Muzaffer eşimin en sevdiğim kuzeni, kendine has bir güzel adam. Yaşamı, kendi doğrularıyla seven, sarışın aydınlık ve tertemiz yüzlü… Benim gibi insanlara kızgın ama çiçekleri hayvanları içkiyi ve doğayı çok sever. Babadan kalma eski şapkacı dükkanını erken acar, temizler, ışıklarını ve televizyonun açar, kendisi için yazıhane gibi yaptığı bölümde vazosunda hiç eksilmeyen çiçeklerinin suyunu değiştirir, gazetesini alıp masasının üzerine okumak üzere hazırlar, sonra da üst kattaki dairesinde kendisi kadar çiçekleri ve hayvanları seven eşi ve sevgili köpeği MOKA ile kahvaltısını yaptıktan sonra dükkana iner.

Ben de çarşıya indiğimde genellikle ona uğrarım. Müşterilerinden birine ya da etrafındakilere kızmamışsa güler,  etrafındakilere kızmışsa aynı kızgınlıkla karşılar. Ben de hiç istifimi bozmadan “Merhaba Muzaffer” derim. O da kızgın ya da güler yüzle “Merhaba Hikmet Yenge, hoş geldin” derken ilave eder, “Havuç yine iki gündür meydanlarda yok. Nerelerde bilmem.” Ya da “Az evvel Havuç buradaydı rastlaşamadınız, kendisini sevdirdi, hiç yemek yemeden gitti.” der.

Havuç onun ve eşinin evinin arka tarafında bakıp büyüttüğü, sonra kısırlaştırdığı bir köpek yavrusu idi. Şimdi kocaman bal rengi bir güzel köpek. Büyüdükten sonra çevreyi tanıyan hinterlandını da gittikçe geliştiren ama Muzaffer’i ve eşini de hiç unutmadığından, belirli zamanlarda dükkana uğrayan vefalı mı vefalı bir güzellik…

Havuç açsa yemek yer, su içer. Aç değilse oturur, o güzel bal rengi kısa tüylerini uzun uzun sevdirir, uzun bacakları üstüne doğrulur, yumuşacık bakışlarla “Hoşça kal” diyerek yolun karşısında kaybolurken, Muzaffer onu bakışlarıyla kayboluncaya kadar takip eder. Sonra da tabasındaki, içinde puro tütünün de karıştırdığı, mis kokulu sarma sigarasından bir tane de bana verip, ikimiz de sigarasını yakarken; “Şu insanlar var ya…” diye başlar, ben de “O insanlar var ya…” diye devam ederim.

Yine bir gün dükkâna uğradığımda, “Gel… gel… Dozer’le tanışmadın. Gel de tanış oğlumla” dedi. Ben şaşkın bakarken dükkânın arka tarafında sarıdan kahveye doğru meyleden tüyleriyle gecekondu yıkımına gelmiş kocaman bir dozer gibi iri vücutlu, çok ciddi ve asık suratlı bir köpekle karşılaştım. Mevsim yaz ve çok sıcak bir gün olduğundan Dozer, dükkânın en serin yerini bulmuştu. Havuç da çok sevimli, kapı kenarında oturuyordu. Havuç, her zaman ki uğramasındaydı. Karşılıklı sevgi dolu söyleşi ve okşamadan sonra Dozer’in yanına gittim. (Dozer, Havuç’un arkadaşıymış. Bir gün Dozer’i yanına alıp gelmiş. Muzaffer ile tanıştırmış. O da pek sevmiş Dozer’i.) Başını okşadım. Kaldırdı başını. Aman Allah’ım o ne gözler… O kocaman ciddi yüzdeki siyah ipeksi bir kadifeymiş gibi yumuşak. İnsanı o gözlerin içine çeken, sonra yüreğe bir diken gibi batan o bakışlar ne…

Sanki “Sen benim iri yarılığıma, yüzümdeki ciddi ifadeye ne bakıyorsun, Sevgiyi ve seveni iyi anlarım, iyi tanırım.” diyordu. Muzaffer’in dükkan komşuları şikayet ediyorlarmış. “Şu çirkin ürkütücü köpeğe bakıyorsun, dükkânına alıyorsun” diyorlarmış. “Ne biçim insanlar bunlar anlamıyorum,” diyor yine kızgın. Ben de “Kızma çoğunluk böyle. Onlar doğada yalnız biz var olalım istiyorlar. Çocukları kullanıyorlar. ‘Çocuklar korkuyor’ diyorlar. Halbuki çocuklar korkmuyor, korkutuluyor.” diyorum.

Daha sonraki uğramalarımda da Dozer’e hayran hayran bakarken onun ipeksi bakışlarına takılıp başka iyi güzel dünyalara gidiyorum. Eğer gerçek metalden yapılmış dozerinde gözleri olsaydı, o gecekonduları yıkamaz ağlardı.

Muzaffer, “İkisine de yemek verdim, yalnız su içtiler, ama kendilerini çok sevdirdiler” diyor. Havuç ile Dozer’in kafasını okşadıktan sonra, “Bunlar sadece kendilerini sevdirmeye, bizi görmeye geliyorlar Hikmet yenge.” diyor. Bense Dozer’in bakışlarında eriyerek “Sevgi en güzel doygunluk değil mi Muzaffer?” diyorum.

O dalgın onlara bakarak, “Öyle” diyor. O aralar sürekli Ali babaya gidip geldiğimden epeyce Muzaffer’e uğrayamamıştım. Tam kahvaltıdayken eşim aradı. “Hikmet, Dozer’e araba vurmuş. Dozer ölmüş… Muzaffer hüngür hüngür ağlıyor. Ne olur onun yanına gidiver,” dedi. Ben Muzaffer’in yanına ancak akşam gidebildim.  Ama bütün gün karşımda Dozer ve onun ışıltılı, yumuşacık kadife bakışları ile dolanıp durdum.

Akşam Muzaffer’in dükkânına giderken ayaklarım geri geri gidiyordu sanki. Dükkânın kapısında kıpkırmızı olmuş gözlerle karşıladı Muzaffer beni.

Beni görünce yeniden yağmur gibi boşalan yaşlarla, sesli sesli ağlamaya başladı.

Kucakladım.

Kocaman köpeğe gecenin ikisinde hızdan sarhoş olmuş bir genç adam, ikinci el arabasını son model arabalardan birinin hayaliyle kullanırken vurmuş Dozer’e anlaşılan.

Dozer’in ölümü, Muzaffer’in sesli ağlaması ve içime akan gözyaşları içinde Muzaffer’i bir daha kucaklayıp evin yolunu tuttum.

Dozer’in bakışları karşımda bu defa daha kırgın daha hayret dolu daha ipeksiydi. 18.01.2014