İnsan hayatı bazen tesadüfler, bazen derin izler bırakan tanışıklıklar, bazen de yarım kalan şeylerle sürer gider. Yaşantımızın en belirgin köşe taşlarını ise hayatımıza giren özel insanların bizlerde bıraktığı izler oluşturur. Hep bir telaş ile hızla yaşarken hayatı elimizde kalan o yaşanmışlıklardır çoğu zaman. Bir fotoğraf karesi gibi anılarımızla yaşarken, kimi zaman yarım kalan şeylerin eksikliğini hisseder, kapanmayan sayfaları hatırlar ve düşünürüz derin derin acaba deriz, yarım kalmasaydı nasıl olurdu diye. Yaşantımızın pratiği yapılmamış ve hiç hazırlıksız yakalandığımız zamanlarıdır yarım kalan şeylerin eksikliği.

            Yarım kalan şeyler her zaman iki kişi arasında duygusal yaşanan bir olgu değildir ki. Arkanızda bıraktığınız çoğu zaman bir sevgili veya unutmanız gereken bir sevda değildir elbet. İnsan bazen kentini ve onun kaderini de arkasında bırakır. Oradan uzaklaştığında kırlangıçlar gibi mevsimi hiç kış olmayan yerlere gider zanneder. Oysa arkanızda bıraktığınız sadece çocukluğunuz, gençliğiniz veya yakınlarınız değildir sadece. Anılarınızı, yaşadıklarınızı, alışkanlıklarınızı ve daha önemlisi yarım kalan şeyleri de bırakırsınız o kentle birlikte.

            Islak sokaklarında kömür kokusu, yosun tutmuş duvarlarında bir ağaç fidesi, ortancaların birbirini çiğner gibi çiçek açtığı, bazen dingin bazen de çılgın dalgaları ile dövdüğü taşlar kalır aklınızda, hani sabah sabah sokaklarda telaşla işe yetişen maden izli adamların öksürük sesleri, şafak vakti yanık kalan sokak lambalarının titrek aydınlığında sigarasını tüttüre tüttüre hızlı adımlarla yürüyen insanları o kentin, ortasından geçen gerdanlık gibi demiryolunda sıra sıra katarı çeken lokomotifin varacağı kıyı, defne yapraklarının arasında parıldayan fener falezden bakarken kentime, milyon kez dönüp dururken bir denize bir karaya, altında nevalesini çıkarmaya çalışan oltacılar, gün ağarırken limanı terk eden sandal, kıyılara gün doğarken dantel dantel gölgeler, hep bir film şeridi gibi kalır gözlerinizde.

            Uzaklarda olmak unutmak değildir ki. Hatta özlemi hissetmenin ta kendisidir. Belki de içinde yaşarken insan pek farkında olmadığı detayları uzaktan bakınca daha net görebilmektedir. İşte o zaman eline geçen her fırsatı değerlendirmek istemektedir belki de.

            Hele bir de eski dostlarınızı ve büyüklerinizi bir bir kaybettiğinizi öğrendiğinizde olamadığınız vedalara veryansın eder insan. Onu son gördüğü anı hatırlar, son olduğunu bilmediği kavuşmaların ne kadar da değerli olduğunu düşünmeden duramaz insan. Hayat bize nasıl bir oynamaktadır ki, bu nasıl bir süreçtir ki insanın ardında kalanlara bırakabileceklerinin sınırları anılardır. Sizden kalanlara bakarken ardında bıraktıklarınız, her detayda bir yaşanmışlık hatırlatırlar, sizinle o anlarda konuştuklarınızı anar.

            Ardında bıraktığınız bir kent değildir sadece. Mutlaka her insan kendi yaşadığı diyarları hatırlarken benzer duyguları yaşar elbet. Ama kömür kokulu kentimin bir başka olur hasreti. İçinde yaşarken anlamadığımız hikâyeleri uzaktan daha başka görmeyi öğretir insana. Şimdi tekrar tüm samimiyetinizle uğraş vermeye başladığınızda, hata yapmaktan korkar, daha şefkatli olursunuz kentinize. Oysa elinizde bir başka imkân vardır. Uzak kaldığınız zamanlarda yaşadıklarınız, elde ettiğiniz imkânlar ve edindiğiniz tecrübeler artık yol gösterir size.  

