Övünmek gibi olmasın, çocukluğumdan beri kitapseverim. Bazen kitaplardan kıskanıldığımı fark ederim. Fark ederim de bu alışkanlığımdan vaz geçemem maalesef!

    Çok kitap okumaktan ne kazandığımı bilmiyorum. Çünkü okumayan benle hiç tanışmadım. O ben nasıl olurdu ki?

     Bundan beş yıl önce, Metin Kırtasiyede, kitapları karıştırırken, eski bir tanıdık, içeriye girer girmez:

     "Hocam, sen hâlâ kitap mı okuyorsun! Bırak hocam artık, ne aldıysan aldın onlardan. Yaşamaya bak!" dedi. Biraz sohbetten sonra tokalaşıp gitti.

      Arkasından baktığımda özgüvenli ve koltukları kabarık yürüdüğünü gördüm eski tanıdığın. Bu dost, kesinlikle, bir yerde başkan olmuştur ya da muhtardır.

      Emekliliğimin ilk günlerinden birinde de Ziraat Bankası Derince Şubesinin kapısında kitap yine gündeme geldi.

      Komşu okulun sevilen öğretmeni Sadettin Bey, yıllar sonra, çıkıverdi karşıma. Sadettin Bey, nedense eşinin kollarında iki büklüm çıkıyordu dışarıya. Beni unutmuştur sanıyordum. Unutmamış. O hâlde bana seslendi:

       "Hayri Bey! Seni kınıyorum! Hani koltuğunun altında kitap?"

       Konuşamadık. Arkasından baktım. Öğretmenim, eşinin kollarında kalabalığa karışıp kayboldu gözlerden.

       O günden sonra dışarı çıkarken yazdığım kitaplardan birkaçını yanımda bulunduruyorum. Eşe dosta, sorarlarsa ya da gündem olursa, kitabımı imzalıyorum. Böylelikle dostluklar kitapla pekişiyor.

      Geçen gün. Bir çay ocağında gazeteleri gözden geçirirken eski öğrencilerimden biri içeri girdi. Yanında bir dede vardı. Dede, Erzurum yaylalarında kavrulmuş esmerleşmiş, kalın gözlüklü sevimli bir yaşlıydı. Selamlaştık. Onlar yan masada konuşmaya daldılar.

       Bir ara, eski öğrencim bana seslendi:

        "Hocam, facebookta görüyorum, millete kitap imzalayıp fotoğraf çektiriyorsunuz. Bize kitap yok mu?"

        "Var, sana da vereyim."

     Çantamdan çıkardığım ÖĞRETMEN BAKIŞI'nı imzaladım. Öğrencim, kitabı alıp dedenin yanına gitti. Dedeye:

     "Benim öğretmenim kitap yazıyor. Güzel şiirleri var!" diye yüksek sesle beni övüyordu.

       Dede, gayet doğal bir sesle:

       "Şair mi?"

        "Evet!"

       "Vah! Vah! Kim bilir ne derdi var?"

      Hey gidi dedem, hey! Yunus'un, Veysel'in, Neşet'in sesi mi eğitti seni? Sen ne dersen doğrudur. Ellerinden öperim.

       Çay ocağından tokalaşıp şakalaşarak ayrıldım. Şimdi evdeyim. Elimde iki kitap var okuma sırasında: 1. Beni Kör Kuyularda-Hasan Ali Toptaş, 2. Uygarlıkların Batışı-Amin Maalouf

       Bu yazı bitince Uygarlıkların Batışı ile devam edeceğim güne.

        Beni ortalıkta göremezseniz kitaplara kızmayın ha! Ararsanız size de yer var dünyamda.