Bor grubu elementlerinden biri olan Galyum, oda sıcaklığında metal bir elementken, avucunuza aldığınızda eriyerek akışkan duruma gelir.

Özel kap içinde sıvı durumdaki galyumun içine alüminyum, çinko ya da çelik bir kaşığı soktuğunuzda bir toz yığınına dönüşerek erir! Aynı bardağa parmağınızı sokarsınız; hiçbir şey olmaz!

Ne ilginç değil mi? Güçlü bir metali eritip yok eden galyum, insan sıcaklığında eriyor ve içine soktuğunuz parmağınıza zarar vermiyor!

Galyumun bu özelliğini öğrenince onu çok sevdim! İçimdeki Şeytan harekete geçti ve şöyle bir sonuca vardım; Sosyal yaşamın içinde tanıdığımız öyleleri var ki insan sıcaklığından nasibini almamış bu kişilerin avucuna konan metal galyum elementi bırakın erimeyi, sertleşip taşlaşır!

KIRILSIN ELLERİM...

Kırılsın ellerim neye yarıyor / Gençliğim gidiyor tutamıyorum.

1970’li yıllar ve devamında Gülden Karaböcek’ten dinlediğimiz bu şarkının bestesi Karaböcek’e, sözleri Ali Tekintüre’ye aittir. Duygu yoğunluğunun doruklarında, “Ne zaman bitecek tanrım bu azap?” isyanıyla yankılanırdı kulaklarımızda.

Zaman akıp gidiyor. Yaşlanıyoruz! Azeriler gibi söylersek; “Yaş alıyoruz!” Gençliğimiz ve o yılların gelecek düşlemi artık yok! Ya da sınırlı!

Gençlik yıllarımızın tozpembe düşleri, yer yer bir karabasana dönüşerek yansıyor saçımızın akına, gözümüzün ferine! Bizim kuşak lanetli kuşak mıdır ne; kendimizi bildik bileli ceberut düzen ve onun payandası insanlarla savaşıyoruz! İnsan; “Ne zaman bitecek tanrım bu azap?” demeden edemiyor.

GÖZAYDINLIĞI!

Gözaydınlığı vermek! Ne güzel bir deyimdir.

Gözün aydın hoca! Oğlanları ikiledin!” demişti köy ebesi ikinci oğlum doğduğunda! Tarih; 21 Mart 1989

Yanlış anımsamıyorsam bana verilen son gözaydınlığı müjdesi oydu!

Üstte de vurguladığım gibi bizim kuşak darbelerle sarsıldı, hukuksuzluklarla örselendi, acılarla yoğruldu! Hani deyim uygunsa pek de gün yüzü görmedik şu altmış yıllık yaşam yolculuğumuzda!

Kimimiz zindanlara düştü, kimimiz ölüme yürüdü, kimimiz direndi!

Yol arkadaşlarımı düşündükçe üzerime bir ağırlık bir suçluluk çöküyor! Gezdim tozdum, yedim içtim, ettim yaptım! Gücüm oranında mücadele bayrağını taşıdım ve hiç susmadım!

Bir sabah davullarla, halaylarla, türkülerle gelecek o büyük uğultuya olan inancım zerre azalmadı! Ben göremesem de torunum görecek biliyorum. Yattığım yerden toprağı yeşerteceğim o gün! Üzerimde güller bitecek!

Gözün aydın diyecek bir kelebek! Biliyorum...

ANKEBÛT SURESİ 57. AYET

Kullu nefsin zâikatul mevti summe ileynâ turceûn!

Her canlı ölümü tadacaktır! Sonra bize döndürüleceksiniz!

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş koronavirüse yakalanmış. Kamuoyuna yaptığı duyuruda kendisi için dua edilmesini istiyor. Ölmekten korkuyor demek ki! Gittiğimiz her cenazede imamların işaret parmağını sallayarak okuduğu üstteki ayet geldi aklıma.

Ankebût Suresi 58. Ayette vaat edilenleri okuyunca, Ali Erbaş’ın neden korktuğu, ölmemek için diğer insanlardan neden dua istediğini pek anlayamadım.

58. Ayetin Türkçesi şöyle; “İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştireceğiz. Sürekli kalacaklardır orada. Ne güzeldir iş yapıp değer üretenlerin ödülü!

Aynı surenin 64. Ayeti, yaşadığımız dünyayı şöyle yorumluyor; “Şu iğreti dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değil. Âhiret yurduna gelince, asıl hayat işte odur! Ah! Bilebilselerdi!

