Vaah! Benim cennet ülkemin değerli insanları, toplumumuz önüne konulan, hangi düşünceler de, neyi anlayacağını, neye önem verileceğini şaşırdı. Şaşırtılıyor. Yarım buçuk eğitimle, cehalet batağına bırakılan aç, işsiz, yoksul, yoksun, insanlarımız kah terörle, kah, din ile, kah, geçmişimizle, kah dilimiz Türkçe ile gündemlenip oyalanıyor…  Bakınız, Alman bilim adamı GOETHE, ne demiş; ” Eyleme geçmiş cehaletten korkunç bir şey yoktur…” Cahiller, akıllı insanların bin yıl önce yanıtladığı soruları sorarlar” diyerek, ülkemizin bugünkü haline yanıt vermiş. Ülkemizi yönetmek için seçilen bu siyaseti böylesine anlatan, bir bilim adamı özdeyişi, bize ne kadar geri kaldığımızı, ne de güzel anlatıyor.

Konuşulması zorunlu, temel olan konular varken, çözülememişken, halkımızın okuma, anlama, düşünme eksikliği, ülkemizi ne hale getirdi. Çağdaşımız ülkelerin seviyesine çıkacakmışızzz… Böyle mi? Bilgisiz bir topluma ne söylenirse, doğru zanneder. Şu hale bir baksın, azıcık eğitim almış, aklını çalıştıran, bu şaşkın iktidara oy vermiş, vermeyi düşünen zavallı, kendini Müslüman sanan, ey “sürüleşmişlerimiz..”Kur’ an ayeti ”den… Din nedir? Dil nedir? Yazı nedir? Önemleri nelerdir? Eğitim nedir? Öğretim nedir? İnsan nedir? Vatan nedir? Milli gelir nedir? Milliyetçilik ne demektir? Halkçılık nedir? İnkılap nedir? Inkılap nedir? Devlet nedir? Devletçilik nedir? Adalet nedir? Niçin vardır? Anayasa nedir? Yasa nedir? Niçin vardır? Bilim nedir? Din ile bilim arasındaki bağlılık, ayrılık nedir? İlişki nedir? Fıtrat, yaratılış sözcükleri karışıklığı niçin önümüze sürülür? Siyaset nedir? Özgürlük nedir? Bağımsızlık nedir? Değerli kardeşim bu sorulara cevap, yanıt verebilecek düzeyde öğrenimli, eğitimli isen, ancak, geleceğine sağlıklı, sağlıkla uzanabilirsin… Önüne konulan demokrasi sandığında, nereye, niçin, oy tercihi yapacaksın? Düşünmeden, Milli üretimden, gelirden, gerekli geçinme payını almayı düşünemezsin. Hırsızlıkların, çalmaların, sana zararının ne anlama geldiğini çözemezsin, şaşırırsın. Hakkının varlığını isteyemezsin, korkutulursun, pusarsın, sömürülürsün, garnım doysun, Yarabbi şüküre razı edilirsin. Mutluluk hakkını alamaz, arayamazsın. vs… Okumazsan, okuduğunu anlayamazsan, ibadetini de doğru yapamaz, yanlışlıkla Allah’a karşı günah batarsın. Anladığını savunacak yerini de seçemezsen, daha çoook ezilirsin. Aldanırsın…

Bu günlerde gündemine sokulan din, dil, yazı, tartışmaları yapay “suni” doğal olmayan, din, dil, yazı tartışmaları, bulanık suda balık avcılığıdır, “kurt dumanlı, puslu havada avlanmayı, sever” politikalarıdır. Anlamanı istemedikleri için, sürekli bulandırıyorlar… Şimdi;

DİL nedir?

Dil, toplumları oluşturan insanların birbirleriyle anlaşması için, herkesin anlamını bildiği, ayni kelimelerle-sözcüklerle harfleri sesleri kullanmalarıdır. Konuşuşlarıdır. Bir Japon, Türkçe, bir Türk Japonca bilemez. Dünyamızda çeşitli toplum ve devletler vardır, ayrı diller kullanırlar. Çince, Arapça, Rusça Türkçe, İngilizce gibi. Bu diller bugün,  birbirine net çevrilir de her kurulmuş devletin ortak dili vardır, ayrı dil konuşanlar olsa da.. Ancak, Çin düşünürü ve din kuramcısı Konfüçyüs; “Bir devleti oluşturan insanlar ayni dili kullanırlarsa, daha güçlü, birbirine bağlıdır, yıkılmaz ” Der. Anayasal dilimiz Türkçedir. Dinsel Dua, ibadet konuştuğun dil ile yapılırsa daha geçerlidir. Makbuldür.      

