Evde dolanıyorum. Bazan olur böyle. Salona girdiğimde TRT Müzik kanalında ünlü sanatçı Mustafa Sağyaşar, “Unutmadım seni ben” şarkısını söylemez mi? Oturdum bir köşeye, keyifle dinlemeğe başladım. Böyle etkilenmelerde herkes kendi anılarına yollanır bir süre. Vallahi ben de yollandım eski yıllara doğru. Zamanın belleğinde rüzgarlara kapılıp savrulan anılar, film şeridi gibi geçip durdu gözlerimin önünden..
Mustafa Sağyaşar çok beğendiğim bir klasik müzik sanatçısıdır. Onu ilk kez Gençlik Parkı içindeki Ankara Gar Gazinosunda dinlemiştik. 1965’ler olmalı. Bizim özel şarkımız “Unutturamaz seni hiçbir şey unutulsam da ben” diye başlayan ve bizi mesteden bir şarkıydı. O gece de istek yapmıştık. Bizi kırmamış, söylemişti. Durur muyuz? Bütün salonla birlikte biz de söylemiştik büyük sanatçı Sağyaşar’la. Evet, keyifli bir geceydi.
 
YAŞANAN BİR SEVİ
TV’de dinlediğim şarkı, daha yeni okuduğum Gül Güleryüz’ün “UNUTMADIM” adlı romanını da çağrıştırmıştı bir yandan. Romanın alt başlığında “Yaşanan Bir Sevinin Yeniden Anlatımıdır” diye yazılmıştı. Yazılmasa daha iyiydi diye düşünüyorum. Uygulamanın “Yayınevi editörünün düşüncesi” olduğu, ancak “anlatılan aşkın geçmişte yaşanmış olduğu” da belirtilmişti söyleşi cümleleri arasında.
Kitabın kapak resmini pek tuttuğumu söylemeliyim. Yeni kuşağın adına “nostalji” dediği eski aşkî duyguları, çizim ve renklerle yansıtabildiği için Çiğdem Çelik’i kutluyorum. Resim çalışmalarını biliyordum ama, bu ilk kitap kapağı çalışması bana göre başarılı olmuştur.
               
YAZARI TANIYALIM
Önce Gül Güleryüz hakkındaki bilgilerimizi tazeliyelim. Güleryüz, Zonguldak  doğumlu. Çok küçük yaşlardayken babasının işi nedeniyle Ereğli’ye yerleşmişler. İlk, orta ve lise öğretimini Ereğli’de yapmış, sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yabancı Diller/Fransızca Bölümünü bitirmiş.Artvin-Borçka, Yalova ve Karadeniz Ereğli’de Fransızca öğretmeni olarak çalışmış ve buradan emekli olmuş. Ancak öğrenmeyi bırakmamış. Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirmiş. Bu sıralarda da aynı üniversitenin Felsefe Bölümünde okumakta. Yaşamını Kdz.Ereğli’de sürdürüyor.
Çeşitli gazete ve dergilerde hikayeleri ve yazıları yayımlanan yazarın, “Otuz Gün” adını taşıyan ilk romanı Ereğli’de Haziran 2018’de şenlikli bir tanıtımla okuyucu karşısına çıkmış, geniş ilgi görmüştü. Güleryüz, Kdz.Ereğli’de “Ekin Yazın Dostları” arasında yer aldığı gibi, “Dört yapraklı yonca” diye anılan arkadaş grubu ile   “Gülce Kültür Sanat Topluluğu”nun da kurucusu ve yöneticisi. Yazarın bir hikaye dosyası üzerinde çalıştığı da edinilen bilgiler arasında.
 
İKİNCİ ROMAN: UNUTMADIM
Unutmadım” romanı için, 6 Ekim 2019 Pazar günü  Gazi Alemdar Gemisi’nde tanıtım ve imza günü düzenlenmişti. Emekli Fransızca öğretmeni ve yazar Gül Güleryüz’ün bu önemli gününe, çok sayıda seçkin davetlinin yanında, 35 yıllık öğretmen arkadaşı ve Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce ile Ereğli Belediye Başkanı Halil Posbıyık da katılmıştı.
Kitap tanıtım ve imza günü etkinliğinde ikinci romanıyla konukları selamlıyan Gül Güleryüz kısaca: “Unutmadım, öncelikle bir aşk öyküsü. Birebir anlatmıyorum ama yaşanan bir olaydan esinlendim. Kişiler farklı, yaptıkları işler farklı, ilişkiler değişik ama esinlendiğim nokta gerçek bir aşk hikayesidir. Dokusu aşk ama türlü türlü nakış var bu kumaşın üstünde. Yakın çevremiz var, Ereğli var, mitoloji var, dostluk, aile, acı, sevinç var. Resim, şiir, müzik var” dedi.
Unutmadım romanı, merkezi Ankara Zafer Çarşısı’nda bulunan Barış Kitap Yayınları arasında çıktı.
 
