Doğu Karaoğuz
 
Bu yazımda,“Halkın Sesi” okurlarına, Amasra’nın efsâne madencisi Edhem Ağa’yı tanıtmak istiyorum. Onun adı, Zonguldak vilâyeti kayıtlarında, “Amasra yöresinin ilk Müslüman madencisi” olarak geçer.
       O bir Boşnaktı. Buralardan çok uzaklarda, Adrtiyatik Denizi kıyılarındaki Karadağ’ın Bar Limanı’na çok yakın bir yerde, haritalarda Tudemil olarak yazılan, halk ağzında ise Togamil denilen küçük bir kasabada doğdu. Tarihler, 1840’lı yılları gösteriyordu.
       Edhem’in ailesine, “Velovicler” denirdi bu kasabada. Babası Hasan Velovic ve annesi Hanife Velovic idi.Bir de amcası ve amcaoğlu vardı çok sevdiği, Alija (Ali) Velovic ve Ahmed Alija (Ali) Velovic.
“Boşnak” sözcüğü, aslında “Bosnalı” demektir. Fatih Sultan Mehmet’in 1463’de Bosna-Hersek’i fethetmesinden sonra Müslüman olan Boşnaklar, Bosna-Hersek’te, Balkanlar’da ve Sırbistan ile Karadağ arasındaki Sancak bölgesinde yaşarlardı.O yıllarda, Karadağ bir prenslikti ve ekonomik zorluklar bir tarafa, ülkede çıkan karışıklar yüzünden zor günler geçirmekteydi. Bu durumu fırsat bilen Sırp ve Hırvat çeteleri, Boşnakları, yaşadıkları topraklardan atmak için onların köy ve kasabalarınasaldırmaya başlamışlardı, büyük katliamlar olmaktaydı…
 
SULTAN ABDÜLMECİT FERMANI
       Bu sıralarda Zonguldak… Bu yörede kömürün varlığının saptanmasından sonra, Ereğli ve Kozlu’yu da kapsamak üzere buradaki kömür ocaklarının işletimi, Sultan Abdülmecit’in 1848 yılında çıkardığı bir fermanla, Hazine-i Hassa tarafından, Galata Sarrafları denilen, çoğunluğu Osmanlı uyruğundaki İngiliz bankerlerinin oluşturduğu “The Coal Company (Kömür Kumpanyası)”adlı bir şirkete verilmişti. Böylece İngiltere, kömür havzamıza giren ilk emperyalist güç oluyordu. Bu şirket, yıllığı 30.000 kuruş ile tüm havzanın işletimini kiralamıştı.
Ancak, bu ocakların işletimi için, toprağın altına girip ölüme karşı direnecek, karanlık dehlizlerdeki kömürü sökecek işçiler gerekiyordu. Yörenin köylüleri yoksuldular, ekmek parası için her şeye katlanırlardı; ama maden ameleliği zor bir işti, deneyimsizdiler ve bir tarafta ölüm vardı, her an onları bekleyen…
 
İNGİLİZ ŞİRKETİ GEMİLERLE MADENCİ GETİRDİ
Bunun üzerine, İngiliz şirketi, maden işçiliğinde deneyimli insan gücü sağlamak üzere, Zonguldak havzasına, Karadağ ve Hırvatistan’dan işçi getirtme yolunu seçer. Ve böylecebir gün, Karadağ’ın Bar Limanı’na bir gemi demir atar, Zonguldak madenlerinde çalışacak insanları Osmanlı’ya götürmek üzere.Ekonomik zorluklarla boğuşan Karadağ’da birçok genç bu işe heveslenir tabii. Bunların arasında, Edhem’in amcaoğlu Ahmet Alija (Ali)Velovicde vardır.
Aslında Ahmed Ali deneyimli bir madenci sayılırdı; çevredeki bir kömür ocağında aylarca çalışmış ve bu işi öğrenmişti. İngiliz şirketi onu hemen listeye alır ve uzun bir deniz yolculuğundan sonra, Kozlu’daki ocaklarından birinde amele olarak işe başlatır. O sırada Kırım Savaşı (1853-1856) başlamıştır ve bu savaşa katılan İngiliz ve Fransız gemilerinin kömür ihtiyacı bu yöredeki ocaklardan sağlanmaktadır. Ahmed Ali bu ocakta canla başla çalışır, kısa zamanda kendini gösterir. Her geçen gün inanılmaz deneyimler yaşar, iyi bir maden işçisi olabilmak için büyük çabalar harcar. Öyle ki,sabahları gün doğmadan ocağa girilmekte, gün batımından sonra ocaktan çıkılmaktadır; yâni güneş yüzü görmeden kazma sallamaktadırlar yedi kat toprağın altında…
 
