MÜZELİK
Zonguldak çok uluslu şirketlerin belki de bu denli komplike olarak konuşlandığı Türkiye’nin tek ilidir. Öyle ki, buranın Fransızları Cumhuriyet’in kuruluşundan nice sonralarına kadar Zonguldak’ta Fransız bayrağını dalgalandırmışlar, Kozlu’nun İtalyanları ana yurtlarına döndüklerinde kendilerine “Kozluluyuz” demişlerdir.
 
Böyle bir geçmişi ve üretim kültürü olan bir yerleşim biriminde yapacağını da, yıkacağını da iyi hesaplaman gerekiyor. Hiçbir şey babanın malı değil çünkü.
 
Bir çırpıda Zonguldak Lavuarı’nı yerle bir eden yıkım zihniyetini inşa edenleri çok iyi gözlüyor ve izliyoruz.
 
Yerel gazetelerden birinde o günün TTK Genel Müdürü Rıfat Dağdelen’in açıklamaları vardı. Maden Şehitleri anıtından babası adına yapılan isimliği söken Dağdelen, şehitliğin yeniden yapılacağını söyledi. Prinç levhaları söküyorlarmış veya çabuk deforme olup düşüyormuş. Bu yüzden plastik yapacaklarını da belirtti. Daha ön çeşitli biçimlerde dile getirdik, yineleyelim. Kimseyi suçlamıyoruz, bir şeyi yapmak için önce öğrenmek gerekiyor. Bundan önce de öğrenmeyi istemek var. Yetişkinlerin tedavileri de böyle, önce hastanın tedavi kabul etmesi lazım.
 
O siyah mermerin içine sarı plaketleri gömecektiniz. Sonra üzeri kırılmaz, parlamaz bir cam tabakası ile havası alınıp kapatılacaktı. Google’ye sorsanız söylerdi. Ne diyelim artık?
 
Keşke Birol Üzmez yazsa da okusak. Kok fabrikası bacasını yıkımdan kurtaran sanatçı grubu arasında o da vardı. Sonrasında limandaki Fransız kemerinin yok oluşunu son anda önlemişlerdi. Aynı Dağdelen sağda-solda yaptığı konuşmalarda lavuarın tarihi eser olmadığını, asıl tarihi eser sayılabilecekleri (Baca ve kemeri kastediyor) koruduklarını söylüyor. (Bir şeyin devamıysan tekrar edelim, yıkıyordunuz, yıktırmadık. Lavuar sahasında birkaç parça bir şey kaldıysa da yine sizin değil, bizim sayemizde olmuştur.)
 
Yine aynı TTK Genel Müdürü 15. Kömür Kongresi’ne sunduğu bildiride demir ve çelik üretimi için her yıl beş milyon ton koklaşabilir taşkömürüne gereksinim olduğunu söylerken kendilerinin bu tüketimin ancak %10’unu karşıladığını ifade etti.
 
Sadece koklaşabilir taşkömürüne yakın olduğu için iki demir-çelik fabrikasını toprakları üzerinde taşıyan eski Zonguldak’ın Karabük ve Ereğli’sini var eden de, bu anlamda “değer bulmuş” olan da kum gibi maden işçileriydi. Mükellefiyetli yıllarda 7 kişiye bir kazma düştüğünü çok yazdık-çizdik. Dilaver Paşa’nın mükellefiyeti yöre köylülerinin taşkömürü ocaklarında “askerden sayılması” yaşını 13’ten başlatıyordu. Bu yaşta çocukları olanlar bu yazıdan daha fazla anlayacaklardır sanırım. Gerisi, “olmuş-bitmiş” bir geçmiş işte…
 
İkinci mükellefiyet İnönü döneminde. Devrek’e 8. Piyade tümeninin getirilmesi ile başlıyor. Bu askeri birliğin birincil görevi tarlalarından alınarak taşkömürü ocaklarında asker edilmiş Zonguldak köylülerini izlemek. Muhtarların getirdiği köylü başına rüsum aldıkları uygulama sırasında ilçe ve belli başlı yerleşim birimlerinde “sevk memurları” görevlendirilmiş. Bunlar her şeyi kayda alıyorlar. Köylüyü “amele” edip madene salıyorlar. Dağ-tepe “tertip” yerine gideceksin. Araba da yok, yol da. Seferberlik bu şekil ama bunca yığıntıya kazma-kürek bile yetecek gibi değil. O yüzden yeterli alet-edevatın olabildiği koşullarda belki de 2-3 katına çıkabilecek üretim de istenilen düzeyde değil ama köylüyü asker etmeye yetip artıyor.
 
