Tarih boyunca insanlığı meşgul eden üç temel sorun, sırasıyla; kıtlık, salgın hastalıklar ve savaşlardır. İnsanlar nesiller boyunca çeşitli tanrılara yalvarmalarına ve aldıkları her türlü önlemlere rağmen, yine de açlık, hastalık ve şiddet yüzünden kitleler halinde ölmeye devam etmiştir.
   Bu üç afetten ikincisi olan salgın hastalık konusunu 18 Aralık 2020 tarihli ve ''Afet ve Umut'' başlıklı yazımda ele almıştım. Şimdi de en tehlikelisi olan kıtlık konusundan bahsetmek istiyorum. Çünkü şimdilik işin ciddiyetini göremeyen pek çok kişi varsa da kıtlık tehlikesi pek de uzakta değildir.
   Binlerce yıldır insanlığın en büyük düşmanı olan kıtlığın tehlikesinin ve insanlığa verdiği zararlarının boyutlarını daha iyi anlayabilmek için geçmiş tarihe kısaca bir göz atmakta fayda vardır. 
   Dilediğiniz tarih kitabını açın, açlıktan aklını yitirmiş, yokluk içindeki toplulukların dehşet verici hikayeleri ile karşılaşırsınız. Örneğin; Kral XIV. Louis zamanında, Fransa'da nüfusun neredeyse yüzde 15'i, yani 2.8 milyona yakın Fransız 1692 ve 1694 yılları arasında açlıktan ölmüştü. Ertesi yıl, 1695'te Estonya'yı vuran kıtlık nüfusun beşte birinin canını almıştı. 1696'daysa sıra Finlandiya'ya gelmiş, nüfusun çeyreği ila üçte birine yakını hayatını kaybetmişti. 1695 ve 1698 yılları arasında ise sert kıtlıklarla kırılan İskoçya'nın bazı bölgeleri  sakinlerinin yüzde 20'ye yakınını yitirmişti. Hatırlayacaksınız; Çin'de dalkavukların Mao'yu yanlış yönlendirmeleri yüzünden milyonlarca Çinlinin açlıktan öldüğünü yakın tarihteki bir yazımda anlatmıştım.
   Yakın zamana kadar birçok insan yaşamını biyolojik yoksulluk sınırında, yetersiz beslenme ve açlık tehdidi altında sürdürüyordu. Aslında eskisi kadar olmasa da hala da sürdürüyor. Afrika'daki birçok ülkeyi veya Afganistan, Bangladeş gibi ülkeleri göz önüne aldığımızda bu açıkça görülmektedir.
   Bu arada, yakın tarihte Türkiye'de olan ve beni de ilgilendiren bir kıtlıktan bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi 2. Dünya Savaşı ve sonrasında bir kıtlık olmuştu. Ekmeğin bile karneyle alındığı bu yıllar sonradan politik malzeme de yapılmıştır. Bazıları bu kıtlığın sebebinin savaş şartları olduğunu söylese de o yıllarda Türkiye'de gerçekten de kıtlık olmuştu. Bunu kendimden biliyorum. Çünkü savaştan sonra doğduğum köyde, köylüler kuraklık nedeniyle tarla ve bostanlarından ürün alamadıkları için kıtlık şartları oluşmuştu. Benden önce doğan kardeşimle benden sonra doğan kardeşim kıtlıktan ölmüş. Bir ben hayatta kalabilmişim. Sonradan bana anamın anlattığına göre; bana evde el değirmeninde öğütülen mısır koçanından (mısırın kendisi değil!) mama yapılmış. Beni öyle kurtarmışlar! Artık kıtlığın şiddetini hesap edin. 
   Ayrıca, 1950'li yılların başlarında, köylülerin yağmur dualarına çıkıp Allaha nasıl yalvardıklarını net hatırlıyorum. Çünkü o zamanlar 4-5 yaşımda olmama rağmen bu dua ritüellerine ben de katılmıştım.
