Bir önceki yazımda söz verdiğim gibi, bu gün madenci öykülerinin 2. bölümünü yazacağım.
   Önce 1. bölümü okumayanlar için hatırlatmada bulunsam iyi olacak.
   Bu öyküler, meslekte en az 40 yıl hizmet vermiş maden mühendislerinin anılarını toplayıp, editörlüğünü yaptığım ve ''Anılarla Madencilik'' adıyla Maden Mühendisleri Odası tarafından bastırılan kitabımdan alınmıştır. Genellikle trajik olan madenci anılarının içinden sizleri gülümsetebilecek, nispeten komik sayılabilecek, adeta kısa öykü (anekdot) tadındaki anılardan seçilmiştir. Amaç, evlerde hapis olduğunuz bu kara günlerde sizlere biraz hoşça vakit geçirtebilmek..
  
    Bu bölümde üç öykümüz var. Birinci öykü  İLTAN ÖKTEM'den.
 
   1988 yılında, DSİ Genel Müdürlüğü adına sondaj makinaları satın alımı için, Almanya'ya bir teknik gezi düzenlenmişti. Gezimizin tercüman ve ekip şefi Almanca bilen, 2000 yılında kaybettiğimiz, burada saygı ve rahmetle andığım, maden mühendisi ve ilk sondajcılardan Sayın Fehmi Koç idi.
   Fabrikaları ziyaret ederken ve gezinin tanışma faslında, fabrika yetkilileri bize bilgi veriyor, sohbet ediliyor ve karşılıklı fıkralar anlatılıyordu. 
   Bir gün, yine bir fıkra anlatma faslında, Alman yetkili bir fıkra anlattı ve Fehmi Koç'un bize tercüme etmesi için sözü ona verdi. Koç, tercümeye başladı. Biraz anlattı. Fakat espriyi herhalde anlayamamıştı. Bize tam olarak anlatamayacağını anlayınca; ''Bana bakın'' dedi. Ardından, ''Ben fıkrayı anlayamadım. Şimdi sizlerden anlamış gibi müthiş bir kahkaha bekliyorum. Beni rezil etmeyin!'' dedi.
   Bizler öyle bir kahkaha patlattık ki Alman yetkili mest! O bizden daha yüksek sesle kahkahalar atıyor, bize bakıp gülüyor, biz ona bakıp gülüyoruz. Böylece kahkaha krizine girip dakikalarca güldük.
   Bu vesile ile Alman yetkilinin fıkrasından daha güzel ve sıcak, yeni bir fıkra doğmuş oldu!
 
   İkinci öykü de YENER CANDER'den.
 
   40 yıllık meslek hayatımda şüphesiz ki çok olaylar gördüm, çok anılarım oldu. Bunlardan birini paylaşmak istiyorum.
   1970'li yılların sonlarında sanayi ve teknoloji müdürüydüm. O tarihlerde Maden İşleri Genel Müdürlüğünün illerdeki görevlerini bizim daire yapıyordu. Ruhsat müracaatları, şikayetler ve ihbarlar ile ilgili faaliyetleri biz yürütüyorduk.
   Bildiğiniz gibi, 6309 Sayılı Maden Kanununa göre, henüz koordinat ile ruhsat müracaatı yapılamadığından, ruhsat sınırları arazide mevcut sabit noktalar ile belirleniyordu. Nirengi noktaları olarak; hükumet konağı, cami, türbe, çeşme gibi sabit yerler ruhsat sahasının sınırlarını belirliyordu.
   Mücavir (yan, bitişik, komşu) 2 krom sahasından birinin sahibi, komşu ruhsat sahibinin kendi ruhsat sahasına tecavüz ederek buradan krom üretimi yaptığını ve bunun durdurulmasını istedi. Biz de yanımıza bir harita mühendisi de alarak ruhsat sahasına gittik.
   Ölçümleri yaptık. Sınırı bir türbe belirliyordu. Şikayet edilen şahsa, üretimin tam sınırda olduğunu ve bundan sonra diğer sahaya geçeceğini, bu nedenle o yöne doğru daha fazla üretim yapmamasını ve türbeyi geçmemesini söyledik. Ve oradan ayrıldık.
   Aradan iki ay gibi bir zaman geçti. Yine aynı şikayet yapıldı. Tekrar sahaya gittik.
   Yaptığımız ölçümlerde türbenin 200 metre kadar diğer sahaya taşındığını, ruhsat sınırı bu türbe noktası olduğu için buna göre üretimin kaçak olmadığını; ancak, türbenin ilk yerine göre de kaçak üretim olduğunu belirledik.
   Kaçak üretim yapan ruhsat sahibine, '' Senin ruhsatının sınır noktası türbenin eski yeri idi. Ama sen türbenin yerini değiştirmişsin. Niye yaptın?'' diye sorduğumda; ''Müdür Bey, bu türbede yatan zat Allah'ın bir evliyası, ermiş bir insan. Kendisi yer değiştirmişse ben ne yapabilirim. Demek ki ruhsat alanımı büyütmek istemiş!'' dedi.
   İşte bizim bazı madencilerimiz böyle pratik çözümler de üretebiliyor!
 
   3. öykü öykü de ORHAN ÇAKIR kardeşimizden.
 
   1970-1972 yıllarında, TKİ Tunçbilek Açık Ocaklar baş mühendisi olarak çalıştığım dönemde idi.
   Merkezden uzak bir panoda çalışan bir dozer operatörüne yapacağı işi anlattım ve iş yerine gönderdim. Bir iki saat sonra kontrol için oraya gittim. Gittiğimde dozerin çalışır vaziyette olduğunu ama hiçbir iş yapılmadığını gördüm. Operatöre kızarak fırçaladım ve oradan ayrıldım.
   Aynı panoya 1-2 saat sonra tekrar gittiğimde, operatör beni uzaktan görünce, kızacağımı bildiği için, namaz vakti olmamasına rağmen namaza durdu. Ben de başında durdum ve namazın bitmesini bekledim.
   Ancak aradan 20 dakika geçtiği halde namaz bir türlü bitmek bilmiyordu! Ben de, aklınca kurnazlık yapan operatörün kafasını ellerimle tutup, bir sağa bir sola döndürdüm ve ''Hadi namaz bitti!'' diyerek selam verdirdim. Namaz da böylece bitmiş oldu!
   Sonra da hesap sorma faslı başladı tabii ki!