Şimdi bütün bunları yaşamış bir halkın oluşturduğu eski Zonguldak sınırları için olmuş-bitmişleri iyi kavramak belki de çok şeyleri bile değiştirebilir. Bunlardan birincisi siyasal bakış açısıdır ki büyük çoğunluğun buna ihtiyacı olduğu kanısındayım. Diğeri, Türkiye ekonomisini var eden birinci gücün Zonguldak yakıtı olduğunu bir parça ciddiye alma gerekliğidir.
 
Tine genel müdürün bildirisine dönelim. 1973 yılında 16 bin ton ile başlayan taşkömürü dış alımı 2006’da 15 milyon tona ulaşmış. Biri “bin”, diğeri “milyon”; sayılara dikkat edelim.
 
1973-2006 arasında ne oldu?
 
12 Eylül ve Özal gibi iki büyük felaket bu işin başını çekiyor. Gerisi teferruat. Ünlü İzak Alaton’un “Bunlar kömür çıkarmasın, Zonguldak somon balığı yetiştirsin” dediği yılların ardından gelişen küçültme, daraltma, sendikasızlaştırma, re’sen emeklilik, hizmet alımı denilen akla hayale gelmeyecek ve sığmayacak kadar çetrefil bir dizi madenci düşmanlığı halkaları peşi sıra dizdiydiler. Bir zamanların zorla ocaklara asker edilen işçileri köylerindek kahvelere geri gönderildi. 40 yaşında emekli edilen işçiler, sadece maaşları olan madenci köylüler olarak yıkım politikalarına karşı yeni üretim ilişkileri geliştirmede yetersiz kalarak iskambil oynamaya başladılar. 90 grevinin lideri Şemsi Denizer’in öldürülmesiyle başlayan bir süreçti bu.
 
Kim ne anladı?
 
Belki hiç kimse bir şey anlamadı. Ama anlayacak.
 
Türkiye’nin İstanbul’dan sonra kurulan 2. elektrik santrali de Zonguldak’taydı çünkü. Bu santral TTK müdürünün söylediğine göre 2006 yılı itibarı ile günde 5,5 ton kömür yakarak elektrik üretiyordu.
 
Ya şimdi?
 
Zaman zaman yazılıyor. Çatalağzı’nın yanı başında ithal kömür yakacak bir santral kuruldu. Bu kömürü boşaltmak için liman yapıldı. Yeni yerleşkenin kapsadığı alandaki köylülerin toprakları bir şekilde satın alındı. Çok geçmedi; önce Çatalağzı, ardından Kilimli “zehir soluyoruz” demeye başladılar. Yakın bir gelecekte orman alanlarının hızlı yok oluşu ve arıların göçlerine tanık olacağız. Dünyanın güneş enerjisi gibi doğa dostu yakıtlara yöneldiği bir çağda, teknoloji atığı ve ileri ülkelerin kullanmaktan vazgeçtikleri kömür santralarını baş tacı edip topraklarına diken yetkili-yetkisiz tüm insanları terazinin hangi kefesine koyarız artık, bunu zaman gösterecek.
 
Sahi Zonguldak kent miydi?
 
Değildi. Bizce sadece büyük bir şantiye idi. Bu kadar büyük bir şantiyenin tam da ortasına belediye kuranların utanması gereken bir durumdur bu. Diğer yönüyle de burnun dibi kadar yakın gelecek için planlar yapabilme basiretsizliğini her zaman rütbe diye taşıyacak olan gelmiş geçmiş yönetici tayfasının ihanetler zinciri. Kendi rahat yaşantın her şeyin önüne geçerse elbette ve mutlaka yapacağın tek şey işyerinin en yakınına yine devletin parasıyla lojman kurmak olur ve elektriği de oradan çekersin. Uzun lafın kısası bu.
 
Sonrası malum. Gecekondulara, teneke evlere imar ruhsatları, onun-bunun adamı olmalar ve şimdiki çarpık kentleşme. Tasmandan pay aldı diye zamanın belediye başkanını alkışladılar bu kentte. Ben karşı çıkıyorum. Altında kömür olan, ocak geçen yere ev yapma kardeşim. (Zonguldak dışındakiler için söylüyorum, kömür alındıktan sonra göçertme kaçınılmazdır. Olağanüstü basınç altında işçilerin sağlılığı da üretimin devamı da buna bağlıdır. Ancak bu göçertme yer yüzeyinde büyük toprak kayması ve göçüklere de neden olabilir. Bu yüzden üzerindeki canlı-cansız her şeye zarar verir. Kömür ocağında ilerleme kara yollarındaki tünellere benzemez. Kömürü aldığı yeri göçürüp elerlersin. Buna “tasman” deniyor.)
 
İşte bu kadar büyük bir şantiyede gecekondunun da, apartmanın da ne işi vardı arkadaş? Hadi yaptın, belediye neyin nesi? Hangi işyerinde belediye var?
 
Gerisi rakı-roka. Tut zaptını salla candırmaya…