   Günümüzde teknolojinin gelişmesi sayesinde üretim artmış ve taşımacılık kolaylaşmıştır. Bu yüzden eskisi gibi kıtlık yaşanmamaktadır. Zaman zaman dünyanın bazı bölgelerinde kıtlık olayları görülse bile diğer bölgeler bu sorunu gidermek için yardımcı olmaktadırlar. Bu dayanışma sayesinde, günümüzde artık dramatik açlık felaketleri pek görülmemektedir.
   Gelgelelim günümüzde birçok ülkede aşırı beslenme kıtlıktan daha ciddi bir sorun haline gelmiştir. Tarihte ilk defa çok yemekten ölen insan sayısı gıdasızlıktan ölen insan sayısını geçmiştir. 21. yüzyılın başında ortalama bir insanın McDonald's menüleri ile tıkınmaktan ölme ihtimali kuraklıktan ölme ihtimalinden çok daha yüksektir. 2014 itibarıyla aşırı kilodan muzdarip 2.1 milyara karşılık yetersiz beslenen insan sayısı 850 milyondur. İnsan türünün yarısının 2030 yılında aşırı kilolu olması bekleniyor. 2010'da kıtlık ve yetersiz beslenme yaklaşık bir milyon insanın canına mal olurken, veriler obezitenin tek başına üç milyon insanı öldürdüğünü gösteriyor.
   Günümüzde eskiden lüks dediğimiz şeyler artık ihtiyacımız haline geldi. Refah arttıkça insanlarda tüketim çılgınlığının önemli bir türü olan yeme içme çılgınlığı da başladı. Bu nedenle dünyada obezlerin sayısı da hızla artmaya başladı. Hatta bir Amerika seyahatimde rastladığım obez sayısını ve obezlik derecelerini gördüğüm zaman gözlerime inanamadım. Özellikle patates görünümlü kadınlar hayret vericiydi.
   Obezlik tabii ki oburluğun bir sonucudur. Oburluk ise israftır. Bildiğiniz gibi, israf da dinimize göre haramdır. Aynı zamanda Hıristiyanlık gibi diğer dinlerde de günahtır.1265-1321 yılları arasında yaşamış, ünlü edebiyat insanı Dante'nin yazdığı, dünya edebiyatının başyapıtı olarak kabul edilen ''İlahi Komediya'' adlı şiirsel eseri bu konuda çarpıcı mesajlar vermektedir.
   Dante, Cehenneme, Araf'a ve Cennete yaptığı düşsel bir geziyi destanlaştırdığı bu eserinde Cehennemi şöyle tarif ediyor: Cehennem dibine doğru ilerledikçe daralan bir çukurdur. Bu çukur iç içe dokuz daireden (kattan) oluşmaktadır. Dairelerden her birinde farklı günahlar işlemiş günahkarlar bulunmaktadır. Aşağı katlara indikçe günahkarların azapları da ağırlaşmaktadır. 
   İşin bizi ilgilendiren kısmı ise; üçüncü dairede oburların ve dördüncü dairede ise savurganların bulunmasıdır. Yani oburların ve savurganların cehennemlik olduğunun vurgulanması dır. Herhalde Dante kıtlıklardan onları da sorumlu tutuyordu!.
   Şimdi tekrar günümüze dönelim. Ürkütücü boyutlarda artan bir nüfus ve bunun yanında sürekli artan bir tüketim çılgınlığı ile karşı karşıyayız. Önce bu nüfus artışının bazı önemli sonuçlarına bir göz atalım: Tabii ki en önemli sonuç küresel ısınma ve bunun neden olduğu mevsim değişiklikleri dir. Dünyanın düzeni bozulmuştur. Artan nüfusu beslemek için toprağın aşırı zorlanması toprağın çölleşmesine sebep olmuştur. Daha şimdiden dünya tarım arazilerinin %33'ü orta ve üst düzeyde toprak bozulmasına uğramış durumdadır. Ayrıca, hava olaylarının neden olduğu kuraklığı da hesap edersek; gelecekte insanları açlık tehlikesinin beklediği yadsınamaz. 