İLK OCAK ÇAVUŞU AHMET ALİ
     Böylece aradan yıllar geçer; beş yıl kadar sonra Ahmed Ali çalışmasının karşılığını nihayet görür; onu ocak çavuşu yaparlar. Karadağlılar arasında çavuşluğa yükselen ilk kişidir Ahmed Ali.Artık memleketeondan iyi haberler gitmektedir; hatta aldığı aylığın bir kısmını babasına gönderme imkânını bile bulur.
 
       O sırada Karadağ’da, Hırvatların ve Sırpların neden olduğu çatışmalar, katliamlar devam etmektedir. Amcaoğlundan gelen iyi haberler üzerine, Edhem Velovic “Acaba ben de mi oralara gitsem?” diye düşünmeye başlar bir taraftan…
Derken hiç beklenmedik bir olay olur: Babası Hacı Hasan Ağa, Edhem’in aynı mahalleden bir kızla evlenmesini hiç istemez, mâni olur. Edhem’se çok ister bu evliliği. Babasına kızıp, “Öyleyse bende çeker giderim” der ve Kozlu’daki İngiliz şirketine amele bulmak üzere gelen bir gemiye atlayıp, soluğu amcaoğlunun yanında alır. Tarihler 1861 yılını göstermektedir..
Ahmed Ali tabii sevinir bu işe; artık ocak çavuşudur, sözü geçmektedir orada, Edhem’i Kozlu ocağındaki kendi ekibine alır. Böylece, birlikte çalışır, hiç ayrılmazlar. Ahmed Ali, maden işçiliğinin bütün inceliklerini bir bir Edhem’e öğretir. Bir süre sonra, Edhem de bilgisiyle, deneyimiyle tanınan biri olur ocakta.
 
ÜZÜLMEZ OCAĞINA GEÇİŞ
       Bir gün, Zafiropulos firması tarafından işletilen Üzülmez ocaklarındaki Karadağlı hemşerilerinden, orada işçilere daha yüksek yevmiye verildiğini öğrenirler. Kozlu ocağında ise işler pek iyi gitmemekte, aylıkları bile zamanında ödenememektedir. Teklif alınca, iki amcaoğlu hiç düşünmeden Üzülmez ocağına geçerler. Ahmed Ali zâten ocak çavuşudur, Edhem ise vasıflı işçi olmuştur artık.
Zonguldak yöresi, o yıllardabiraz daha gelişmiş, Üzülmez’den getirilen kömürün  temizlenmesi için ilkel bir lavuar bile yapılmıştı. Ancak, halâ doğru dürüst bir yerleşim merkezi değildir. Eski yazışmalarda, buradan “Zongöldag nam mevkii” diye söz edilmektedir. Daha doğrusu, Ereğli’ye bağlı Elvan köyünün bir sahil mahallesidir Zonguldak.
Ahmed Ali ve Edhem, bu iki Karadağlı Boşnak, Üzülmez ocaklarında çalışmaları ve dürüstlükleriyle kendilerini gösterir;öyle ki, bir süre sonra, Ahmed Ali ocak başçavuşu olur, Edhem de çavuşluğa yükselir. Ereğli sancağına bağlı kumpanyalar arasında başçavuşluğa seçilen ilk Müslüman madencidir Ahmed Ali.
 
