Bugün 14 mart 2017,Tıp Bayramı. Osmanlı Sultanı Mahmut’un , kurdurduğu ilk Cerrah hanenin kuruluş yıl dönümü. Bu bayram, çalışan tüm sağlıkçılara kutlu olsun! Dün 14 Mart 2001 ise benim bayramım. Yeniden doğup, hayata “merhaba” dediğim gün. Amerikalı bir can son nefesini verirken, benim de yeniden nefes aldığım an... Onun emaneti karaciğeri artık ben devir almıştım. Ne bir din, ne de ırk yoktu aramızdaki hesapta. İnsanlık ise en ön safta…Tek bir fark, bir nefes verilirken bir nefes alınmıştı.Elveda derken bir can, ben merhaba demiştim hayata…”Merhaba!”
Her şey bugün gibi net ve de berraktı. Filminher bir karesindeki yaşanmışlık tek, tek gözlerimin önündeydi. Ölüm ne kadar yakınsa, yaşamda o kadar yanı başımdaidi. Hatırladın mı sevgili duayen gazeteci Muzaffer Akgün o günü. Yıl 1988 idi.Sana;”Sevgili dostum, öyle bir şey yapalım ki, yaptığımız insana, insanlığa dokunsun. An gelip geçse de unutulmasın! İz bıraksın, mana ifade etsin hayatımızda” . Senin o anını hiç unutmam! Sevincin önce gözlerine sonra sözlerine vurmuştu. “Evet Erol Abi, yapacağımız şey hiçbir zaman unutulmasın!” Ve işte o an karar vermiş olduğum “Organ Bağış Kampanyasının” startını vermiş olduk. El ele verip tüm kamu kurumlarında,sendikalarda,askeriye ve emniyet birimlerinde yüzlerce organ bağışını gerçekleştirmiştik.Kartlarımız bitmiş, yeniden kart getirtip bu kutsal görevi ifa etmiştik.İnsana dokunma demek böyle bir şeydi.Mutlu olmuştuk, gururlanmıştık öylesine derinden…
Şimdi zor durumdasın biliyorum sevgili Muzaffer. Merak etme dostum, dün gibi bugün de yanındayız… Bitecek çektiğin bu ıstıraplar, hastalıklar. Sen dokundun bir kere insanlığa; insan olan da sana dokunmaya devam edecek. Biraz sabır sevgili kardeşim. İyileştiğinde daha nice insani kampanyalara el atacağız sen onları düşün! Bak, dün sevgili okul müdürümüz Muhittin Koçal ileTED Kolejinde başlattığımız “Organ ve Kan Bağışı “ kampanyaları, yarışmaları öyle bir ses getirmiştiki, hala her yerde yankıları devam etmekte.O zamanda dokunmuştuk insana bir nebzede olsa.Yaptığımız iyilikler her birimize tek,tek iyilik olarak geri döndü.Ben yiten karaciğerimi taa Amerikalarda, New York şehrinde “Mount Sinai” hastanesinde buldum. Muhittin Koçal kardeşim de onu hayata bağlayan “iliği” bir başka güzel insandan buldu. İnşallah senin de yaptığın iyilikler bir gün karşına çıkacaktır. Yeter ki inancını kaybetme!
