Değerli okuyucular, bir süredir tatilde olduğum için yazılarıma biraz ara verdim. Aslında bir şeyler yazmak da içimden gelmedi de değil.  Zira, biliyorsunuz zaten amatör olarak yazıyorum; hevesim kaçtı.
   Şimdi ise gazeteden gelen istek ve bazı okuyucularımın arzusu üzerine tatil dönüşü yazımı yazmaya karar verdim.
   Konu tabii ki güncel. Yani 15 Temmuzdaki FETÖ mensubu  askerlerin darbe teşebbüsü. Bu konuda sabah akşam herkes bir şeyler söyledi. Gerek gazeteciler, gerek politikacılar, gerekse akademisyenler ve her türlü yorumcular televizyonları işgal ettiler.  Herkes bu konuda uzman ve hatta kahraman kesildi. Bana söyleyecek fazla bir şey bırakmadılar.
   Ama benim farklı şeyler söylemem de lazım.
  Aslında aklıma şu konuları yazmak geliyordu:
  -Her şerden hayır doğduğu gibi bu olayın da siyasi partilerin ve milletin bir araya gelmesine vesile olduğunu. Yani bölünmüşlüğü (şimdilik) ortadan kaldırdığını
  -Ben sıradan bir vatandaş olarak en az yirmi yıl önce Fethullah'ın müritlerine, ''Adliyede, mülkiyede ve poliste teşkilatlanın. Yeterli güç oluşturduğunuzda harekete geçip devleti ele geçirin. Ama bu süre esnasında niyetimizi belli etmeyin'' dediğini duyduğum halde; AKP yönetiminin bunu bilmiyor olabileceğine ancak salakların inanabileceğini
   -Fethullah'ın bir Amerikan projesi olduğunu; bu nedenle Türkiye'ye iade etmeyeceğini; bunu aslında hükumetin de bildiğini ama halkın gazını almak için girişimlerde bulunduğunu. Ayrıca, idam cezasını geri getiremeyeceğini ve getirse bile geriye işletemeyeceğini bildiği halde bu konunun politik malzeme yapıldığını; bunun da Fethullah'ın iadesini daha da zorlaştırdığını; belki de bunun için idam cezasının gündeme getirildiğini.
   -Darbe teşebbüsü esnasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın krizi iyi yönettiğini, ve ondan sonraki süreci fırsata çevirerek başkanlığına giden yola taşları özenle ve kurnazca döşemeye başladığını.
   -Yollarda beraber yürünürken al gülüm ver gülüm yapıldığını; ancak sıra rant ve erg paylaşımına geldiğinde ortaklığın nasıl düşmanlığa dönüştüğünü..
   -Bu olay bahane edilerek, cambaza bak politikasıyla devletin nasıl yeniden dizayn edilmeye başlandığını.
   -Bu olayın gündemi meşgul etmesi nedeniyle, her gün gelen şehit haberlerinin artık dikkati çekmemesini ve PKK'nın aldığı mesafeyi.
   - Ayrıca, Ortadoğu'da ve Suriye sınırımızda olan bitenden  günlerdir bayram yapmakla meşgul olan halkımızın artık pek ilgilenmediğini.
   -Amerika'yı da tetikçi olarak kullanan Derin Dünya Devleti'nin yapıp uygulamaya soktuğu ve Büyük Kürdistan Devleti'nin kurulmasını da ön gören  Büyük Ortadoğu Projesi'nin (BOP) hayata geçmesinin tamamlanmak üzere olduğu. Halkımızın bunu da göremeyecek kadar meşgul olduğunu. 
   -Zamanında Adnan Menderes'e dokunmayı bile sevap sayan; ama asılırken gıkını bile çıkarmayan; ayrıca 12 eylül ihtilalinin sabahında ''Çok yaşa Kenan Paşa'' diye gösteriler yapan, ve onun yaptırdığı anayasaya % 95 oy veren necip milletimizin artık hidayete erip demokrasi kahramanlığı yapmasının sevindirici olduğunu.
   -Henüz deşifre olmamış  muhtemel FETÖ'cü generalleri de sayarsak;ordudaki FETÖ'cü generallerin sayısının neredeyse toplam general sayısının yarısı kadar olduğunu. Bu generallerin başta genel kurmay başkanı olmak üzere diğer generalleri enterne edebilmesi; darbe saati yanlış seçilmese ve halk sokağa inmese neredeyse darbenin başarılı olabileceği.
    Eğer bir dış savaş çıksaydı bu generallerle ne yapacaktık? Tanrı bizi korudu! 
    Bunlara benzer daha birçok konu kafamı kurcalıyor. Ama bu konularda zaten karışık olan kafalarınızı bir de ben karıştırmak istemiyorum.
 
   Ben en iyisi şimdi bu konuların hiç birinin ayrıntısına girmeyeyim. Söz generallerden açılmışken bu generallerin-istisnaları tenzih ederek- genelde nasıl terfi ettikleri ile ilgili yaşadığım iki anekdotu aktarayım.
