Türk Dil Kurumuna göre ”itibar” kelimesinin açılımı şöyle; saygı görme, değerli bulunma, güvenilir olma.

Akıl çapı; Olgu, obje ve olaylar hakkındaki bilgi fikir algılama ve düşünebilme miktarı.

Global dünyanın en büyük sorunu, insanoğlunun, insanoğlunu itibarsızlaştırma yolundaki akıl dışı eylemlere kayıtsız kalıyor olması hatta bu konuda yanlı davranmasıdır.

“İtibar” kelimesi, biz insanları ilgilendiren ve biz insanları olması gerektiği gibi biçimlendirebildiğinde değerli kılan bir kavram! Yani, içi dolu olduğunda değer kazanan bu kavramın, içini boşaltanların gölgesinde kalmak yüzünden, at izi, it izi mevzusunda debeleniyoruz hanidir.

İtibar görmek isteyenlere, baskılar neticesinde gözü kapalı onay veriyor olmak, bir nevi kendimizi itibarsızlaştırma eylemine dönüşüyor kendiliğinden. Kavramın içi işte zamanla böyle böyle boşaltılıyor.

Diğer yandan ise, düşünebilme miktarı konusunda belli ki birçoğumuzun sıkıntısı var. Hazıra konmak belki, belki de dayatılana razı gelmek üzerine yapılandırıyoruz zihinlerimizi.

Sanmıyorum ki bu gezegende yaşayan herkesin, zihinsel donanım söz konusu olduğunda, yani beyin mekanizmasının işleyişi söz konusu olduğunda, eşit olduğumuz konusunda hemfikir olalım.

Değiliz, buna adım kadar eminim. Düşünen insanla, düşünmeyen insanın farkıdır dünyanın dengesini bozan, bozmakta olan!

Her şeyden önce hepimizin ayrı ayrı katmanlardan oluşan ve daha çok gelişime endeksli fakat ne hikmetse tembelliğe meyilli zoraki işleyen zihinsel bir çapı var, bir akıl çapı var. Bunu kişinin kendi gayretiyle, sonra da toplumsal gelişimiyle ölçümlüyor sistem. O yüzden kategorilere bölüyor bizleri ve kullanıyor acımasızca.

Algımızın kalitesi, ortak paydalardaki önceliklerimizin, üzerine koyabildiğimiz zaman nitelik kazanıyor, bunun içinde kafa yormak, hazıra konmamak, dayatılana kabul göstermemek gerekiyor kanımca. “Sorgulamak da bir akıl çapının niteliğinin göstergesi değil midir sizce de..”

Şöyle ki; İşinin ehli olanla, olmayanın bir tutulamayacağı gibi, hakikaten kendini ilimle, bilimle donatmış, meslek edindiği kulvarın piri olmuş kişilerin de, köşe başlarında, sağda, solda oturan ve sadece zamanı harcamak için yaşamayı şiar edinen kişilerle bir tutulmaması gerektiği gibi.

Ah insanoğlu kendine dışarıdan bakabilme yetini keşke geliştirebilseydin, bu da ışığını açık tuttuğunda olabiliyormuş. Önce kendine kendin saygı göstermek zorundasın, kendine güvenebilmelisin ve önemseyebilmelisin, sonra da elbette yaşamı paylaştığın her şeyi, herkesi.

Akıl çapımızı geliştirmeye endeksli bir yaşamı olgunlaştırabilmek için gayret sarf ettiğinizde, kaliteli bir yaşama erişebiliyorsunuz, bunu deneyimleyen ve olgunlaştırabilenler söylüyor zaten. Ama bu da çokluklar söz konusu olduğunda anlamlaştırıyor içinde yaşadığımız dünyayı, aksi halde düzensizliğin vurgununu yemiş çoğunluklara dönüşüyoruz zaman içinde.

Keşke bunun bir ölçümü olsa ve ondan sonra görev dağılımları yapılabilse, işte o zaman dünya daha yaşanılası, daha adil ve eşit bir işleyişe kavuşabilir.

Yukarıda söz ettiğim gibi hepimizin zihinsel bir çapı var. Gelişime müsait çoğu zaman zihinsel çaplarımız elbette, bazen de umutsuz bir vaka olabiliyor o çaplar; çünkü emek isteyen işlerde çok fakiri var bu dünyanın. Kendinden çok başkalarının hizmetindedir insanoğlu daha çok.

Fakirler bilirsiniz ki zenginlerin köleleridir ve o kölelerin her zaman bir, yada birkaç sahipleri olur.

Bir fikriniz, fikrimiz olabilir elbette içinde yaşadığımız zamana ve o zamanın koşullarına dair olmalıdır da mutlaka.

Bunları belli bir kalıbın içinde dile getirdiğinizde de bir sorun yok fakat kalıbın yani sınırların ihlali söz konusu olduğunda, işte o zaman düğümleniyor zihin kendine. Sınırları çizenlerin zihin çapları cahil cesaretine meylettiriyor olsa da, çizilen sınırlara itaat edenlerin de beyin çaplarını da diğer yandan gözler önüne seriyor kanımca.

İşinin ehli olmak, zihin çapına göre görev insanı olmak ve alınan sorumluluğun hakkını verebilmek, kişinin zihin çapıyla ilintilidir kısacası. Sorgulamadan, birilerinin gölgesinde yaşamaya meyledenlerin, içine doğduğu koşulları, koşulsuz kabullenmeleri ise kendi beyin çaplarıyla ilintilidir. Şu durumda, alan razı satan razı bir işleyişin içinde gül gibi geçinip gidiyor gibi görünüyor insanoğlu.

Bu suskunluk bu kabullenişler buna delalet görünüyor zira.

Hak ettiği gibi denir ya hani, aynen hak ettiği gibi, ya da beyin çapının niceliği değil, niteliği kadarıyla birilerinin gölgesinde kendini avutuyor insanoğlu.

Doğal akıl Tanrı vergisi, beşeri akıl insanın kendi gayretiyle ilintilidir denir. Eğer bizler şimdiki zamanda ve gelecekte layıkıyla var olmak istiyorsak, kendi ışığımızı yakmayı öğrenmek zorundayız. Tanrı’nın bize verdiğinin üstüne ne kadar koyabiliriz bu gelişimi göstermek bir zorunluluk değil mi. Başkalarının ışığımızı karartıp kendi gölgelerinde bizi tutsak etmesi mi, yoksa kendi ışığımıza sahip çıkmak mı?

Bireysel tembellikler, toplumların itibarlarını kaybetmeleri noktasında bir suç unsuru sayılabilir, sayılmalıdır da. Suya sabuna dokunmaktan korkanlar, işin ehli olmayanların güdümlerinde yaşamaya mahkûm olurlar.

Saygınlığını geri al insanoğlu, zira hak verilmez alınır…