Çocukluğumda, hükümet binasının karşı çaprazında, önünde Zonguldak ve Havalisi Maden İşçileri Sendikası yazan kara cepheli yapının önünden geçerken, gözüm, içinde bir matbaa makinesi de bulunan kapısı herkese açık bölümde olurdu… Makinenin kuyruğuna bağlı demirde orta belinden katlanmış, 4 sayfalı, “İşçi Sendikası” gazetesi asılırdı çünkü… Gazete çıkmışsa, içeri girip, hiç kimseye sormadan bir iki gazete alır, okuya okuya, ucu bizim eve ulaşan İş Bankası’nın yanında merdivenli yolu tutardım… Önemli bulduğum haberleri, okuması olmayan, sendika üyesi babama da okurdum akşamları…
 
Her gün yanından geçtiğim o yapının önünde çok da anım var… 1979 sonu, 80 başı olmalı… Önüne birkaç kez de, çocuk sesini savaşsız, sömürüsüz bir dünya çağrısına katmış genç bir mücadele insanı olarak gittim mesela… Yaptığımız davullu zurnalı dayanışma ziyaretiydi… Sendika çalışanları greve gitmişti… Yöneticilerin Mercedesleri kapıya çekilmiş, üstüne, “Bizler ekmek derdinde, onlar Uludağ’da eğlencede” mealinde sloganlar yazan pankartlar asılmıştı… Görüntü, o vakitlerde de vur patlasın sefahatin adresi olan ZMİS’le çok da uyumluydu…
 
MÜCADELEDEN DAHA ÇOK İKBAL ARAYIŞI, FİKRİ IŞILTIDAN DAHA ÇOK HEMŞERİCİLİK
O zamanlar bu sendikanın üyesi olup, 31 yıl aidat ödeyeceğim, büyük grev de dahil tarihsel ölçekli birçok olayın öznesi olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi elbette… 12 Eylül darbesi oldu, Türk-İş’e bağlı birçok sendika gibi babamın yerine kayıt olduğum ZMİS de cuntaya biat yolunu seçti… Onların çıkardığı yasa ile adı Genel Maden İşçileri Sendikası’na dönen ZMİS’in, genç bir üyesi olarak “sınıf ve kitle sendikacılığı” yapması için çok mücadele verdim… Merkez Servisleri Şubesinde böyle bir umudu yeşerttik hatta… O umut gelişti, büyük Ankara yürüyüşünün ülkeyi sarsan adımlarına dönüştü hızla…
 
Ancak yöneticilerinin öteden beri bünyesinde taşıdığı habis ur grevde kazandığı popülariteyi taşıyamayan Denizer’in liderliğinde de nüksetti, ultra lüks heveslerle girdiği yolda sınır tanımayınca sıradan bir sendikaya dönüştürdü sonunda GMİS’i... Tırnaklarıyla kazıyarak sınıfın öncüsü olan GMİS yeni duruma uygun fikirlerle kendini tahkim edemeyince füze hızıyla düşüşe geçti… Mücadeleden daha çok ikbal arayışının, fikri ışıltıdan daha çok hemşericiliğin başat olduğu süreçlerle tüm kadroları değişti… Yönetimine “Mücadele ederek kazanma” yerine, “iyi geçinerek ulufe kapma” anlayışı egemen oldu zaman içinde…
 
KİFAYETSİZ MUHTERİSLERİN GÖZÜNÜ DİKTİĞİ TEK ŞEY GMİS’İN GETİRİSİ
Tam da, 29 yıl önce hayatımın en onurlu sayfalarından biri olarak çıktığımız büyük madenci grevinin başladığı şu günlerde GMİS delege seçimlerine hazırlanıyor… Ortalık adaydan geçilmiyor… İlçelerde, bölgelerde, yüzlerce kişinin katıldığı yemekler düzenleniyor, geceli gündüzlü görüşmeler yapılıyor bu doğrultuda… Kim, niçin aday, hangi iddianın sahibi olarak ortaya çıktı, var olanlardan farklı ne yapacak, bilinmiyor… Kimse merak etmediğinden olacak fikre gerek görülmüyor zaten… Birçoğunun sendikacılığın tarihsel gelişimi, teknik boyutu gibi konularda bilgisi olduğu da şüpheli ayrıca…
 
Kifayetsiz muhterislerin gözünü diktiği tek şey GMİS’in getirisi bence… Sendikacılık, maddi açıdan hâlâ sınıf atlatan bir meslek çünkü… Hayatta başarı hikâyesi olmayan insanların statü yükseltmesi için de ciddi olanaklar sunuyor… Bu da ışığa koşan pervaneler muhterislerin gözünü kamaştırıyor… Her türlü ilkesiz işbirliği yapılıyor bu uğurda… Küçük çaplı servetler harcanıp, bin türlü dolap çevriliyor… Bu durum sendikayı bir mücadele örgütü olmaktan çıkarıyor doğal olarak… İtirazı yok sayan, egemenlere hayır demeyi bilmeyen anlayışlar hızla küçülen havza, azalan işçi sayısı ve yok olan bir Zonguldak olarak çıkıyor karşımıza… GMİS yalnızca benim değil tüm Zonguldak’ın yarası olarak kanıyor…