Hal böyle olunca Ali Erbaş’ın durumu çetrefilleşiyor!

Sonuç1; Ali Erbaş bu ayetlere inanmadığı için bu dünyada kalmaya çalışıyor. “Ele verir talkını...” hesabı yani!

Sonuç 2; Ali Erbaş, ‘hayra ve barışa’ yönelik işler yapmadığı için o vaat edilen cennete gidemeyeceğinden korkuyor!

Sonuç 3; Ali Erbaş, aslında bizlerden çok da farklı düşünen birisi değil!

KİMYA BOZULUNCA!

1-“Zatıâliniz” diyor ki; “/.../ Bunlardan biri de Külliye diye de isimlendirilen, içinde caminin de olduğu ahşap yerleşkedir. İlçemize katacağı değerin yanı sıra ülkemizde cami mimarisine yeni bir soluk da olacak Yaşam Park Camisi ve yerleşkesinin yapıldığı yer tarım alanı değildir.”

(“Külliye” mi, “Ahşap Yerleşke” mi, “Yaşam Park Camisi” mi? Bir karar ver! Ayrıca; “... ülkemizde cami mimarisine yeni bir soluk” tanımlamasını hiç anlayamadım! Türkiye’nin böyle bir soluğa mı gereksinimi var?)

2-“Zatıâliniz” diyor ki; “Belediyemizi suçlamak için başka bir şey bulamamanın acizliğiyle, her türlü donanım, bilgi ve ehliyete sahip ekiplerimizce yapılan budamaları bile “ağaç katliamı” olarak sunan çevrelerin “saçma” sözcüğüyle bile açıklanmayacak ithamları hayret vericidir!”

(Oldu! Cami mimarisinde yeni bir soluk getirmişken çınar budamaya da yeni bir soluk getirdiniz demek ki! Hem ben ağacı görünce leylek, pelikan, balıkçıl falan sanıyorum! Geç bunları geç! Yeni şeyler söyle!)

3-“Zatıâliniz” diyor ki; “/.../ Başkanımıza karşı kin ve garez dolu bu kişilerin, Çaycuma’ya, yalan, iftira ve ağız kalabalığıyla yön veremeyeceklerini de artık öğrenmelerini istiyoruz.”

(“Yalan”, “İftira”, “Ağız kalabalığı”... Hani sosyal medyada yinelenen şu “Diploma nerede, diploma!” söylemi var ya ben de bugünlerde; “Dilekçemin yanıtı nerde, dilekçemin?” diyorum. “Ağız kalabalığı” diyeceğinize verin dilekçemin yanıtını da görelim koyunun rengini! Şuana kadar; (9 Mart 2021 Salı, Saat: 15:15) dilekçeme yanıt verilmemiştir!)

4-“Zatıâliniz” diyor ki; “/.../ başta Pehlivanlar Mahallesi olmak üzere kentin büyük bölümünde oluşturduğu yeni imar alanları, daha önce konut olanı olarak planlanan ancak önceki yönetimlerce yapılamayan imar uygulamalarının tamamlamasıyla ortaya çıkarılmıştır.”

(Hay Allah! Demek öyle! “Önceki yönetimler” konut alanı olarak planlamış, siz çaresizlikten uygulamaya koymuşsunuz! Vah, vah! İyi de “zatıâliniz” de bilir ki ben Pehlivanlar Mahallesine 1973 yılında yani yaklaşık elli yıl önce geldim! Kime neyi anlatıyorsunuz? Önceki yönetimlerin bütün yanlışlarını düzelttiği söyleyen siz, burada hangi çaresizliği yaşadınız da düzeltme işini yapamadınız? Adam boyu buğday biten tarlalarda çok katlı binalar bitiyor! Üstelik... Neyse, konu uzun!)

5-“Zatıâliniz” diyor ki; “Belediyemize karşı karalama kampanyası yürüten kişilerin gelecek planlaması kavramına bile karşı görüş beyan etmesi, kendi dünya görüşlerini inkâr edecek kadar gözlerinin döndüğüne işarettir.”

(Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim! Hani ben; “hadsizliği”, “küstahlığı”, “sonradan görmeliği”, “beden diline yansımış bencilliği”, “egosu ile tescillenmiş”, “maçası sıkmadığı için”, “megaloman kişilik”, “güya eğitimci olan”, “hastalıklı ruhlu” birisiydim! Böyle birisinin “dünya görüşü” olur mu? Ya bana ettiğin hakaretleri çöpe atacağız ya “dünya görüşü” nitelemesini! Karar ver; hangisiyim ben?)