KUMAŞIN ÜSTÜNDEKİ NAKIŞLAR
Güleryüz, Kurgu Yayınları arasında çıkan ilk romanı “Otuz Gün”de, derin ama hayatın içinde inişli-çıkışlı ve sonu hüsranla biten bir aşk hikayesi anlatmıştı. Bu aşk hikayesi çevresinde 12 Eylül sürecinde yapılan işkenceleri de irdelemişti. Güleryüz,   “Romanda, anlatmak istediğim iki konu vardı. Bunlardan biri bizim için dün gibi olan oysa gençler için artık bir tarih olmuş 12 Eylül darbesini  anlatmak ve örselenmiş ihmal edilmiş onlarca kadını, bir kadın nezdinde okurlarla buluşturmak istedim.” sözleriyle romanını tanımlamıştı.
Unutmadım” adlı bu ikinci romanında ise eski yıllarda“yaşanmış” olduğunu söylediği dramatik ama sonu mutlulukla biten bir aşk hikayesini anlatıyor. İki romanda da aşk, günlük yaşam uğraşları içinde ete kemiğe büründürülerek işleniyor.
Söz “aşk”tan açılmışken La Rochefoucauld’un(1613-1680) şu dedikleri de aklımızda bulunsun: “..Gerçek aşk bir hayalet gibidir. Herkes ondan bahseder ama gören çok azdır. İlk sevdiklerinde kadınlar, âşıklarını severler, ötekilerde ise sevdikleri aşktır…”  
Yazar Güleryüz romanına olaylı bir giriş yapıyor. Romanda yer alan kişileri, ilk romanda olduğu gibi yeri geldiğinde değil de kitabın başında okuyucuya tanıtıyor. Roman 6 bölümden oluşmuş. Her bölüm içeriğine göre adlandırılmış, ara başlıklar da kullanılmış.
İkinci Bölümde “İnsanlar” başlığı altında; Namık, Selim, Oğuz, Jale, Sultan, Ali, roman kahramanı Nilgün’ün çevresinde bulunan kişiler olarak tanıtılıyor. Bunların yanına Nilgün’ün öğretmen emeklisi babası, annesi ve kızı Bahar, Oğuz’un çalışanı Atilla, Ermeni kökenli Anjel/Melek Teyze ve kızı  gibi karakterler de anlam ve renk katıyorlar.
Roman mekanı genellikle Ereğli, biraz Zonguldak. Amasra, Akçay gibi gezi amaçlı gidilen turistik yerler de katılıyor roman mekanlarına. Roman Ereğli’de geçiyor/yaşanıyor ama bu sadece ev-iş ilişkisinin dışında, Ereğli tarihinin mitoloji kahramanları, gezi ve turistik mekanları da sosyal boyutlarıyla işleniyor yeri geldikçe. Yazarın dediği gibi romanın “Dokusu aşk ama türlü türlü nakış var bu kumaşın üstünde. Yakın çevremiz var, Ereğli var, mitoloji var, dostluk, aile, acı, sevinç var. Resim, şiir, müzik var” ögeleri ile mekan, çevre, mitoloji yanında, sıkı dostluk, dayanışma, aile yaşamı, zorluklar, acılar, sevinçler işleniyor.
Yazar farklı olarak Nilgün’ün çok yakın arkadaşı-sırdaşı Sultan’ın “Alevi” oluşu nedeniyle bu konuya, eski dönemin koşulları içinde zorunlu olarak “Ermeni” kimliğini gizlemek zorunda kaldığını anladığımız Melek/Anjel Teyze yoluyla da insanların farklı din, inanç ve soydan gelseler bile bir arada birlikte yaşayabileceklerine vurgu yapıyor.
Unutmadım, temiz, açık, anlaşılır bir dil ve anlatımla yazıldığından kolay okunuyor. Yazar, günlük konuşma dilini uyarladığından roman okuyucuyu yormuyor, rahat bir okuma sağlanıyor.
 
UNUTMADIM’da DENİLİYOR Kİ!
“Bir suçlu vardı ortada. Suçlu vardı, suçlular vardı. Suçlunun biri kendisiydi. Suçu, evli bir adamı sevmekti. Şimdi düşününce ne kadar büyük bir yanlış yaptığının farkına varıyordu. Neden gizliyken kabullenmekte zorlanmadığımız şeyler, ortaya çıkınca bizi utançtan yerin dibine sokuyordu? Gizliyken mübah görünen, neden açığa çıkınca günah oluyordu?”
***
“Yasak bir ilişkiydi onlarınki. Ne kadar sevgi, saygı, dostluk barındırsa da içinde, toplumun kabullenmediği bir aşktı ve bunu yaşayanlara hor bakıldığını, bu insanların herkes tarafından itilip kakıldığını bilmiyor değildi. Kopmak istiyor ama kopamıyordu ondan, artık canına, kanına sinmişti çünkü sevdiği adam. Böyle nereye kadar gider, ne kadar gider bilmeden sevmek, sevilmek istiyordu. Ama evlilik…”
***
“Kadın gibi davranmak… Kadın gibi davranmak ne demekti? Cilve yapmak mı? Erkek ne dese, ne isterse onu yapmak mı? Kendisi istemese bile erkeğin isteklerine boyun eğmek mi? Kadın gibi olmak, insan gibi olmaktan farklı bir şey miydi?”
***
“Anne ben seninle ev arkadaşı değil ana- kız olmak istiyorum. Anne biraz da beni sev artık. Biraz da beni düşün. İki yabancı gibi yaşamıyalım artık. Benim için ev önemli değil, ben kirada da otururum, ama bak sen de yaşlanıyorsun. Bizim birbirimize ihtiyacımız var.”
           
BİR  KUŞATMADIR  AŞK
Unutmadım’da, “aşk”  konusunda da şunlar söyleniyor:
“..tüm olaylarda canı yanınca geri çekilirken, aşkın içinde ne kadar acı çekerse çeksin kaçamaz, aşkından vazgeçemez insan. Bu hem acı çekme hem de vazgeçmezlik hâli insanın gelişimiyle birlikte olgunlaşmasını sağlar.
Burnumuzu sürten, gururumuzun beş para etmediği bir kuşatmadır aşk. Ayaklarımıza batan dikenlere karşın bir an olsun dışına çıkmayı düşünmediğimiz bir kuşatma. Döner dururuz o döngünün içinde…
                Sonunda daha olgun, daha alçak gönüllü, daha duygulu, daha cömert bir insana dönüşürüz yana yana, kavrula döne..”