   Kuraklık deyince; siz de görüyorsunuz, neredeyse kışın ortasını geçiyoruz ve hala kar yağmur bekliyoruz. Ankara ve İstanbul'daki barajlarda daha bu mevsimde doluluk oranları dörtte bir seviyesinde.. Yurdumuzdaki göllerin ve akarsuların birer birer kuruması ve yeraltı sularının çekilmesi ise başka bir tehlike..
   Tatlı su kaynaklarının azalması, insanların susuzlukla karşı karşıya kalmaları nedeniyle  gelecekte su savaşları çıkma olasılığı yüksektir. Başta balıklar olmak üzere, hayvan ve bitki türlerinin yok olması veya hızla azalması bir diğer sıkıntıdır. 16 Ekim Dünya Gıda Günü etkinliklerinde, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacağı öngörülen gıda ve su yetersizliğine şimdiden dikkat çekilmiştir.
   Dünya nimetlerini gittikçe gereğinden çok fazla insan paylaşmak zorunda kalmaktadır. Tabii ki bu nimetler yetersiz kalacağından insan ilişkileri savaşlara neden olacak kadar bozulacaktır. Çünkü insanların ilk sırada gelen temel ihtiyacı açlık duygusunun giderilmesi dir. Ve aç insanın bir an önce karnını doyurabilmek için yapamayacağı çılgınlık yoktur.
   Değerli okuyucular, tabloyu görüyorsunuz. Nüfus artışı hızla devam etmektedir. İnsan nüfusu 200 yıl önce 1 milyar, ve daha 80 sene önce 2 milyar bile değilken;  bu gün 8 milyara dayanmıştır. Böyle giderse 2050'de bu rakam 30 milyara ulaşacaktır. Üstelik eskiden insanlar az ile yetinirken zamanımızın insanları aşırı ve lüks tüketime yönelmiştir. Daha şimdiden ürettiğimizden fazla tüketmeye başladık. Özellikle zengin ülkelerde israf çok fazladır. Bırakın zengin ülkeleri, bizim ülkemizde bile büyük israf vardır. Zengin sofralarını, restoranları ve hele herşey dahil otelleri gözünüzün önüne getirdiğinizde bu gerçeği daha net görürsünüz.
   Örnek olsun diye küçük bir hesap yapalım: 83 milyon nüfuslu ülkemizde günde herkes 10 gram ekmek israf etse bu toplam 830 ton ekmek demektir. Bu da yılda ne yapar biliyor musunuz? 830 x 365 = 302.950 ton yapar! Yani en hafifinden küçük bir Afrika ülkesini doyurabilecek kadar ekmeği çöpe atıyoruz. Aslında bu rakamlar çok daha büyüktür ama ben küçük bir örnek verdim.
   Şimdi, yukarıda tüm yazdıklarımı toparlayıp özetlersek; durum şudur: İnsanlar dünyanın doyurabileceğinden fazla çoğalıyor. Bu yetmezmiş gibi tüketim ve israf çılgınlığına devam ediliyor. Buna mukabil, tam tersine, gıda ve tatlı su kaynakları azalıyor. Şimdiden ürettiğimizden çok tüketiyoruz. Bu nedenle, arz talep dengesine göre fiyatlar yükseliyor. Bu demektir ki, bu gidişle yakın gelecekte sadece zenginlerin karnı doyacak; fakirler ve hatta orta gelirliler bile açlık çekecektir. Bunun sonucunun kıtlık demek olduğunu öngörememek insanlığa çok pahalıya mal olacaktır. 
   Bu yüzden, tekrar kıtlık felaketleri yaşamamak için, önlem olarak; nüfus artışı kontrol altına alınmalı (öyle 3 çocuk 5 çocuk yapın saçmalıklarına itibar edilmemeli!) ve sanıldığı kadar büyük olmayan, hatta evrende çok küçük bir gezegen olan dünyamızın kısıtlı nimetlerini idareli kullanmalıyız. Aksi takdirde bindiğimiz dalı kesmiş oluruz!
   Değerli okuyucular, başka dünya yok! Çocuklarımıza hayatlarını devam ettirebilecekleri ve mutlu yaşayacakları bir dünya bırakmak bizim namus borcumuzdur! Bunu lütfen unutmayalım!
   
YanıtlaYönlendir