Eskiden hukuk güven sıralamasında başlarda gelmekte idi. Son yıllarda bu güven hızla düşüşe geçti. Ama maalesef son günlerde yerlerde sürünmeye başladı. Bunu MHP'nin olağan üstü kongreye götürülme sürecinde açık ve net olarak gördük.
   Bu durumu gerçekten büyük bir hayal kırıklığı içinde, hatta içim acıyarak izledim. Hukuku siyasallaştıran iktidarın Devlet Bahçeli gibi bir koltuk değneğini kaybetmemek için nasıl cansiparane çalıştığını, hukukçulara nasıl alenen baskı yaptığını tüm millet olarak gördük. Hatta Yargıtay gibi bir kurumu tehdit edip sindirdiğini, ve işin acısı Yargıtay'ın hukuku katletme pahasına buna nasıl alet olduğunu hayretle izlemek zorunda kaldık.
   Gemerek'deki sıradan bir hakim sadece MHP'yi değil tüm ülkeyi karıştırabilmiştir. Bir mahkemenin verdiği bir kararı diğer bir mahkeme bozabilmiştir. Bu demektir ki, hakimini bulursan davayı kazanırsın. Hakimini kim bulur? Elbetteki fakir fukara değil!
   Aslında Gemerek hakimine teşekkür etmeliyiz. Zira, kralın çıplak olduğunu bize çarpıcı bir şekilde göstermiştir. Hukuk kurumlarına çok güvenen vatandaşın gözünü açmıştır. Türkiye'deki hukukun vatandaşın güvendiği hukuk olmadığını ispatlamış ve hukuk ve hukukçularımızın gerçek yüzünü göstermiştir.
  Çok güvendiğimiz, ve fakat kararı belli olduğu halde sırf MHP muhaliflerine kongre yaptırmamak için kararın açıklanmasını geciktirme gibi çirkin bir oyunun içine giren Yargıtay ile ilgili bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum. Böylece belki Yargıtayı ve dolayısı ile hukukçuları biraz daha tanımış olacaksınız. Bu anekdotun sonunda yorum yapmayacağım. Zira bu yorumu sizin daha iyi yapabileceğinizi düşünüyorum.
   Olay BARUTSAN A.Ş.'de genel müdürlük yaptığım sıralarda, muhtemelen 2000 yılı içinde geçiyor. Şimdi de öyle ama o zamanlar devlet kuruluşları istediği zaman personel alamıyordu. Personel açığı oluştuğunda bazı hizmetleri taşerona yaptırıyordu. Bu yüzden bizim şirket de temizlik, yeme-içme ve yükleme-boşaltma gibi hizmetler taşeronlara yaptırıyordu. 
   Göreve geldiğimin ikinci senesinde kulağıma bazı dedikodular gelmeye başladı.Güya, bir avukat BARUTSAN A.Ş. aleyhine dava açmak için taşeron işçilerinden imza topluyormuş. Davanın gerekçesi de şuymuş:Şirket, işçiliği ucuza getirmek için hile yapıp taşeron yöntemi uyguluyormuş. Aslında bu nedenle şirketin işçisi sayılmalıymışlar. Dolayısıyla şirket çalışanlarının aldığı ücretin aynısını almalıymışlar. Taşeronun işçilerine ödediği ücret ile şirket işçilerinin aldığı ücret farkını da şirket ödemeli imiş.
   Bu dedikoduları duyunca güldüm geçtim. Böyle bir davanın saçma olduğunu ve kazanmalarının mümkün olmadığını, avukatın taşeron işçilerini kandırıp paralarını almak için bu yola baş vurduğunu falan söyledim. Hatta, ''şimdi ben bir müteahhitte ev yaptırsam, müteahhittin çalıştırdığı işçiler benim işçim mi olacak!'' diye de espri yaptım.
   Sonra bu söylentilerin gerçek olduğunu ve avukatın Elmadağ adliyesinde davayı açtığını öğrendim. Ben, bu davayı kazanamazlar derken bir de duydum ki kazanmışlar! Ama ben yine de rahattım. Nasıl olsa Yargıtay'dan döner diye düşünüyordum. 
   Anaa! Bir de baktım ki Yargıtay da mahkemenin kararını onamış! (Ha, bu arada sizin kurumun avukatları ne yapıyor diye sorarsanız; klasik devlet memuru zihniyeti ile davayı kerhen takip ediyorlardı!)
   Artık bu kadarına dayanamazdım. Yargıtay'da, sonradan daire başkanı da olan Zonguldaklı bir üye arkadaşımızı arayarak ilgili daire başkanından randevu istedim. 
   Yanıma idari işlere bakan yardımcım Özcan Demir'i de alarak,verilen gün ve saatte de yine bu üye arkadaşımızla birlikte daire başkanını ziyaret ettik. Aramızdaki konuşmayı aynen aktarıyorum:
   -Sayın Başkan, biz nerede hata yaptık da bu davayı kaybettik? Bir türlü bu işe akıl erdiremedik.
   -Siz nerede hata yaptınız biliyor musunuz? Taşerona KDV ödemişsiniz.
   -Nasıl yani?
   -Yani KDV ödemekle zımnen taşeron işçilerinin kendi işçiniz olduğunu kabul etmişsiniz!
   Bu sırada Özcan Bey beraberinde getirdiği 506 Sayılı SSK Kanunu kitabını Başkan'a göstererek;
   -Efendim, biz  KDV'yi bu kanuna göre ödemek zorundayız. Yani bu bir kanuni zorunluluk idi.
   -Evet, doğru; bunda ne var?
   -Şu var: Siz fırından ekmek alıyor musunuz?
   -Evet.
   -Ekmeğe ödediğiniz paranın içinde KDV var mı?
   -Var tabii.
   -O zaman fırıncının çalıştırdığı işçiler de sizin işçiniz mi oluyor?
    Başkan, masanın üstündeki kitabı eline alarak; 
   -Çok haklısınız. Alın bu kitabı kafama vurun! Biz bunu düşünemedik!
   Araya girdim;
   -Peki, şimdi ne olacak?
   -Hiç bir şey! Bu iş bitti; geriye dönüşü de yok!
   Sonuçta davayı kaybettik ve taşeron işçilerine geçmiş yıllardaki maaş farklarını da ödemek suretiyle yüklü miktarda tazminat  ödemek zorunda kaldık.
   Ben böyle bir dava açıldığını ve açanın kazandığını ne o zaman ne de ondan sonra hiç duymadım. 
   Başkan neden böyle yaptı acaba? Bu soruya halen cevap bulamadım!