1970’li yıllarda siyah-beyaz, tek kanallı, ABD’nin foseptik filmlerinin çokça sunulduğu TV’yi hayranlık içinde izlerdim. Bir diziyi ya da filmi kaçırdığım zaman kahrolurdum.

Renkli televizyon 1984 yılında eve girdi. O zaman da iki kanallı, propaganda içerikli yayınları alık alık takip ettim.

1990’lı yıllarda ne kadar yamyam, hırsız, düzenbaz, paragöz sahte insan varsa özel televizyon kanallarında fosseptikleri üzerimize boca etmeye başladılar. 

Paparazzi, Top Secret, Televole türü rezillikleri 7’den 77’ye herkes merakla izledi. Haber bültenleri tamamen yalan ve yönlendirme üzerine kurgulandı. 

Okumayı, araştırmayı, doğruları bulmayı pek sevmeyen geniş kitleler masal, hurafe, sahte dini bilgiler ve futbol saçmalıklarıyla iğdiş edildi.

2 binli yıllardan itibaren uydu antenler ve hızlı internet erişimi sayesinde tüm dünyanın TV, radyo, gazete, dergi ve web sitelerine ulaşmaya başladık. Sansürün söz konusu olmadığı, gelişmelerin örtülemediği yeni düzende köhne, yalancı, hırsız medya apaçık ortaya serildi.

2022 itibariyle Türkçe yayın yapan yazılı, sesli ve görüntülü medyanın yüzde 99’unun sadece para kazanma odaklı olduğunu, bunu başarabilmek için her türlü hileyi kullandığını biliyoruz.  İnternet sitelerinde yer alan bilgilerin de yüzde 88’inin ticari amaçlı ya da tuzak içerikli (spam) olduğunu idrak ettik.

“Doğru değil” diyen olabilir ama ifade edeyim. Son 10 yıldır TV’yi tamamen hayatımdan çıkardım. Hiçbir paralı TV istasyonuna üye değilim. Haber bültenlerini, filmleri, dizileri, önceden ayarlı yarışma izlencelerini asla takip etmiyorum.  

1970’lerden 2010’lara kadar 40 yıl onbinlerce yalanı, masalı, kurguyu, tuzağı, hurafeyi beynime dolduran, görüş açımı daraltan, sağlığımı bozan TV kanallarını tiksintiyle anıyorum.

Bir film, belgesel ve haber ihtiyacım olduğunda ilkeli duruşlu birkaç internet sitesini açıyorum. Evin baş köşesini işgal eden siyah çerçeve artık hayatımızdan tamamen çıkmalı. Çocuklarımız zehirden uzak tutulmalı. Yerine kitaplar, spor, bilim, hobiler konulmalı…