Bazen söze nereden ve nasıl başlayacağını bilemez ya insan, bilgisayarın başına otururken aynı haldeydim yine, hangi tümceyi nasıl kuracağıma karar veremiyordum bir türlü. Nasıl kurgularsam kurgulayayım, ışığa koşan kelebekler gibi sözcüklerim de öfkeye doğru kanat çırpıyordu hızla… İpin ucunu kaçırıp, sözün sonunu hiç de bana yakışmayacak şekilde bağlamam mümkündü pekâlâ… Oysa düzeyli yazılar yazmak istiyordum ben. Yeni öğrendiklerimi de içine katarak bir ufuk turu yapmak, kentin dününden yola çıkıp, yarınına değgin kendimce çözümlemeler yapmak istiyordum… Neşeli sözcüklerin de içinde uçuştuğu tümcelerle umutlar biriktirmek istiyordum sözüm ona… Ama kenti çepçevre saran iğretilik, etrafımı kaplayan pespayelik, şişkin egolardan sızan empati yoksunluğu ve bilge görünümlerin arkasına gizlenen kopkoyu cehalet bu zehir zemberek yazıyı yazdırdı bana…

 

Malum “Zonguldak Folkloru” başlıklı bir bienalin son günüdeyiz. Siz bu yazıyı okurken çalışma bitmiş, konuklarımız evlerine varmış olacak çoktan… Konumuz Zonguldak’tı yine… Nereden gelip, nereye gittiğimizi; adına Zonguldaklı denen bu milletin nasıl ortaya çıktığını konuştuk üç gün boyunca. Onca acıların içinden geçen kentin az sayıda olan türküsü neden oynaktı bu denli? Ağıtları neden azdı bu kadar? Lehçesi, dili niye böyleydi? Köçeklik neden yaygındı, bize özgü bir şey miydi yalnızca? Şu köydeki türbede yatan zat kimdi, şu dağda yaşanan efsane nasıl bir şeydi acaba? Üzerine giyilen elbiselerdeki nakış ne anlama geliyordu? Şu şapka, bu başörtüsü neyin sembolüydü? gibi soruların peşinden gittik üç gün boyunca. Bilgiye doğru koşulan soluk soluğa bir maratonu gerçekleştirdik. Biraz yorucu oldu ama dünü bilmek, bugünü anlayıp, yarını kurgulamak için zorunluydu da… Her biri bir birinden değerli onlarca bilim insanının katıldığı çalışmada aldığımız övgülerle yüzümüzün bir yanı apakken, diğer yanı kıpkırmızıydı. Kent adına utanmak yine bize düşmüştü çünkü…

 

KÖKSÜZLEŞMEMİZİ İSTİYORLAR

Halkbilimi alanında çok değerli çalışmalar yapan Motif Vakfı kalabalık bir bilim insanı kadrosu ile katıldı çalışmaya. Salona biraz erken geldiler. Kız Teknik ve Meslek Lisesi’nin açtığı sergiyi gezdikten sonra, kendilerini, bir de kent müzesine götürmelerini istediler bizden. “Kusura bakmayın, gezebileceğiniz bir müzemiz yok ne yazık ki” derken sesim titriyordu. Hepsinden hayret dolu sesler yükseldi. “Dediğin laf mı şimdi” der gibi bakıyorlardı yüzüme. Salondaki materyalleri gösterip, “ Zonguldak yöresi kılık kıyafet çeşitliliği açısından ülkenin en zengin yörelerinden biri. Elpek bezi, tel kırma gibi başka yerlerde olmayan el sanatları çok yaygın. Bunların tanıtılacağı bir müze nasıl olmaz? Ne biçim kent burası” diyerek sürdürdüler serzenişlerini. Anlattım dilimin döndüğünce. Tüm itirazlarımıza karşın kentin dününe tanıklık etmiş ne kadar yapı varsa bir bir yıkan Vandalların bize bu zulmeti de reva gördüğünü söyledim. Ekledim ardından: “Ulufe peşindeki basın o Vandallara çanak tutuyor, halk da alkışlıyor. Karşınızda yüz kızartmak, utanmak da bize düşüyor…”

 

