Tarihte insanlar açısından zaman zaman kayıp yıllar olduğu çok görülmüştür. Gerek salgın hastalıklar, gerek tabii afetler ve gerekse savaşlar gibi nedenlerle insanlar karanlık dediğimiz yıllar yaşamışlardır. Bu yıllarda da elbetteki hayat öyle veya böyle devam etmiştir. Ama böyle bir hayat bizim anladığımız manadaki insanca yaşanılan bir hayat değildir. İşte ben insanların insan gibi yaşayamadığı bu yıllara kayıp yıllar demeyi uygun görüyorum.
   Bu nedenle, içinde yaşadığımız bu yılı da, en azından halkımız açısından, kayıp yıl olarak görüyorum. Bunu biraz daha açayım.
   Bildiğiniz gibi, ilkbaharda dünya kış uykusundan uyanır ve bütün canlılar yeni bir yıl ve yeni bir yaşam için hazırlanmaya başlar. İlkbahar onlar için adeta bir yatırım dönemidir. Bu durumda tabii ki yaz da bu yatırımların hasadını alma mevsimidir. Sonbahar ve kışı ise aktif mevsimler olarak görmüyorum. Çünkü onlar durgunlaşma ve hasadı tüketme dönemleridir. Hatta yaşam temposunun asgariye düşürülerek bir nevi kış uykusuna girme dönemi de diyebiliriz.
   Yukarıda canlılar derken doğal olarak insanları da kastettim. Onlar da tıpkı diğer canlılar gibi ilkbaharda silkinerek yeni bir heyecanla hayata sarılırlar. Hayatın tadını çıkarma güdülerinin yanısıra yeni plan ve projeler yapıp yaşamlarını daha kaliteli hale getirme çabasına girerler. Tıpkı ilkbaharda ağaçlara su yürümesi gibi insanların kanlarına da andrenalin pompalanır. Bu yüzden bu mevsimin gelişi ile insanlar daha heyecanlı ve daha umutlu olurlar. Hatta aşık olmaya bile hazır hale gelirler!
   Ama gel gelelim bu sene böyle olmamıştır. Bu korona belası yüzünden, özellikle karantinadaki insanlarımız baharın gelip geçtiğini bile doğru dürüst anlayamadığı gibi, yazdan da umutlarını neredeyse kesmişlerdir. Adeta ''Baharı görmeden yaz geldi geçti'' diyen şarkıyı söylemeye hazırlanmaktalar! İleriyi görememe, hastalığa yakalanma, hürriyetlerden yoksun olma, ekonomik sıkıntı ve işsizlik gibi korkular nedeniyle yeni planlar ve girişimler yapamaz hale gelmişlerdir. Öyle ki tatile gitme hesaplarını bile iptal etme zorunda kalmaktadırlar. Neredeyse tüm planlar rafa kaldırılmıştır.
   Sizce böyle bir yılda yaşamaya yaşama denilebilir mi?
   Kısacası, bu yıla ''kayıp yıl'' demede haklı olduğumu düşünmekteyim. Hatta buna ''ziyan olan yıl'' da diyebiliriz.
   Kayıp yıl ne demektir bilir misiniz? Buna kendi cevabımı vermeden önce; zamanın değerini vurgulamak için, Mevlana'nın söylediği ve Mümin Sekman gibi bazı yazarların bunları modifiye ederek günümüze uyarladığı şu sözleri hatırlatmak isterim:
 
   ''Bir yılın değerini anlamak için: Sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
   Bir ayın değerini anlamak için: Erken doğum yapmış bir anneye sor.
   Bir haftanın değerini anlamak için: Haftalık bir gazetenin editörüne sor.
   Bir günün değerini anlamak için: Tezkere bekleyen askere sor.
   Bir saatin değerini anlamak için: Buluşmak için bekleyen aşıklara sor.
   Bir dakikanın değerini anlamak için: Treni, otobüsü veya uçağı kaçırmış birine sor:
   Bir saniyenin değerini anlamak için: Bir kazadan sağ kurtulmuş birine sor.
   Bir milisaniyenin değerini anlamak için: Olimpiyatlarda gümüş madalya kazanmış birine sor.''
 
   Ayrıca, ''Vakit kimse için beklemez. Sahip olduğun her dakikanın kıymetini bil. Onu bazı özel kişilerle paylaştığında değerini daha iyi bileceksin. İnsanın satın alamayacağı tek şey zamandır.'' diye de ilave etmiş Mevlana!..
 
   Şimdi de kendi söyleyeceklerimi ilave ediyorum:
   Bu kayıp yılın değerini anlamak için: Okulunu bitirmeye çalışan öğrencilere sorun.. İş arayan işsizlere sorun... Hapisteki adama sorun... Düğün planlamış gençlere sorun.. Tatil planları yapmış veya iptal etmiş olanlara sorun.. Hasadını alamamış çiftçiye sorun... Ürününü satamamış üreticiye sorun.. Bu yıl turistsiz kalmış turizmciye sorun. Bu liste uzar gider.
   Ama herşeyden önemlisi 65 yaş üstüne sorun! Bir yıl elbetteki insan hayatında önemli bir zaman dilimidir. Hele ömrünün sonuna yaklaşmış ve artık  sayılı ''bir yılları kalmış insanlar için bu süre çok daha değerlidir. Acaba bu insanlar kaç defa daha ilkbaharı ve yazı görebilecek?  Her yıl bu ülkede en az 1.1 milyon insan ölüyor. Bu demektir ki bu kadar insan bir daha ilkbahar ve yazı göremeyecek! Bir o kadar insan da sadece bir defa daha görebilecek! Yani demek istiyorum ki bu insanlar için bu yıl çok önemliydi; ama kaybettiler!
   Bir şey daha: Bu kayıp yılın sorumlusu sadece korona mı? Yani insanlarımızın hiç mi payı yok? Herkes hijyen ve sağlık kurallarına dikkat etti de buna rağmen mi korona bu kadar tahribat yaptı? Bu sorunun cevabı açık değil mi? Halkımızın maskesiz ve sosyal mesafe kurallarına uymadan nasıl hareket ettiğine üzülerek şahit olmuyor muyuz?
   Size bir soru: Tıklım tıklım dolu bir sinema veya konser salonunda yangın çıktığını düşünün. Eğer bu salon Avrupa'da veya Çin, Japonya gibi bir ülkede ise; herkes sıraya girer ve hepsi tıkır tıkır salimen dışarı çıkar. Peki, bu salon Türkiye'de ise ne olur? Ben sizin yerinize cevaplayayım: Herkes aynı anda kapıya hücum eder.. Kapı tıkanarak bloke olur.. Bazı insanlar ezilerek bazıları da dumandan boğularak ölür! 
   Yani şark kurnazlığı yapmak akıllılık demek değildir.
   İşte bu korona da şark kurnazlığını falan takmıyor. O yüzden akıllı olalım. Kurallara uyalım.
   Değerli zamanımızı hiç olmazsa bundan sonra ziyan etmeyelim.