GRİZU PATLAMASI
Ancak, her şey iyi giderken, bir madencinin başına gelebilecek en büyük felâketlerden biri onların başına gelir. Madencilerin “Ateş Nefes”diyetanımladıkları grizu patlamasıdır bu.
O sırada, Ahmed Ali ocak ağzında, Edhem ise girişe yakın ayaklardan birindedir. Edhem, bulunduğu yer çökmeden, sallanan direklerden birine can havliyle tutunur ve kendini yan taraftaki çıkıntıya doğru atar. Karşıya atlarken elindeki gaz lâmbası bir tarafa gider, zifîri karanlığın içindedir artık. Uzaktan sesler duyar, o tarafa yönelir ve galerinin içinde kendini bulur. Ortalık ana-baba günüdür. Acı acı bağıranlar, ağlayanlar, yaralılar  arasında bütün gücüyle ocak ağzına doğru koşmaya başlar.
Ahmed Ali ise, ocak ağzından içerlere kadar girmiş, tahlisiye(kurtarma) ekiplerini yönetmektedir. Edhem’in yarasız-beresiz karşıdan gelmekte olduğunu görünce, dünyalar onun olur, iki amcaoğlu sımsıkı kucaklaşırlar. Bu acı olay, tüm yaşamları boyunca hiç unutamayacakları kahrolası bir anı olarak kalacaktır belleklerinde…
 
KİLİMLİ OCAĞI
       Kazancakis adlı bir Rum’un şirketin büyük hissedârı olmasıyla, çalıştıkları şirket bir süre
sonra Kilimli’ye el atar; orada açılacak yeni ocakların  başına da  Ahmed Ali Başçavuş  tâyin
edilir. Edhem Çavuş da beraberindedir, birlikte oraya yerleşir, aynı ocakta çalışırlar.
       Ahmed Ali’nin yaşamı, ayrı bir uzun öyküdür. “Karaelmas’ın İlk Madencileri” adlı kitabımda onun yaşam öyküsünü ayrıntılarıyla anlatmıştım. Bu yazımın konusu Edhem Ağa olduğu için, Ahmet Ali’yle ilgili daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Yalnız şunu belirtmeliyim:
Ahmed Ali, bilgisiyle, aklıyla, bileğinin gücüyle, birikimiyle zaman içinde çok çalışır, didinir ve sonunda kendi ocağını açmayı başarır. Kilimlili bir hanımla evlenir, altı çocuğu ve varlıklı bir yaşamı olur. Bugün maden mühendislerince bilinen “Ahmed Ali Bağı” tekniği ondan kalmadır.“Kömür damarını en iyi koklayan adam” sözü de yıllar önce onun için söylenmiştir.
1907 yılında yaşamdan ayrılan Ahmed Ali Ağa’nın İncivez Mezarlığı’ndaki kabrinde şunlar yazılıdır: “Genç iken girdim madene, oldum ihtiyar / 55 yıl (madende) eyledim sıhh-ı baliğ (sağlıklı yaşadım) / Ceher!” Arapça bir sözcük olan “ceher”, “gün ışığı görmeden” demektir.
 
