Bugün alışılagelmiş ve severek okuduğum yazarları örnek alarak cümleler kurmak yerine çok daha sade, aklıma ilk gelen kelimeleri sıralamaya karar verdim. Sanki daha önceki az sayıda olan yazılarım, çok gizemliymiş gibi bir fikir aklınıza gelebilir. Eğer okursanız öyle olmadığını anlarsınız tabii ama en azından çalışmıştım, bu sefer çalışmayacağım.

Gecemle gündüzüm birbirine girmiş durumda. Daha ne olduğunu anlamadan hafta bitiyor. Bir türlü yedi günü bir haftaya sığdıramıyorum. Bir durup düşüneyim derken yeni hafta bitiyor ve dolayısıyla ipin ucunu kaçırıyorsunuz. En güzeli takip etmemek fakat doğamızda soru sormak var. Hadi ben olaylara geç tepki verdiğimden durumu toparlamaya çalışıyorum, diğer taraftan kafası çalışanların ve olayları izleyenlerin aradan çıkması sadece bir gün sürebiliyor bu ülkede. Biz sorguluyoruz, soru soruyoruz da cevap veren olmayınca kendi kendimize cevap verip ona inanıyoruz. Zaten verilen cevaplar geneli itibariyle “Üstünde çalışıyoruz”, “Yorum yok”, “Gerekli talimatları verdik”, “Bugün bir olma günüdür” ya da “Sükûnete davet ediyoruz” gibi “Neden” sorusuna cevap vermeyen söylemler olduğundan tüm Türkiye’de sadece elektrikler gitmiyor, bütün beyinler ses hızında bir anda yanıveriyor.

Dönemin Başbakanı en son polisi kutladığında sekiz kişinin öldüğünü hatırlıyorsunuz. Şimdi Cumhurbaşkanı, yine polisi kutluyor ve üç kişi hayatını kaybediyor. Birileri öldüğünde öldüreni kutlamak nasıl bir histir biliyorum. Zamanında ben de kutladım. O vakit gençtim ve doğru kararlar alamıyordum, gibi bir bahanenin altına sığınabilirim. Buna rağmen söylediklerimin bedelini ödedim ve yanlış yaptığımı anladım. Peki, senin bahanen ne?

Savcı Kiraz, rehin alındığında aklıma ilk Musul meselesi geldi. Kırk vatandaşı, ülke dışında üstelik IŞİD’in elinden kurtarmak, müzakerelerde ne tür tavizler verildiği sorusunu unutturuyor. Önemli olan insanların kurtulması. Musul konusunda ne kadar ümidim yoktuysa Savcı için o kadar ümitliydim. Yaklaşık dokuz saat süren görüşmelerden nasıl sonuç alınamadı anlayamıyorum. Belki şu bilgi bize yardımcı olabilir çünkü bu rehin alma meselesi herhangi bir yerde yapılmadı. Rehin alınılan yer Adliye Sarayı. Oraya silahlarla nasıl girdikleri mevzusunu hiç açmıyorum bile. Derdim verilmek istenen olası mesaj. Savcı Kiraz’ı evinde rehin almak ya da arabasının önünü kesmek daha kolay olabilirdi. Fakat tercihleri Adliye Sarayı oldu. Bu, size düşündürücü gelmiyor mu? Kimse bu soruyu sormuyor. Eğer Adliye’de bir Savcı rehin alıyorsanız oradan sağ salim çıkmak gibi bir niyetinizin olmaması gerekir.  Polisin ikna çabası içine girmesi tabii ki en doğrusu. Görüşmeyi yürüttükleri yerin Adliye Sarayı olduğunu anlamaları dokuz saat ve iki el silah sesi duymalarına kadar sürdü. Buradaki niyet herkesin kurtulmamasını sağlamaksa o ayrı. İlk kim ateş etti? Savcıyı öldüren kurşunlar hangi silahtan çıktı? Kafa kesen bir terör örgütü ikna edildi de bu iki genç neden ikna edilemedi? Ne istediler de vermediniz?

Müdahil tüm kişilerin öldüğü bir operasyon düşünün. Savcı öldü, teröristler olarak iddia edilen ve DHKP-C üyeleri olarak bilinen iki genci internet haber siteleri yazıyor fakat saat şu anda sabaha karşı beş, DHKP-C henüz bu olayı üstlenmedi, yetkili bir ağızdan da bunu duymadık. Üstelik onlar da öldü. Kime soru soracaksınız? En kötü senaryoda teröristler diyelim ve öldürelim peki Savcının da öldüğü bir operasyon nasıl kutlanılası ve başarılı bulunuyor, anlamak mümkün değil. Büyük rezalet. İşin özü şu felsefede yatıyor: Problemi çözemiyorsan ortadan kaldıracaksın.