Soğuksu'daki ofiste oturuyordum. Bir dönem gazetecilik de yapmış olan TTK emeklisi Ahmet Kurt ağabey ziyaretime gelmişti. Telefonum acı acı çalmaya başladı. Telefonu kapatır kapatmaz, 'haydi ağabey koş, köprü çökmüş, istikamet Çaycuma' dediğimi hatırlıyorum.

Altımızda Reno-19'la basa bas Çaycuma'ya gittik.

Tarih 6 Nisan 2012'ydi... Yine göçme/çökme kaynaklı kara haberdi; fakat bu defaki maden göçüğü değil, köprü çöküğüydü.

Ortalık ana baba günüydü...

Köprünün 52 metrelik kısmı azgın sel sularına kapılmış durumda idi. AFAD ekipleri halatlarla çöken beton parçasının üstüne inerek, acaba kurtarılabilecek bir can var mı telaşındaydı. Bir o yana bir bu yana koşturuyorduk.

Öte yandan köprüden Filyos ırmağına uçan bir otomobil, yaklaşık 200 metre ileride ırmak kenarında vatandaşlar ve itfaiye ekiplerince yakalanmış, kıyıya çekiliyordu. Allah'tan otomobil sürücüsü yaralı kurtarılmıştı.

Anneler, babalar, telaş içinde sevdiklerini arıyordu. Kim düştü, hangi araç uçtu, herkes telaş halinde bir birine ulaşmaya çalışıyordu.

Bu rada ben ilk bilgileri ve görüntüleri alıp, haberi merkeze geçmek için bir yer ayarladım. Oradan haberleri servis ettim. Ahmet ağabeye de kamerayı verdim:

"-Ağabey önemli bir şey olursa, şu düğmeye basman yeterli...!"

Tabii bu ilk görüntüler bir çok televizyon kanalında yayınlanmıştı.

Bu arada Ahmet ağabey heyecanla yanıma koştu.

"-Çaycuma Belediye Başkanı Mithat Gülşen'in babası da o minibüsteymiş" demez mi?

Hemen tekrar köprünün üstüne koştuk.

Başkan Gülşen, köprünün üstünde arama kurtarma çalışmalarını izlerken, babası ve üniversite öğrencisi olan yeğeninin de ırmağa uçan (Yolgeçen köyüne gitmekte olan) minibüste olduğunu öğrenmişti.

O anki şokla ağlamaya başlamıştı. TBMM Başkanı Köksal Toptan ve diğer protokol üyeleri de Gülşen'i teskin etmeye çalışıyorlardı. Başkan Gülşen, fenalaşınca ambulansla hastaneye kaldırılmıştı. 

Olayın vahameti anlaşılmıştı. Minibüste bulunan 11 kişi ile köprü üstünde yaya yürümekte olan 4 kişi Filyos'un sel sularına karışmıştı. 

AZ KALSIN TAKLA ATIYORDUK...

Çok zor ve çok acı günlerdi...

Günlerce orada nöbet tuttuk. Soğukta, ağrı acı içinde müjdeli haberi ilk biz verelim diye bekledik. Uykusuzluk ve stres içindeki koşuşturmacada, ben de hasta olmuştum; ama yine de görevi bırakmamıştım. Biz bu durumdayken acılı aileler, ırmak kenarından gelecek güzel haberleri beklediler. Umutlar tükenmişti. Helikopterler üstümüzde, balık adamlar ırmak içinde her yer didik didik aranmasına rağmen kimseye ulaşılamamıştı. Olayın ikinci günü ikindi sıraları ilk cesede ulaşılabilmişti. Üçüncü günü morgdan alınan cenaze, Yolgeçen köyünde toprağa verilecekti.

DHA ve Pusula'nın Çaycuma Temsilciliğini yapan gazeteci meslektaşım Yeliz Alagöz'le cenazeye yetişelim derken kaza geçirmiştik.

Yorgunluk, uykusuzluk, stres ve hastalığın da etkisiyle (geç fark ettiğim) Yolgeçen köyü yol ayrımına hızlı girince araba kontrolden çıktı, hafriyat yığınına toslayarak durabilmiştik. Az daha takla atıyorduk... Arabayı hafriyat yığınına sürmeyip direksiyonu biraz daha sağa kırsaydım kesin takla-lar atmıştık.

Kısaca biz de ölümden dönmüştük. Hafriyat yığınına hızlıca vurunca her yer toz duman içinde kalmıştı. Birkaç saniyelik şokun ardından arabadan dahi inmeden yolumuza devam edince, az ötedeki insanların şaşkın bakışlarını hiç unutmuyorum. Tabi şaşkın bakışlar arasından, hiçbir şey olmamış gibi geçip giderken, gülmekten kendimizi alamamıştık. Daha yaşayacak günlerimiz varmış dedik. Fakat olayı genel merkez öğrenince beni zorunlu izne gönderdiler. İtiraz etsem de 2 gün evde dinlenmem konusunda, kesin talimat alıştım. Hey gidi günler... 

Peki köprü neden çöktü?

Bu felaketin sebebi olarak bakımın yetersiz olması ve suyun hızını azaltacak bir önlem alınmaması gösterilmişti. Dağlardaki karların erimesiyle Filyos ırmağı korkunç derecede yükselmişti. Köprü ayaklarının sel sularıyla aşınması sonucu bu elim kaza kaçınılmaz olmuştu. Fakat kimse yükselen ırmağın tehlike arz edeceğini düşünememiş, tek tük uyaranlar olduysa da yetkililerce bu uyarılar dikkate alınmamıştı.

İhmal vardı elbette. Hiç değilse köprü, tedbiren araç-yaya trafiğine kapatılabilirdi...

Belediye mi, Karayolları mı, yoksa DSİ mi kabahatliydi?

Tıpkı o günlerde mezarları hazır olan 4 kurbanın halen bulunamaması gibi, bu elim hadisenin failleri de muallakta kaldı, ne yazık ki...

Belediye, Karayolları ve DSİ'ye soruşturma izni verilmedi. Sanki bütün kabahat köprünün üstünden geçenlerdeymişçesine...

Konu kapandı gitti. Allah hepsine rahmet etsin, ailelerine de sabır versin. Daha büyük felaketlerden korusun bizleri...

Varsa ihmali olanlar, vicdanında yargılasın kendini.

***

Facianın 9. yılında, hayatını kaybeden 15 vatandaşımız geçtiğimiz gün anıldı, biliyorsunuz. Acılar tazelendi. Irmağa kırmızı karanfiller bırakıldı...

Peki, 9 yıl geçse de bu felaketten yeterince ders alabildik mi?

Yoksa deve kuşu misali, başımızı kuma gömmeye devam mı ediyoruz?

İşte ben anma töreninin üzerinden 3 gün geçse de bu elim hadiseyi kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak tekrar dikkatinize sunmak istiyorum.

Bunları laf olsun diye değil, aynı acıları bir daha yaşamayalım diye yazıyorum.

Bu tür ihmallere meydan verilmesin diyorum. 

Zonguldak merkezdeki Fevkani köprü, Merkez çarşısı ve diğer yapılar bilimsel veriler ışığında tekrar incelensin istiyorum.

(Ön)lem alınsın ki bir daha aynı acılar yaşanmasın, yeni gözyaşları dökülmesin, çocuklar yetim-öksüz kalmasın. 

İşte bütün derdim bu...

Selamlar, hürmetler, bütün aziz okuyucularımın üzerine olsun...