   TTK'da ocak mühendisi olarak çalıştığım 1970'li yıllarda eşimin teyzesinin kocası Şahap Yardımoğlu jandarma genel komutanı idi. Zonguldak'a geldiği zamanlarda  ordu evinde onuruna verilen yemeklerde bizi yanına oturturdu. Bu nedenle askerler nezdinde epeyce itibarımız vardı.
   Bir gün M.Ö. adında bir albay randevu alarak yanıma geldi. Bana, ''Şerafettin Bey, benim bu sene son senem. Ya terfi edip general olacağım, ya da emekli olacağım. Sizin Şahap Paşa ile olan yakınlığınızı ve onun sizi sevdiğini biliyorum. Bana referans olup ona benimle ilgili olumlu bir şeyler söylerseniz general olma şansım çok artar'' dedi.
   Bu sözleri duyunca çok şaşırmıştım. Koskoca albay general olmak için benden yardım bekliyordu. Sonra, sohbetimizin devamı esnasına, onun 5 Mart 1971 tarihinde, yani ben öğrenci iken, vuku bulan ve üç kişinin ölümü ile neticelenen ODTÜ olaylarında bizi kurşunlatan albay olduğunu öğrenince referans olmaktan vazgeçmiştim. Bu karşılaşma da tabii ki kaderin garip bir cilvesi idi.
   İkinci anekdot ben Barutsan genel müdürü olduğum sırada yaşandı. O sırada Kara Kuvvetleri İkmal Daire Başkanı olan Tümgeneral Ünal Tamgaç Paşa'dan bir iş görüşmesi için randevu almıştım. Şirketimizin yönetim kurulu üyesi olan emekli tuğgeneral Cevat Paşayı da yanıma alarak, trafikte gecikebiliriz endişesi ile erken yola çıktığımız için, kararlaştırılan saatten yarım saat önce Ünal Paşa'nın makamına ulaştık. Paşa'nın yaveri yüzbaşı ''Ünal Paşam başka bir yerde toplantıda. Sizi odasına almamı emretti'' diyerek bizi Paşa'nın odasına aldı.
   Toplantımıza daha yarım saat olduğu için, vakit doldurmak amacıyla; Ünal Paşa'dan önce burada görev yapmış olan paşaların duvardaki resimlerine bakmaya başladık. Ha, bu arada, Cevat Paşa'nın mühendis kökenli olduğu için tuğgenerallikten emekli edilmiş çok dürüst ve değerli bir insan olduğunu da belirtmeliyim. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:
  - Paşam, siz bu paşaları tanıyor musunuz?
  -Hepsini tanırım. 
  -Kim bunlar Paşam?
  Cevat Paşa her birinin kusurlarını tek tek saydı..
   - Paşam, siz burada sağlam adam bırakmadınız. Peki bunlar nasıl tümgeneral oldu da siz neden olamadan emekli oldunuz?
   -Şerafettin Bey, ben kum şurasından geçemedim; orada takıldım.
   -Kum şurası nedir?
   -Yazın yüksek rütbeli paşalar Bodrum gibi yerlerdeki askeri kamplarda kumda güneşlenirlerken, o sene terfi edecekleri ve emekli olacakları tartışırlar. Hatta bu tartışmalara genellikle eşleri de katılır. Yani karar aslında orada verilir ve ağustos sonu Ankara'da yapılan Yüksek Askeri Şura'da da kesinleşir.
   Hikayemiz bu! Siz Cevat Paşa'nın dediklerine inanmayabilirsiniz ama ben inandım. Zira eşimin eniştesinin paşa olması nedeniyle, bu terfi işleyişinin nasıl olduğuna zaman zaman şahit oldum. Bu terfilerde liyakatten ziyade yakınlıkların ön planda olduğunu; hatta terfi edebilmek için sadece üstle iyi geçinmenin  yeterli olmadığını ve astın eşinin de üstün eşiyle iyi ilişkiler içinde olması gerektiğini gördüm.
   Bu paşa anekdotlarını neden anlattığıma gelince; yine istisnaları tenzih ederek söylüyorum: Bu şekilde paşa olanların halini siz de gördünüz. . Zaten FETÖ mensubu generallerin nasıl birbirlerini kollayarak ordunun yönetimini neredeyse ele geçirmeleri de benim tezimi desteklemektedir.
   Biliyorsunuz, albaylığa kadar askeri terfi sistemi otomatik olarak işler. Ancak albaylıktan generalliğe geçişlerde bu kafa kol ilişkileri devreye girer. O yüzden ben şahsen general olanlara ihtiyatla bakarım. 
   Sonuç olarak söyleyebileceğim şu: Sizin de gördüğünüz gibi; mevcut sistemde terfi eden generallerin yarısı FETÖ'cü; diğer yarısı da darbe hazırlıklarından bile bihaber çıktı! Bu yüzden bu terfi sistemi değiştirilmeli ve terfilerde liyakati ön planda tutan bir sistem geliştirilmelidir. Yoksa sonuç   felaket olur, zira her zaman bu kadar şanslı olmayabiliriz!
 
                                                                                                  Şerafettin Üstünkol