey için ''benimdir'' deme. Yalnızca ''şimdilik benimle'' de. Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili, ne eş, ne yaşam, ne ölüm, ne huzur, ne de keder her zaman seninle kalmaz.
   Bu sözü sadece yeterli kültür seviyesi olan ve olgunlaşmış kişiler değerlendirebilir. Cahillerin böyle bir yetisi yoktur. O nedenle eşekten düşme sendromunu yoğun yaşarlar.
   Bir konferans için İstanbul'a gelen eski bir bakanın söyledikleri çok düşündürücüdür. Elinde kağıttan bir kahve bardağı ile kürsüye çıkan eski bakan şöyle anlatıyor: ''Geçen sene bakan iken yine bu kürsüye gelmiştim. Ama o zaman uçak biletimi businessclass almışlardı. Hava alanında karşılayıp limuzinle lüks bir otele getirip ağırlamışlardı. Bu salona da lüks bir araba ile getirip porselen bardakta kahve ikram edip ağırlamışlardı. Şimdi ise, uçak paramı cebimden verdim. Hava alanından otele taksi tutup geldim. Otelden buraya da taksi tutup geldim. Gördüğünüz gibi kahvemi de kahve makinesinden bu kağıt bardakla aldım.'' Ve esas önemli olan bundan sonra söyledikleri. Devam ediyor: ''Geçen yıl porselen bardak bana değil makamıma sunulmuştu. Bütün o övgüler, hizmetler, avantajlar rütbeniz, rolünüz ve makamınız içindir. Size ait değildir. Ve bir gün makamınızı yitirdiğinizde porselen bardağı halefinize verirler. Çünkü aslında hep layık olduğunuz kağıt bardaktır.!''
   Bizim bakan acı konuşmuştur ama doğruyu söylemiştir. Aslında makamdakilerin düştükten sonra eşekten düşme sendromu yaşamalarının bir nedeni de necip halkımızdır. Çünkü bizde ''Kral öldü; yaşasın kral!'' kültürü vardır. Düşene selam vermekten kaçınıp çıkana yalakalık yapmanın peşine düşer. Tabii ki bu da düşene acı gelir ve sonuçta sendroma yakalanır.
   Peki bu sendroma yakalananlar ne yapar? Düşmeyi bir türlü hazmedemez. Kendilerinin aslında çok değerli olduklarını ve haksızlığa uğradıklarını düşünürler. Adeta kendilerini bulunmaz Hint kumaşı sanmaya başlarlar. Böyle bir değeri harcadıkları için kendilerini seçenleri veya atayanları vefasızlıkla suçlarlar. Ne yapıp edip tekrar o makamlara gelmek için, her devirde ve her şartta tekrar  seçilmeye veya göreve gelmeye çalışırlar. Etrafınıza şöyle bir baktığınızda bu tiplerden epey birilerini görebilirsiniz!
   Bir de zengin olduktan sonra fakirleşip bu sendromu yaşayanlara bir örnek olsun diye bir anekdot anlatayım.
   Benim müessese müdürü olduğum ve Zeki Çakan'ın da Zonguldak Belediye Başkanı olduğu sıralarda; Zonguldak merkezindeki yolları asfaltlayan ve benim de Kilimli-Karadon-Gelik yollarını asfaltlattığım Ünal Kardeşler isminde bir iş adamı vardı. Hatta o sıralarda Galata Kulesinin işletmeciliğini de yapıyordu.Sonradan kendisiyle yakın arkadaşlığımız da olmuştu. Onun ağzından dinlediğimi aynen aktarıyorum.
   ''Daha 17 yaşımda iken Türkiye'nin zenginleri arasına girmiştim. Fakat sonradan battım ve beş parasız kaldım. Bir takside gece vardiyasında taksi şoförlüğü yapmaya başladım. Yahu hiç bir şeye yanmam da; sabahlara kadar beklediğim pavyon çıkışlarında, pavyon kadınlarına 500 lira yediren adamların sabahın ayazında benimle 50 kuruş için pazarlık yapmaları yok mu! İşte o beni kahrediyordu. Ama iyi ki de ediyordu, çünkü hırs yapıp tekrar zengin olmama sebep oldu.''
   Ünal Kardeşlerinki ibret alınacak bir ders. Maalesef insanlarımız eşekten düşme sendromunu acı yaşatıyorlar.
   Şimdi beni tanıyanlar şöyle diyebilir: ''Yahu sen de genel müdürlük yaptın. Görevden alındıktan sonra bu sendromu sen de yaşamadın mı?'' Ne yalan söyleyeyim, ilk günler ben de biraz yaşadım. Örneğin,15 yıl makam arabalarında gezdikten ve şoförün fırlayıp arabanın kapısını açmasına  alıştıktan sonra, otobüs beklemeye ve otobüste ayakta gitmeye alışmak biraz zamanımı almadı değil!
   Ama ben köylülükten ve işçilikten geldiğim için eşekten düşme sendromunu çabuk atlattım!
   Bokunda boncuk olduğunu sananlar düşünsün!