KENDİ OCAĞINI AÇMA
       Şimdi gelelim tekrar Edhem’in, Edhem Ağa’nın yaşam öyküsüne. Edhem üç yıl kadar amcaoğluyla birlikte ocaklarda çalıştıktan sonra, “Rumların, Ermenilerin kendi ocakları var, benim niye olmasın” diye düşünür ve o güne kadar biriktirdiği 33 Osmanlı altınıyla yollara düşer; çifte kürek çekilen bir kayıkla Amasra’ya gelir. Atla, bütün çevreyi,tepeleri, ovaları, kıyıları günlerce gezer, kömür damarlarının “mostra” denilen yeryüzündeki uzanımlarını aramaktadır. Uzun araştırmalardan sonra, açacağı ocak için kararını verir; burası Tarlaağzı koyu sahiline yakın bir yerdedir. Yakındaki Gürleyik köyünden amele olarak çalışacak insan gücünü ve Çınarlı’daki bir ocaktan gerekli malzemeyi bulur. Ağacın en sağlamı olarak bilinen meşeden tahta kürekler yaptırır ve kısa zamanda ocağa ilk kazmalar vurulur. Ancak, günler, aylar, yıllar geçer, kömür damarına ulaşamaz. Aradan altı yıl geçtikten sonra gücü tükenir, bütün birikimi erimiş gitmiştir. İşi bırakma kararı verdiği gün kazılan son ayaktakazma seslerinin değiştiği, bir kömür damarının kesildiği haberi gelir. Talihi dönmüş,devlet kayıtlarında 140 numara ile “Madenci Edhem Ağa” adıyla kayıtlı bu ocakta aradığı kömürdamarını bulmuştur sonunda.
       Yeniden büyük bir gayret ve heyecanla işe sarılır; ocağın içine tahta raylar döşenir, Çınarlı’daki ocaktan birkaç yeni vagon ve deneyimli ameleler alır. Mavnalara yüklenecek kömür için sahile demir bir iskele yaptırır. Böylece, kömür sevkiyatı başlar Tarlaağzı koyundan. Takvimler 1870 yılını göstermektedir.
 
  
Edhem Ağa’nın 140 no.lu Tarlaağzı kömür ocağı
 
       Yıllar geçer, Edhem Ağa Amasra’nın sayılan, sevilen bir kişisi olur. Ocak işi, o yörenin insanları için bir iş kaynağı olmuştur. O sıralarda, Amasra ve çevresinde Rum ve Ermeni unsurlar tarafından çalıştırılan 10 kömür ocağı vardır. Bunların arasında, Edhem Ağa, Zonguldak vilayeti kayıtlarında belirtildiği gibi, bu yörenin ilk Müslüman madencisidir.
 
KARADAĞLI GELİN: DİLBER HANIM
       Gençliğinde bâzı gönül maceraları geçirmiş olsa da, işten-güçten evlenmeye vakit bulamayan Edhem Ağa’ya, yaşı 30’u bulduğunda, Karadağ’dan Boşnak güzeli bir gelin gönderilir. Yirmi yaşındaki Elif’e, Gülliye Dilber adı verilir Amasra’da. Daha sonraları ise,
sâdece Dilber Hanım denilecektir.
1880 yılında evlenirler. Beş çocukları olur, sırasıyla, Ayşe, Vasfiye, Fatma, Hakkı ve Nebile. Ayşe’yi çok küçük yaşta kaybederler; diğer çocukları ise Amasra’ya kök salarak filizlenen bir ailenin, Edhem Ağa ailesinin ataları olurlar.
       Bugün Amasra’da, bu şehrin tarihî yapıtlarından biri olarak bilinen bir taş bina vardır. Şimdilerde, “Edhem Ağa Konağı” deniliyor, turistik broşürlerde ve belediyenin kayıtlarında da böyle yazılı. Yaz günleri çocukluğumu ve ilk gençliğimi geçirdiğim bu eve, biz konak falan demezdik, kimse de demezdi. O binanın adı sâdece “Edhemağalar”dı, halk ağzıyla “Etemâlar”.
Edhem Ağa, bu üç katlı, büyük taş binanın plânlarının yapımı için,halaoğlu İbrahim Ağa’yı (İbrahim Drakovic’i) görevlendirip İstanbul’a gönderir. İkisi kafakafaya vermiş,binanın, Karadağ Prensi 1. Nikola’nın Kotor’daki yazlık köşküne benzemesini düşünmüşlerdir. İbrahim Ağa, İstanbul’dan plânlarla  döner ve binanın inşaatına 1888 yılında başlanır. Safranbolu’nun Bulak köyünden getirtilen Rum ustalar işbaşındadır; ayrıca çevredeki taş ocaklarından mermer ve aktaş, Filyos’tan kereste getirtilir. Türk Ampiri denilen bir üslûpla yapılan binanın inşaatı 1890 yılında tamamlanır. Demek ki, bugün itibâriyle 126 yıllık bir tarihi vardır bu asırlık çınar ağacının.
 