           

Yarım kalan şeyleri tamamlamak için gelir insan kentine. İçindeki hesaplaşmayı ve yapamadıklarını bu kez gerçekleştirmek için gelir. Bu kez başka olsun ister, hatta eski dostlarını da yanında görmek ister. Kimileri bu uğraş için çok geç kalmıştır ve bir gönülsüzlük içindedir. Ya kentin onda bıraktığı bir iz kalmamıştır, ya acılar içinde gitmiştir, ya da aidiyetini yitirmiştir. İçinde kentinden kalan esintileri yitirmiş olmasının ötesi başka hayatlarda yaşarken hatırlamak istemediği ayrıntıları da vardır. Bizlerdeki böylesi hisler değil ki. Hayatın tüm insafsızlığına rağmen ne çocukluğumuzu ne de gençliğimizi unutabildik bizler. Bizlere nostaljik romantikler diyenler oldu, her amaçtan bir elbise dikenler oldu, öyle kıymetsiz gözlerle bakanlarla da karşılaştık. Oysa yarım kalan şeyleri tamamlamak ve hayatımızın son demlerinde kentimize sarılmaya dönmüş olamaz mıydık? O zaman gelin yaşayın diyebilenler de oldu. Bunca zaman sonra sadece iyi bir şeyler yapabilmek adına karşılıksız ve sadece aidiyetle gelmiş olmak yetmez miydi? Hatta bazı yarım kalan şeylerin kentin içinden tamamlanması mümkün de değildi. Zira size bırakılmayan tüm kararlar, sizin yaşamınıza iz vuran kararlardı ve uzaklardan alınıyordu. Bugüne kadar yarım kalan tüm hikâyelerin asıl kaynağı da buydu oysa. Sizi ve kentinizi görmezden gelen buyurganların, size biçtiği elbiseleri giymeye çalışırken, çoğu zaman dar hatta olmayan kalıplardan elbiseler dolabımızda birikirken, aradan geçen ellili yirmili yıllar, bugün yaşadığımız imkânsızlıkların sebebiydi. Dolabımızda biriken modası geçmiş elbiseler ise kentimize uygun görülmüş kadersizlikti. Biz o yıllarda çığlıklar atarken imkânsızlıklara, birer ikişer gitmiştik buralardan. İmkânsızlıkların kader olduğu bu kentin bir gün kaderini değiştirebilmenin hayalini kurarken, yarım kalan şeyler bırakmıştık arkamızda.

            Yılları sırtlarken omuzlarımızla, hep içimizde yarım kalan şeylerle yüklü mavnalar bağladık limandaki iskelelere. Bugün ellerimizde umutlarımız, yüreğimizde yılların büyüttüğü özlemle koşuyoruz kentimize. Şimdi kentimize ait içimizdeki tüm sırlarımızı en yakınımıza bile söylemeden bu yola çıktığımız yoldaşlarımızla paylaşa paylaşa gelip gidiyor, sesimizi dahi çıkarmadan sadece vefamızı göstermek için çırpınıyoruz yürek yürek.

            Heyecan nedir diye sorulduğunda aklımıza kentimizin tabelasını gördüğümüz an gelir bizim. Bacalarındaki dumandır efkârımız, kentimize havası bozuk diyenlere, ama yeşili yeter demektir.  Artık gelmeyen vapurları, trenleri başlatmak, geçmişten gelen şarkıları tekrar söylemeye duyduğumuz hasrettir. Her yerde günü batırmış olmamıza rağmen güneşin başka battığını bilmektir. Yosun kokusu başkadır, içinde buram buram deniz. Her koyda bir adım daha yaklaşmaktır, her virajda, her tünelde tanıdık yüzlere biraz daha varmaktır. Sevdaya varmaktır bizimkisi. Hayatımızın son deminde yarım kalan şeyleri tamamlamak hevesidir bizimkisi.