Politika nedir bilmem. Solcuymuş, sağcıymış, Kemalistmiş, ulusalcıymış, liberalmiş, sosyalistmiş, kapitalistmiş hiçbiri hakkında hiçbir fikrim yok. Öğreneyim bari dedim ve doğal olarak işin başı olan politikadan başladım. Türk Dil Kurumu resmi internet sitesinde politika kelimesi anlamı oldukça tuhaf. “Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işini yürütme” cümlesiyle tanımlanan “politika” kelimesini biraz ayrıntılı inceleme hissiyatı hissettim ve Yunanca kökenli bir kelime olduğunu öğrendim. Şu tesadüfe bakınız ki kelime kökü “poli” imiş. Anlamı Latin dilinde “çok”, tika da bizim bildiğimiz “Tik” kelimesinin Latince versiyonu, “Yüz” demek, yani çok yüzlülük… Bu öğrendiğim bilgiye doğrusu şaşırdım. Bir de siyasete bakayım dedim. Aslında halk arasındaki kanı her iki kelimenin de eş anlamlı olduğu yönünde ama hiç de düşündüğünüz gibi değil ve işler bu noktada çok daha fazla sarpa sarıyor. “Siyaset” ise Arapça kökenli bir kelime. Türk Dil Kurumu resmi internet sitesinde siyaset kelimesi “Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış” şeklinde çok masumane şekilde tanımlansa da “Siyaset” çok daha vahim bir durumda. Arapça “sys” kökünden türeyen bizim siyasetin anlam değeri aslında seyisliğe gidiyor. Yani hayvanları hizaya çekme, cezalandırma gibi işleri yapan kimse. Sizin anlayacağınız baştan çuvalladım ve derine inmekten şimdilik vazgeçtim.

İçimizdeki yönetilme içgüdüsü, geri dönüşü olmayan ve çözülmesi imkânsız problemlerle karşı karşıya bırakıyor bizleri. Yerine koyabileceklerimizden çok daha fazlasını feda ediyoruz. Taparcasına ağzının içine baktığımız büyüklerimizin tecrübelerine, yaşamışlıklarına, önsezilerine, bilgisine koşulsuz inancımız, kendisine saygı duyma çerçevesinden uzaklaştırıyor bizleri. İnanmanın mantığın önüne geçtiği bir durumda ise korkuyla karışık bir garip duygu insan olmanın ayrıcalıklarından faydalanmamıza engel teşkil ediyor.

Başka gezegenlerde koca bir orkestra küçücük bir çocuğa Beethoven çalarken bizim dünyamızda aynı çocuk babasını toprağın altına gömüyor. Hayal bile edemeyeceğimiz boyutta bir yıkım sarıyor dört bir yanını. Ölenle ölünmez derler ya. Ölenle ölünüyor işte. Görmek bile yeterli. Nefes alıyor olmak yaşamak anlamına gelmiyor. Artık bir seyise ihtiyacım kalmadı. Zaten bundan önce de yokmuş ama ben daha yeni farkına vardım. Yaşamıyormuşum ki siz neyin bekçiliğini yapıyorsunuz?

Bir gardiyanın başında olduğu mahkûmun özgürlükten bahsedemeyeceği gibi bende bu zat-ı gördüğüm ya da duyduğum her gün kendimi tutuklu hissediyorum. Hatta hissetmek kelimesi zayıf kalıyor içinde bulunduğum halet-i ruhiyeyi anlatmak için sizlere. Bir sümüklüböceği yeme noktasına geldiğinizde açlıktan ölüyor olmanız gerekir. Ya yiyeceksinizdir ya da öleceksiniz. Çok zor bir ikilem olmasa gerek. Üstelik bu yapacağınız tercih sadece sizi de ilgilendirmiyor. İşte bu karar noktasındayız. Ben kararımı verdim. Artık yaşamayı seçiyorum. Kaçmaya daha fazla devam edemezsin seni sümüklüböcek.