Hani demiştim ya, yeni karaciğerime kavuşmak hiçte kolay olmadı.Bugün yaşamış gibi tek, tek geçti gözlerimin önünden o anlar. Tıpkı“Love Story” (Aşk Hikayesi) filmindeki kadın oyuncu Alice Mac Graw’ın tedavi için gittiği hastane sahnesi gibi. O filimdeki hastane ile benim gittiğim hastane aynıydı. Mount Sinai Hospital. Görmüş olduğum rüya gerçekleşmişti.Yemyeşil bir ormanın yanı başında ve ortasında da masmavi bir göl..Evet gördüğüm rüya ile burası tıpa tıp aynı.Ünlü Center Park ve benim hayat bulduğum hastane.Rüyamı gerçek mi bir türlü çözemediğim manevi sır gibi… Benim Alice Mac Graw’dan bir önemli farkım vardı;o fark, onu yaşamdan alıp sevgiliden uzaklaştırdı beni ise sevgiliye,sevgililere kavuşturdu.Fark, gönlüde, yüreği de güzel doktorum Prof.Dr.Şükrü Emre’nin farkıydı.İstanbul Tıp Fakültesini bitirip gördüğü bir haksızlık yüzünden Amerikalara giden ve oralarda büyüyen,büyüdükçe ünlenen, ünlendikçe insanlığa daha fazla hizmet veren bir “melek” olmayı başaran bir farktı bu.Güç verdi, umut oldu bana.Yalnız bana mı tüm insanlığa bu gücünü,sevgisini kullandı.Dünyanın en iyi doktorlarından biri olmakla beraber,en iyi ilim adamı en iyi insandı o…Dünyada tıp alanında yaptığı başarıları sıralamak ne mümkün.Sayfalar dolusu yazsamda, yinede bir şey eksik kalır biliyorum.Bir karaciğerle beni ve bir bebeği hayata kavuşturan oydu.Bir karaciğerle üç kişiye hayat veren dünyadaki ilk doktorda oydu.Günümüzün “Yunus Emre’si”,Dünyanın ve Amerika’nın en iyi otuz doktoru unvanına sahip ,iyilikte sınır tanımayan, vatanı Türkiye’ye de her fırsatta yararlı olmayı ilke edinende oydu.Bugüne kadar ABD de en etkili 50 Türk arasına girmeyi başaran sevgili Şükrü Emre’nin,Yale Üniversitesinde bölüm başkanlığı yaptığı “Organ Nakili” hususunda, dünyada çığır açacak  buluşları ve de çalışmalarını burada, Zonguldak da, yani Bülent Ecevit Üniversitemizde yapacağı bir haftalık konferansta hepimiz öğreneceğiz. 10 Nisan 2017 tarihinde BEÜ’de…
Bu  dünyaca ünlü doktorumuzu şehrimize, şehrimizin göz bebeği üniversitemizi davet edip getirmeyi sağlayan bir başka yüreği güzel insanda, Rektörümüz Prof.Dr.Mahmut Özer’di.“Sahipsiz Şehir”unvanına layık görülen Zonguldak’ımıza sahip çıkabilen birkaç kişiden biridir o.Öğrenci sayısını 35 bine çıkartmakla kalmayıp eğitimde kaliteyi de getiren biri olarak her daim anılacaktır.BEÜ deki bölüm sayısını ikiye katlatıp ,üniversite hastanesine kazandırdığı teknolojik cihazlarla teşhis ve tedaviyi en iyi duruma getiren biri olarak gönlümüzde yer almıştır.Yalnız insana değil,doğaya da verdiği önemle Türkiye’nin en yeşil üniversitesinde 1. olmamızı sağladı. Türkiye’de birinci, dünyada da en önde gelen üniversiteler arasına girdik onun sayesinde. Çalışkanlığını, zekiliğini ve de fedakarlığını dünyada da kabul ettiren sevgili Rektörümüz Mahmut Özer, YÖK’ deki Kalite Kurul Başkanlığı unvanını İslam Dünyası Kalite Güvence Başkanı seçilerek yüceltmiştir.
Ben, 10 Nisanda dünyaca ünlü nakil cerrahımız Şükrü Emre’nin vereceği konferansı çok önemsiyorum. Tıp öğrencilerimizin yanı sıra, tıp doktorlarına, akademik çalışma yapan öğretim görevlilerine , ülkemiz ve şehrimiz insanına çok şey kazandıracağına eminim.
Ve dünyaca ünlü Şükrü Emre ile ünü şimdiden yurt dışına taşan rektörümüz Mahmut Özerin buluşması beni oldukça heyecanlandırıyor. Çünkü,bu iki “yüreği güzel insan” ülkemize ve de dünyaya çok şeyler katacaklardır.Buna kalben inanıyorum.Burnumun kemiğini sızlatan ey güzel iki insan; sizi çok seviyorum. İnsanlık adına, ülkem adına ve de ailem adına…