Utanılası bir durumdu gerçekten. Kentin ortalık yerinde olan ve avuç dolusu para verilerek restore edilen galerinin üst katları “daimi sergi” adı altında Köksal Toptan’ın çıfıt çarşısına çevrilmişti. Yüz elli, iki yüz yıllık el sanatları, bize bizi anlatacak olan el aletleri, eşi bir daha bulunamayacak güzellikteki yöresel kıyafetler depolarda çürümeyi beklerken zatı muhtereme bilmem nereden verilmiş vazo, kül tabağı, plaket gibi zerzevat, “kutlu efendimizin kutsal mirası” olarak sergileniyordu orada. Aklın alacağı iş miydi? Bizi idare eden aklıevveller Zonguldaklıları geçmişi olmayan bir millet olarak görüyorlardı demek ki. Uzaydan ışınlanıp gelmiş, kimliksiz varlıklar olarak dolaşmamızı istiyorlardı ortalıkta. Dünümüzü bilmeyelim ki, daha çok inanalım onların anlattığı yalanlara… Köklerimize yaslanmayalım, köksüzleşelim ki, en ufak bir sarsıntıda düşüverelim yerlere…

 

ÇELEBİ GÖRÜNÜMÜN ARDINDAKİ ŞİŞKİN EGO

Hep yazıyorum “çakma” bir kent burası. En milliyetçisinden, muhafazakârına sağcısı; en sosyalistinden, sosyal demokratına solcusu var bolca. Meydanlarda boy göstermeyi pek seven bu zevat Zonguldak’ın böylesi bir derinlikle ele alındığı çalışmada ortalıkta hiç görünmedi nedense. Soruyorum her birine insanını tanımadan, kültürünü bilmeden, köklerine inmeden nasıl politika yapacaksınız? Elinizde doğru düzgün bir veri yokken kente hangi vizyonu çizeceksiniz? Sağcısı da, solcusu da aynı bu kentin: Bilmiyor, ama hep konuşuyor, başkasını hiç dinlemiyor üstelik... Kendi ikbalinden ötesini merak etmiyor en kötüsü de... Siyaseti bir fikir ve proje yarışı olmaktan çıkarıp, iktidar savaşının bir arenası olarak görmeleri ihtirasları kadar bilgisizliklerinden de kaynaklanıyor. Bu yüzden bayrak sallıyorlar yalnızca. Sen, değil ben önde yürüyeceğim diyerek kavga ediyorlar birbirleriyle. Kameralara en çok bayrak gösterenin, en iyi siyaset yaptığını zannedecek kadar da safdiller ne yazık ki…

 

Ya folklor derneklerine, bu derneklerin sözüm ona “duayen” isimlerine ne demeli? Kendilerinin hayallerinin ötesine geçecek çapta bir bilimsel bir çalışma yaptık diye bizi otuz beş yıllık emeğini çalmakla suçlayan muhterem zat için üzülüyorum yalnızca. Çelebi görünümün ardında yatan hayret verici ego ile sanal alemde yapılan salvo atışlarını izlerken öfkeden deliye dönüyorum. Aylar öncesinden çağrı yaptık herkese. Açık söylüyorum, yapılacak çalışmadan tüm folklor camiasının çok önceden haberi vardı. Ama ne yazık ki, hiçbiri ciddiye almadı bizi. Yapılacak çalışmanın ne olduğunu anlamadıkları gibi merak edip sormadılar da. Bu arkadaşlar yazdıkları gibi gerçekten bir kültür insanı olsalardı, kamuoyuna yapılmış onca çağrı ortadayken, bir de pullu davetiye beklemezlerdi kesinlikle… Hele hele sonrasında ZOKEV yöneticilerinin yaptığı içtenlikli açıklamaların ardından en azından susarlardı bir parça…

 

Şu adında çokça “Zonguldak ve yöresi” geçen derneklere de diyeceğim birkaç kelime vardı ama yazı çok uzadı. Zonguldaklılığı bir kültürel formasyon olarak ele alıp geliştirmekten daha çok, kendi ikballerinin bir aracı haline dönüştüren, protokol peşinde koşup, devletli efendilerle poz vermeyi hizmet diye halka yutturan bu muhteremlerle hesaplaşmak gerekiyor artık…