Yazı nedir?

Toplumları oluşturan insanlar, birbirleriyle konuşurken, anlaşırken, iletişim için, akıllarının buluş, icat yaptığı, resim ve çizgilerle, seslerini şekilleştirerek önce taşlara, çamurlara, derilere, kalıcı olabilecek şekilde yazabilmeyi, yaratıcılıklarıyla başarmışlardır. İlk yazıyı Sümerler bulmuş, biliyoruz dünyada. Çivi yazısı. Sonra, Türklerin Göktürk yazısı, Uygurların Uygur yazısı, Arapların Arap yazısı, Mısırlıların Hiyeroglif yazısı, ve Inka medeniyetlerinin yazıları, Fenike, Çin yazısı, Latin vs. Her toplum konuştuğu diline, seslere göre, harfleri seçip, kendilerine alfabe kurmuşlar, kullanmaya başlamışlar.  Yazı din değildir. Her yaşayışlarını, inançlarını geleceğe taşıma aracıdır. Akılları düşünebilmiş, taşlara, tabletlere, yapraklara, kağıtlara elle, çiviyle aletle veya matbaayı icat ederek yazıp, kitaplarla çoğaltmışlar, bilgiler, böylece bizlere kadar taşınmıştır..

Din nedir?

Beynindeki aklı, en iyi kullanan, düşünen varlık, yaratık insandır, bilinir, olsa da, diğer canlılarda da var..   İnsanoğlu gözlerini dünyaya açtığında, aklını çalıştırmaya, yürütmeğe başlayınca;  kim, beni, bu alemi, canlıları yarattı diye, aramak gereğini duyar. Veya, o aklı veren, düşündürmüş, nedenini buldurmuş. Düşünürken, deha akıllı insanlara verilen duyumla, serzenişle, vahiyle, ilhamla, rüya ile söylendiği veya melek elçi aracılığı ile seslendiği, Yaratıcı, Tanrı, Rab, Allah, Huda’nın elçi olarak seçtiği peygamberin, Yaratıcı’ dan, yanlış yaşam şekillerine karşılık, aldığı öğüt ve bilgilere, uyarılara, doğru yaşam diye kabul gören davranışlara Din denir. Bu bilgiler huzur içinde yaşayış biçimi olarak kabul edilmiş, bellenmiş yazılmış, kitaplaştırılmıştır zaman içinde. Beğenilmiş, korunmuş, okun muş, korkulmuş, uygulanmış veya ret edilmiştir. Zamanından günümüze dek de, yine değişik elçilerle de yenilenmiştir. En belirgin olarak dinler gerçeğinde; İlkel toplumlarda çok Tanrı’lı dinler, Tek Tanrılı dinler ve Kitap’lı dinlerdir. En eskileri, Çin uzak doğu dinleri Budistlik, Konfüçyüs’çülük, Hinduizm, Arap yarımadasında Sami kavimleri dinleri, Hz. İbrahim’den Hz. Davut, Zebur,la devamı Hz. Musa Tevrat’ la, Musevilik, ardından Hz. İsa  İncil İle Hıristiyanlık, ardından Hz Muhammed Kur’ an ile Müslümanlık, İslamiyet, günümüzde pek yaygın olmasa da en son, Bahailik dinleri dünyamızda hüküm sürmektedir. Son Dinler, tek bir Yaratan olduğu,Tanrı, Allah, veya her ayrı ülkede, ayrı bir isimle söylenerek, en güzel yaşama, yaşam biçimi olarak öğütlerini sunduklarına inanılan dinlerdir. Bu öğütler, sunulan yaşam kuralları, uyarılar DİNDİR. Dinlerin yazıldığı yazı biçimleri ile bağlantısı olamaz. Yazı ve dil, din değildir, olamazda, çünkü, sapkın insan, bozuk ahlak topluluklarına gönderildiğine inanılan vahiysel anlamlar, insanca yaşama, iyi ahlak, güzellik, adalet, barış, huzur oluşturucu öğütlerdir. Bu netlikte Kitap’ları da açık bir şekilde hangi elçiye gönderildiyse onun anladığı dil ile anlatılmıştır. Kullandıkları yazıyla yazılmıştır.    

