Kasımın sonları...Hava bulutlu...Genç bir adam gri bir kentin, gri caddelerinde omzunda oldukça ağır  bir çanta, yalnız başına ilerlemekte.

Yıllarını geçirmiş olduğu şehirden ayrılmak üzere. Tren istasyonuna varmaya daha on beş dakika kadar var. Kafasının  içinde  çocukluğu, gençliği, okuduğu okullar. On beş dakika bu düşünceler ile geçiveriyor.

Tren istasyonuna ulaşıyor. O büyük, tarihi ,soluk kahverengi ahşap kapıdan geçiyor. Yine her yerde göremeyeceğiniz yılların ayrı bir güzellik kazandırdığı  beşli ahşap  koltuklardan birinin ucuna oturuyor ki; kolunu koltuğun kenarına dayayabilsin. Birçok yapının mimarisi bozulduğu halde , nedense  tren istasyonlarının  mimarisi pek bozulmadı diye geçiriyor içinden. Ekmekler bozulsa bile !

Severdi o küçük kemerli pencereleri, gelen giden yolcuları izlemeyi.

Biri karnında biri elinde iki  çocukla girdi bohçacı kadın. Kırmızı naylon çizmeleriyle sıkı sıkı yapışmıştı kız çocuğu annesinin eline. Bir an göz göze geldiler;  çocuk ve genç adam. O andan itibaren çocuklara özgü o malum bir sağa, bir sola sallanmayla ve kaşlarını çatarak annesinin eteğine daha da bir sarılarak bakmaya  başladı genç adama. Genç adamda gülümseyerek karşılık verdi küçük kıza. Ardından bıyıkları yeni terlemiş, zayıfça bir oğlan simit dolu sepetiyle geldi. Trenin kalkmasına yakın, gişenin metalik penceresi gıcırtıyla  açıldı. Önce bohçacı kadın aldı biletleri. "Çocuklardan para almadın de mi?" dedi gişedeki görevliye. "Almadım,almadım, kadın çekil  pencerenin önünden!" Dedi  gişe görevlisi.  Kadın bozuk paraların hesabını avuçlarında yapmaya çalışarak trene doğru yola koyuldu. Genç adamda gişenin önüne geldi.  Küçük oval pencereye  eğildi . Göz teması kurmak istedi gişe görevlisiyle. "Gökçebey’e bir öğretmen bileti  lütfen". "Kimliğin var mı ?"dedi gişe memuru. "Yeni atandım, kağıdımburada."dedi. "Olmaz ama  neyse bakalım."dedi. Gür saçlı,yılların  gişecisi, elleri o kadar alışkındı ki bilet basmaya. Bilet baskı makinesi adeta eliyle bütünleşmişti. Bu arada radyo cızırtıları arasından, Hamiyet Yüceses' in sesinden, 'Bu ne sevgi ah bu ne ızdırap' şarkısı duyuluyordu.

Biletini aldı.  Gömlek cebine koydu.  İstasyondaki büyük saate baktı. Biraz daha zamanı olduğunu anlayıp iki sigarasından  birini  daha yaktı. Duman hem ağzından hem burnundan gerisin geriye öksürükle birlikte dışarı çıktı.  Kim bilir kaçıncı kez söylediği,"Lanet olsun, bir daha içmeyeceğim."sözleri döküldü dudaklarından. Trenin bir sonuna bir de baş kısmına baktı. Adeta uzunluğunu ölçüyor gibiydi. "Garip!" dedi."Öne  de binsen, arkaya da binsen her  yere aynı  anda gidiyor." diye geçirdi içinden. Son bir kez hava kirliliğiyle meşhur şehrin kızıla çalan bulutlarına baktı.  Kim bilir belki bir daha ne  zaman dönecekti bu şehre yeniden ?

Çantasını omuzladığı gibi trene bindi. Vagonlardan birine trenin gidiş yönüne doğru oturdu ki midesi bulanmasın. Bir süre sonra birkaç kişi daha bindi trene. Hareketlerindeki rahatlık, etraflarına bakışlarındaki umursamazlık, kıyafetlerindeki intizam, trenle her gün işine gidip gelen  memurlar olduğunu anlamak hiç de zor değildi.

O meşhur ses önce yavaş yavaş ve sonra  hızlı bir şekilde takada tukada takada tukada, tak tak tak…. Tren yol almaya başlamıştı. Önce Pirinçlik, sonra Bolkuş  derken, vagondan vagona geçen, başında subay şapkasını andıran, kırmızı şeritli şapkası ve mavi  ceketiyle, hafif göbekli, kısa boylu kondüktör vagona girdi. İlk olarak genç adama yöneldi.   Koca vagonda üç kişiydiler. Genç adam  ve en ön koltuklardaki  yaşlı karı koca. "Biletler."dedi yüksek sesle. Yani, "Ben geldim, görevimin başındayım." diyordu. Biletini uzattı genç adam "Öğretmenmişsin." dedi.  "Öğretmen kimliğini görebilir miyim?" "Kimliğim yok, atama  kararnamem var. " dedi ve uzattı. "Hayırlı olsun, galiba yeni öğretmen olmuşsun. İnşallah benim de çocuklarım okurlar." dedi. "Kaça gidiyorlar." diye sordu öğretmen."Kızım orta bire, oğlum da lise bire gidiyor." dedi kondüktör. Öğretmen ya, illa ki soracak. "Ders çalışıyorlar mı bari ?"diye sordu. "Ne çalışacak hocam , oğlan top peşinde. Kız da  anasının yanında bağda bahçede." dedi. Elindeki aletle biletini deldi.  Kim bilir kaç yıldır bu işi yapıyordu ? Evlendiğinde bilet deliyordu. Çocukları oldu bilet deliyor. Belki de torunları olacak o hâlâ bilet deliyor! Bir gün gelecek emekli olacak birisi soracak sen nerde çalıştın,trenlerde. Ne iş yaptın? Bilet deldim. Emekli olduğunda  evinin yakınındaki camiye gidecek çenesini bastonuna dayayacak. Çevresindeki ihtiyarlarla birlikte romatizmalarını konuşacak . Sağlık ocağına yeni gelen doktor çok iyiymiş  diyecek. Aslında kimse kimseyi dinlemeyecek ama konuşacaklar. Ta ki; aralarından  biri caminin önündeki musalla  taşına uzanana kadar!  Uzun süre kimsenin ağzını bıçak açmayacak, caminin önündeki sundurmada.

Birden sıcaaaksimiiit sesiyle  daldığı  düşüncelerden uzaklaştı.  Kondüktör de diğer vagona geçmişti zaten. Bu coğrafyada  hayatlar böyledir. Tekdüze,sıradan.  Paket halinde doğarsın ve paket açılmadan  ölürsün. Belki birkaç kez denize gittin. Belki birkaç düğüne. Amaçlar hep aynıdır. "Biz görmedik bari çocuklarımız görsün"!..

       Görsün gülüm görsün….

Ne demiş Yunus : “ Anamdan doğdum çıktım pazara, bir kumaş aldım döndüm mezara”!

Takada tukada takada  tukada tak tak tak….

Devam edecek… (Balıkısık ve Balıkısık'tan sonra….)