Tıp Fakültesi’nde doktorumun kapısında muayene sıramı bekliyorum. Yanımda benim yaşlarımda başka bir hanım oturuyor. Gülümseyerek başlayan iletişim, "Senin neyin var?" sorusuyla koyulaşıyor. Kadıncağızın kocasıymış hasta olan. Başka bir doktordaymış işleri ama oradaki tuvaletin kokusundan kaçmış, benim doktorun kapısında bekliyormuş eşini. Bel fıtığım olduğunu öğrenince, Türk milleti olarak hepimizde olan kaçınılmaz bir dürtüyle akıl vermeye başladı. Bir “öff” çektim içimden ama nezaketen gülümseyerek dinledim. "Ağır taşıma, merdiven çıkma vs" teranelerini yeni duymuş da gaitamda boncuk bulmuşçasına sevinçle açtım gözlerimi. Kadıncağız bu durumda haliyle bi şişindi başka başka nasihatlerde bulunarak bana yardımcı olmak ve biraz daha şişinmek için zihnini epey zorladı. Sonunda aslında tıbbın bazen yetersiz kaldığından bahsetmeye başladı. Aynen kendi ifadesiyle aktarıyorum:

"Annem hastanede yatıyordu, ona bakıyordum, evde üç çocuk amanın feleğim şaştıydı o zamanlar. Koca da içkici sağ olsun. Eve koş hastaneye koş derken benim de belimde ağrılar başladı. Bir de ayıptır söylemesi, kocadan filan bi soğudum ben, eve gidesim, çocuklarımı göresim gelmiyor, evdeyken de hastaneye gelesim gelmiyor."

Anlaşılan yoğun stresten depresyona girmiş kadıncağız.

"Ev, leş gibi, umurumda değil, çocuklar sefil olmuş bana mısın demiyorum filan. Bir gün hastane koridorunda yürürken birden önüme biri çıktı. Durdum, kafamı kaldırıp baktım, töbe estağfurullah, aksakallı yaşlı bir dede karşımda durmuyor muydu sana? Sapıttım ben. Bir şey dememe fırsat kalmadan küçük bir kâğıdı elime tutuşturdu ve "Burada ismi yazan kitabı al ve oku bütün dertlerinden kurtulacaksın" dedi. Kâğıdı okudum, kafamı kaldırdığımda dede yok olmuştu"

Klasik aksakallı dede hikâyesi. Kadın karşısında duranın Hızır A.S. olduğunu sonradan anladığını söyledi. Şimdi benim de mayıs ayının ilk haftalarına tekabül eden Hıdırellez diye tabir edilen günlerde gül dibine dilek bağlamışlığım olduğu gibi, az buçuk batıl itikatlarım vardır. O bakımdan söyledikleri biraz ilgimi çekmedi değil.  "Allahallah" diyerek dinlemeye devam ettim. Söz konusu kâğıtta adı yazan bir dua kitabıymış, almış okumuş ve okudukça dertlerinden bir bir kurtulmuş. Şimdi de bana sende al oku, fıtığın filan kalmaz demek istiyor. Bir dertten kurtulmak için, pozitif düşüncelerle umutlanmak ve yaratıcı güçten de bir el atıvermesini beklemek bir yere kadar yararlı olabilir ama ortadan kaldırmaya yetmez tabii ki. Tam bunları düşünürken kadıncağız, öyle bir laf etti ki, o ana kadar geçen zamana acımama sebep olan o acayip cümleyi kurmasın mı?

"…Fakat sonradan düşündükçe kendime öyle kızıyorum ki, nasıl oldu da ben, Hızır A.S. dan cep telefonunu istemedim, ah ahh, salak kafam.."

Vaşş, on numara bir manyakla sohbet halinde olduğum ortadaydı. Sonrasını dinlemedim zaten. Kadın o günlerde girdiği depresyondan hala çıkamadığı gibi artık nasıl bir boyuta sıçradıysa, Hızır A.S.’dan cep telefonunu istemedim diye kederleniyor. Bu defa sesli bir öff çekerek, "Üzülme ya, cep telefonunu olanın face'si de vardır, oradan dürtüverirsin, hadi bana eyvallah" diyerek uzaklaştım yanından.

Sıram geldi doktora girdim, o başka bir doktorun görüşlerini istedi, ona da gittim, olmadı hormonal bir sıkıntı mı var ki diyerek endokrine de gönderdi beni. Her türlü tahlil sonunda tek tedavinin taşıdığım kilolardan en kısa zamanda kurtulmak olduğu kanaatine varıldı. Hadi buyur. Doğduğumdan beri beni yalnız bırakmayan sevgili zırhım, kilolarımdan kurtulmak mı? Oğ yoğ. Bu çok zor. İhanetin  ta kendisi. Ama ya tombalak ve yürüteçli ya fit ve stilettolu olacakmışım, seç dediler seçtim. Bakalım, rejim yapıyorum artık, ama spor yok ya, hakikaten zor oluyor mirim.

Hayat anlamsız şu sıralar, keyifsizim anlayacağınız, bir boşluk hissi gün içinde anlatılmaz. Elimden oyuncağım alındı sanki. Minnacık öğünler ne gözümü ne karnımı doyuruyor. Vay be bunca zayıf insan nasıl böyle renksiz bir hayatı yaşayıp da keyifli hissediyorlar anlamıyorum. Şimdilik hoşça kalın, kibrit kutusuna koyduğum peynirimle bir tane domatesimi yiyecem ekmeksiz izninizle, anlayışınıza sığınarak buyur edemiyorum. Sevgiler…