Yıllarca ve bugünlerde ve hala ülkemizde İslamiyet diye; Arapça ve Arap yazısı algılatılmaktadır. Bu, Kur’ an ve göndericisiyle çelişmektedir ve şirktir. Allah, Tanrı, yarattığı her canlının konuştuğu dilinden, gönlünden geçenlerden haberdarım derken; Hanefi mezhebi yorumcusu, İmamı Azam Ebu Hanefi de, her millet, kendi konuştuğu dil ne ise, onunla ibadetini yapar, sakıncası yoktur ve daha makbuldür demiş. Okunuşunu, anlamını bilmediğin ayetleri okuyorken HİÇ okuyorsun. Ve eğer anlamak istersen ey Müslüman anladığın dil ile OKU! Anlamını bilmediğin dil ile oku denirken, sana deniyor ki; “Sen Kur’ an’ da ki, İslami gerçekleri, öğütleri, bildirimi, öğrenme, cahil kal” deniyor.

Çünkü öğrendiğinde bu tarikat ve cemaatlerin içinde yer almazsın, seni istedikleri gibi yönlendiremezler. Ben isterdim ki, Camilerimiz duvarlarına yazılanlar ayni güzellikte, Türkçeye çevirisiyle yazılmış olsaydı, ibadete gelen okurdu ya.. Bir camimizde gördüm, Hz Peygamberin hayatı bizim alfabemizle yazılmış ve okunuyor. Günah mı olmuş..acaba?

Şimdi, TBMM si başkanımızın bir demecinden bir başka açıklamayı alalım buraya; Sayın Cemil Çiçek şöyle demiş; ”İslam dünyası çok ciddi bir bilgi kirliliğiyle karşı karşıya. Bu bilgi kirliliğinin önemli bir kısmı da, dini alan da yaşanıyor. Bunu görmemiz lazım. Konserve çeşidinden fazla Müslümanlık çeşidi çıktı. Şimdi bunun bir kalitesi, standardı olması gerekmez mi? “ 11 Aralık 2014 Hürriyet Gazetesi sayfa 18”

Günaydın! Sayın Çiçek.. Soralım kendimize, hangi tarikat, cemaat, mezhep, İslamiyet’ tir ? Kur’ an da bu mezhep ve tarikatlar var mı? Hangi Kur’ an çevirisi, ülkemizde gerçek dinimizi anlatır? O topladığınız Şura da, din nedir? İslamiyet nedir? Millet duya, duya bir tartışılsın ki, biz de anlayalım OLMAZ MI?  Ama çok çeşitli, derin bilgili yorumcu, düşünen, anlayan, ilahiyatçılar çağrılarak gerçekleşmelidir.                                               

Dil ayrı, yazı ayrı, insan hangi ırktan, renkten olursa olsun, inandığı dinin ne demek istediğini öğrenmek için kendi diliyle okumalıdır Ülkemizde. Arapça ve Arap yazısı DİN de değildir. Onu öyle oku “sevaptır” diye inandırılıyor. Bu Kur’ an’ a da hakarettir.  Arapça ve Arap yazısı, Arap milletinin kullandığı dil ve yazıdır. Eski Türkçe de değildir. Osmanlıca’ da, Türkçe değildir. Arapça, Farsça, Türkçe karışımı bir uyduruk Osmanlı saray dilidir. Lise de okuduk, bir kelimesinden bi kob  bile anlayamadım. Zamanında da, Anadolu’da da öğretile memiş zaten. Bu günlerde bunların gündeme taşınmasının nedeni; iktidarın oyalama, gün dem değiştirme taktiği, bunları konuş, düşün ve başka düşünme..dinleme… dercesine.. gündemlemedir.

Rahmetli Babam, köyümüzde bazılarının şaşkınlık hallerinde ki davranışları için; derdi ki;  “İnsan şaşırınca beygir gibi yellenirmiş oğlum.” derdi… Kibar olarak da bu gündemler, şaşkın ördek vaklaması bence 21. yüzyılda… Ne diyelim, edelim, ALLAH akıl verdim, düşün araştır, ibret al, bilimle uğraş demiş amma, bunlar okutmazlar, işlerine gelmiyor, anlamasınlar, öğrenmesinler, görmesinler diyorlar efendim.  2015 kar beyazı güzellikte barış pırıltılı geçer bir değişimlere sebep olur inşallah… Saygılarımla…   OCAK 2015