Gençlik yıllarımda, bu günlere kıyasla çok daha iyi bir okuyucuydum.
“Bir yazar olarak aralıksız okumam gereken bu günlerde, açıkçası tembellik belki de yılgınlık ve belki de küskünlük var ruhumda. Sadece köşe yazıları ve biraz şiir soluklanıyorum şevkimin kırılmayan dallarında.”
Geçmişte kitapların arasında, gazete sayfalarında kaybolup, kendimi bulduğum anlarım çok kıymetliydi.
Öyle çok özlüyorum ki o günlerdeki öğrenme açlığımı ve çabamı. Son zamanlarda heveslerimi kaçıran zamana öfkeliyim elbette. İnsanların kirli zihniyetleriyle boğuşmaktan yorgun düşüyorsunuz, malum kitabı yasaklanan bir yazar olarak sorguluyorsunuz adaleti.
Sadece iyi bir okur değil, sabahlara değin açık kalan ve iyi de bir radyo dinleyicisiydim. Buna TV'de o dönemde layıkıyla yapılan tartışma programlarını da ekleyebiliriz.
Siyaset Meydanı, 32. Gün, bunlardan başı çekenlerdi ve şafak sökerken bile halen daha kulak kesilirdi her bir söze, her bilgiye.
Gazeteler ise daha cesurdu o zamanlar daha çok söz söyleyebiliyordu örneğin.
Geçmişte gazeteler, kupon ile tabak, çanak, Ansiklopedi gibi hediyeler verirdi. Çuvallar dolusu Ansiklopedi gönderdim köy okullarına mesela. Bu vesileyle eve giren gazetelerden hem kupon birikirdi, hem de gazeteler okunurdu.
Keşke yine öyle olsa da okur oranı yükselse çünkü öylesi o dönemde gerçekten işe yarıyordu. Bu günlerde ise arama motorları, dijital dünyanın üzerimizdeki hâkimiyeti, işin kolayına doğru itiyor bizleri.
İlk sıraya koyduğum köşe yazarıydı Çetin Altan. “Şeytanın Gör Dediği” gazetedeki köşesini soluksuz okurdum. Karışık gelirdi anlatım dili o zamanlar sanki biraz da öyle bir anlatımı vardı ustanın.
Ama sözü gediğine koyanlardandı, ruhu şad olsun.
İkinci sırada Hıncal Uluç vardı. Tam benim anladığım dilden yazardı o dönemlerde.
Duygusal doneler yazılarının içinde çokça bulunur, satır satır ruhuma işlenirdi adeta.
 Biraz daha melankolik yapardı beni, zaten buna da meyilli bir ruh halim vardı. Bu gün ki şiire lirik yazılara sevdam, o günlerde filizlendi diyebilirim.
Lirik yazılar Hıncal Uluç ile pekişti ruhumda.” Paşa Dedemin Kirazları” adlı köşe yazısı, hiç silinmedi mesela hafızamdan. Ah keşke bir de ulaşılabilir, erişebilinir olsalardı, Medya sektörüne olan aşırı düşkünlüğüm, sürekli iletişim kurma eylemine itiyordu beni. “Bir bilseniz bin taklayla kimlere ulaştım eriştim ve bayram çocukları gibi mutluluklarım tarifsizdi.”
O dönemlerde Yasemin Hanım yardımcısıydı, çok kez görüşmüştük ama neticeye varamamıştık. Bu yüzden haberi olmasa da kırgınım kendisine.
Oysa hayat çok kısaydı!
Elbette Türk Basınında geçmişte ve günümüzde birçok kalem, dikkatle takip ettiğim ve kendime bir şeyler katabileceğimi düşündüğüm fikir insanları barındırıyor.
Hele ki kendi kendinin öğretmeni olmak zorunda kalanlar için, bu ne denli önemli, adeta bir nevi okul sayılıyor her bir gazete hele ki yıllar sonra köşe yazarlığı yapmaya başlamışsan bir de.
İşte bu duayenlerin arasına Bekir Coşkun hiç kuşkusuz ilk sıralardan girenlerdendi.
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar atasözü; sanki onun köşesinde bir ders niteliğinde mesaj veriyordu zamana ve okura.
Onuncu köye varmak pahasına da olsa, kendinden, düşüncesinden ödün vermeyen ve uzun zaman amansız hastalıkla mücadele eden bu değerli kalem üstadını ne yazık ki kaybettik.
Düşündüğünüzü yazamadığınız, söyleyemediğiniz zamanlarda, susmak zorunda kalabiliyorsunuz zaman içinde, buna mecbur ediliyorsunuz bir şekilde.
Suskunluklarında bile konuşabilen insanlar var aslında, bunları vaktinde keşfederseniz ve içselleştirirseniz, onlar hep sizin zihninize güzel ve anlamlı şeyler fısıldıyorlar.
 Siz sadece duyun yeter, sağır olmayın, körleşmeyin ve konuşamasanız da mutlaka duyduklarınızı fısıldayın zamana.
Bakış açıları ve öncelikleri zamana yahut hislerine göre değişebiliyor kişilerin yıllar içinde.
Değer yargılarınız, değer sıralamanız baştan sona, sondan başa doğru tepetaklak da olabiliyor yaş aldıkça, deneyimleriniz arttıkça elbette.
Ama hiç değişmeyen değerler ve o değerlerin gölgesinde buluşabilmeyi becerebilmek ne zamana yeniliyor ne de mekâna.
Atatürk ışığında ilerleyen yazarlardı onlar ve onun yolunda emanetleriyle yarınlara umut besleyebilmek, zor zamanların içinde öyle anlamlı ki, insanın tutunacak ve hiç kırılmayacak bir dalının olması, yüreğe su serpiyor inanın.
Atatürk ışığıyla yolunu bulan ve devam eden yazar ve düşünürler ile gönül yolunuz bir şekilde kesişiyor, kesişecek de buna inanıyorum.
Yüz yüze gelmediğiniz insanlar, sizden, bizden biri olabiliyor. Aslında o kadar çok kalbin içine giriliyor ki ne söylediğin ve nasıl söylediğin, sana taht da yapabiliyor, seni yok da edebiliyor.
Birbirimizden eksilsek de “S’onuncu köy” hepimizin son adresi olsa da, nefes aldığımız sürece bizi biz yapan değerler emanettir ve başımızın üstündedir.
Yollarımız aydınlığa umuda birlik ve beraberliğe yürüyebildiğimiz yollar olsun.
Orda bir köy var uzakta. Görmesek de bilmesek de o köy bizim köyümüzdür.
Güle güle Bekir Coşkun.
S’onuncu köye selam söyle usta, hepimiz orada buluşacağız bir gün.