 
Edhem Ağa Konağı
 
       Edhem Ağa ve amcaoğlu Ahmed Ali Ağa, nerdeyse tüm Boşnaklar gibi sarışın, açık tenli, boylubosluydular. Yâni, bu yörelerin insanlarına pek benzemezler, bu görünüşleriyle hemen dikkati çekerlerdi. Ayrıca, iyi Müslüman’dılar, dürüsttüler, kul hakkı yemekten çok korkaklardı. Ocaklarında çalışan tüm amelenin hakkını kuruşuna kadar veren insanlardı.
 
DİNİ İTİKATLARI KUVVETLİYDİ
Edhem Ağa’nın yaşamı boyunca içki kadehini hiç ağzına değdirmediği biliniyor. Tabii masasında içkinin lâfı bile edilmezdi. Bundan başka, çok kullandığı telefona “şeytan icâdı” dediği de bilinmekte. Amasra ile madeninin bulunduğu Tarlaağzı arasına çektirdiği 4 km.lik telefon hattının iki ucunda birer adamı bekler, kendisi de ahizeye ve telefon cihazına elini sürmeden, talimatlarını bu adamlara bildirir ve işini böyle görürmüş, böyle anlatılıyor.
       Edhem Ağalar dost canlısı insanlardır; evlerinde ağırladıkları misafirlere gösterdikleri saygınlık Boşnak geleneklerinden gelmedir. Örneğin, zamanın madencileri, Pandelâki, Setrak Pembeciyan Efendi, Cevahiroğlu Bodasaki, Sarıcazâdelerden Şâkir Efendi, Cafer Efendi, Dostumoğlu Mustafendi, Maksut Efendi yakın dostları arasındaydı.
       İstiklâl Savaşı yıllarında, İnebolu ve Zonguldak’ta olduğu gibi, Amasra üzerinden de Kuvay-ı Milliye’ye her türlü cephâne ve savaş malzemesi sevkiyâtı yapılmaktaydı. Rusya’dan Kuvvacılara yardım olarak verilen askerî malzemeyi almak üzere oraya boş olarak gönderilen gemiler, özellikle Edhem Ağa, Pandelâki ve Setrak Efendiler’in ocaklarından, askerî malzeme karşılığı hibe edilen kömürle dolu olarak yola çıkıyorlardı.
 
KUVAY-I MİLLİYE MACERALARI
       12 Temmuz 1920 tarihinde, Amasra’dan Ankara’ya, “Ankara’da Büyük Millet Meclisi Riyâset-i Celilesi’ne” başlığını taşıyan bir telgraf çekilir. Bu telgrafta, “Büyük Millet Meclisi’ne yapılacak para yardımının nasıl gönderileceği” sorulmaktaydı. Makbuzunda, “Devlet-i Osmaniye Müraselât-ı Teahhüdiye” kaşesini taşıyan bu telgrafın altında “Madenci Edhem Ağa” imzası vardı. Ailecek Kuvay-ı Milliyeci idiler. Örneğin, Edhem Ağa’nın oğlu İsmail Hakkı Efendi, 19 Temmuz 1920 tarihinde, Amasra’da Kemâl (Samancıoğlu) Bey başkanlığında kurulanKuvay-ı Milliye müfrezesine katılmış ve adı bir Kuvay-ı Milleyeci olarak Amasra tarihine geçmiştir.
 
ZONGULDAKLI HAKKI AĞABEY
1950’li ve 60’lı yıllarda, Zonguldak’ta, Gazipaşa Caddesi’nde, İstanbul Pastanesi’nin tam karşısında bir bakkaliye ve şarküteri dükkânı vardı. Bu dükkânın girişinde, üstte, kocaman harflerle yazılmış bir “Hakkı Ağabey” yazısı dikkati çekerdi. Hakkı Ağabey, Edhem Ağa’nın tek oğlu İsmail Hakkı Özkömür idi. Babadan kalan kömür aşkıyla “Özkömür” soyadını almış ve ileri yaşlarda bu dükkânı açarak Zonguldak esnafının sevilen bir kişisi olmuştu, eskiler hatırlayacaktır.
 
Edhem Ağa’nın tek oğlu İsmail Hakkı Özkömür
 
ŞİRPENÇE’DEN ÖLDÜ
Edhem Ağa 1921 yılında, 78 yaşında yaşamdan ayrıldı. Şirpençe denilen bir kanser türüne yakalanmıştı. Boğazında çıkan çıbanlarla pençeleşiyor, büyük ağrılar içinde yaşam savaşı veriyordu. Hekimler, ilaçlar da bir çâre olamadı; gün geldi, öyle bir süreç içine girildi ki, artık ne yapılsa fayda etmiyor, çektiği acılardan kurtulması için sâdece dua ediliyordu.“Rüzgârın Getirdiği…”adlı kitabımda, onun son anlarını şöyle yazmıştım:
 
“Yaşamının son anlarında, birden yüz hatları sâkinleşti Edhem Ağa’nın. Sanki çektiği tüm acılar dinmiş, sanki yaşamından hoşnut kalan birinin dünyaya güler yüzle bakan ifadesi belirmişti yüzünde. Uzaktan, hafiften bir takım seslerin gelmeye başladığını duydu. Kazma sesleriydi bunlar, çok iyi bildiği kazma sesleri… O tarafa doğru yürüdü, yaklaştıkça o sesler büyüyordu. Kazmalardan birini kaptı, var gücüyle karşısındaki kömür damarının kalbine sapladı. Büyük bir kömür kitlesi ayrıldı damardan ve ayaklarının önüne düştü. Bu son vuruşuydu Edhem Ağa’nın, o anda son nefesini verdi.”
Amasra’da, bugünkü PTT binası ve çocuk parkının bulunduğu yerler o yıllarda mezarlıktı. Edhem Ağa’nın cenazesi, selvi ağaçlarının altındaki bu mezarlığa defnedildi. Kendinden 5 yıl önce yaşamdan ayrılan eşi de buradaydı. Bütün Amasralılar, Bartın ve Zonguldak’taki yakınları, madenci dostları, Amasra tarihine bir efsane gibi adı yazılan bu adamın cenaze törenine geldiler. 
Gittikçe gelişmekte olan Amasra’da, bu mezarlık 1933 yılında daha ötelere, Çelebi Tarlası denilen yere taşındı. Mezarlık yeri de, Cumhuriyetimiz’in kuruluşunun 10. yılında çocuk parkına çevrildi ve o günün anısına parkın merkezine bir Atatürk büstü konuldu.
 
 
Edhem Ağa hasta yatağında, başında oğlu İsmail Hakkı ve kızı Nebile.
 
        Edhem Ağa’nın, eşi Gülliye Dilber Hanım’ın ve ailenin diğer fertlerinin mezarları da Çelebi Tarlası’ndaki yeni yerlerine nakledildi. Bir aile mezarlığı görünümündeki bu bölüm eski bir duvarla diğer mezarlardan ayrılmış olup, mermer bir plaka üzerinde “Edhem Ağa Kabristanı” yazmaktadır.
 
       Amasra Belediye Başkanlığı’nın, bu mezar yerini koruma altına almasını ve mezarın üzerine, “Amasra Yöresinin İlk Madencilerinden Edhem Ağa (1843-1921)” yazısı yazılarak, şehrin tarihine geçmiş bu efsane adamın anılmasında ilk adımı atmasını içtenlikle diliyorum.
 
 
 
Doğu Karaoğuz, 15 Ağustos 2016