İçinde bulunduğumuz konjoktür çok çabuk değişiyor.
Çağ’ın ekonomik, siyasi ve sosyal gelişmelerine ayak uydurmanın yolu, çabuk düşünüp, çabuk hareket etmekten geçiyor.
İçeride PKK ve FETÖ bölücü örgütünün, Türkiye’nin hızını kesip, dengesini bozmak, ‘akıllı’ düşünmesine engel olacak ‘ayak bağı’ olma çalışmaları sürüyor.
Huzuru bozma girişimleri sadece manevi olarak etki etmiyor ortama. Toplumsal mutabakat’ın normal seyrini de bozuyor. Ekonomi de sisli, siyasette puslu, dış işlerindeki akustik hava net değil, flu bir beklenti koyuyor gelecekle ilgili ortama.
Böyle ortamları; sistemleri oturmuş, güçlü devletler ancak az sıyrıklarla atlatabilir.
Devlet- vatan- Millet’ ortak paydasında çok çabuk birleşebilen topluluklar…
Yüzlerce yıllık tarihi ve devlet geçmişi olan Türkler, peş peşe kaybettikleri iki İmparatorluk sonrasında bile küllerinden doğmayı başarıp ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmayı başarmış ve ‘Devlet – i Ebed Müddet’ düsturunu hayatta tutmuştur.
Bu gün, süper güçler, ellerindeki nüfus, petrol, doğal gaz, ilaç ve silah gibi materyalleri kullanıp, sınır ve etki alanlarını arttırma düşüncelerini uyguluyorlar.
Kurtuluş Savaşı ile kaybettiğimiz topraklar yanında kazandığımız onurumuz ile direnip bu günlere geldik.  Artık, zaman yüz yıl öncesi zaman değildir.
Bir cephe de çarpışıp, ayakta kalmak mümkün değildir. Zaman, Türkiye içindeki dışındaki gelişmeleri resmeden fotoğrafa bir değil birçok açıdan bakma zamanıdır.
Zaman, rekabetçi siyaset’in fantezisine kapılıp, dağılma zamanı değildir.
Zaman; siyasette birbirine kazık atıp, ayrışma- ötekileştirme zamanı hiç değildir.
Lozan deyince, tarihi hatırlayıp, kazandırdığı ve kaybettirdikleriyle medeni şekilde tartışma zamanıdır. 3 milyon kilometre Kareden 780 bin Kilometre kareye düşmüşüz.
Tarih; ders alınsaydı, hiç tekerrür eder miydi?
Gezi olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz… Ekonomi ve sosyal hayata verdiği zararlar açısından baktığımızda, kimin işine geliyor? Türkiye’nin mi, Emperyalizmin mi?
Avrupa Birliği’nin hep dengemizi bozacak operasyonlar içine girmesi…
ABD’nin stratejik Ortaklığının lafta kalıp, icraatta hep ‘düşmanlarımız’ lehinde tasarruf yapması…
Velhasıl-ı Kelam; Orta Doğu’da yeni sınırların çizilme hazırlıkları yapılırken, bizim ‘yurtta sulh, cihan da sulh’ diyerek kendimizi kandırmamız, abesle iştigaldir.
Orta Doğu da ‘gözümüzün içine baka baka’ İngiltere- Fransa cetvelle çizer gibi hudut belirleyip, yeni Ülkeler ( Irak- Suriye) peyda etmedi mi?
Bu gün de yine Emperyal güçler, aynı tezgâhlarla, yer altı kaynaklarının yeniden taksimini yapmak, sıcak denizlere açılıp diğer kıtalara gitmek için yine tezgâh hazırlıyor.
Yapılacak olan, Yeni Güvenlik Konsepti paralelinde harekettir. Yani, ‘dün neydik, bu gün neyiz, yarın ne olacağız’ sorgulamasını yapmak.
Bu konsept içinde en önemli argüman, millet olarak ruhen bağımsızlık savaşını kazanıp, ileri hedeflerle ‘Yeni Türkiye’ rotasını çizmektir.
Elbette, Ülke’nin üzerinde yükseleceği hukuk sistemi ve özgürlük alanlarını belirleyecek ‘yeni Anayasa’ üzerinde tartışacağız.
Elbette, Devlet yönetimi konusunda, en uygun ‘sistem’i konuşacağız. 
Elbette, Özgür Parlamento (Milletvekillerini taban’ın belirlemesi) konusunda mücadele vereceğiz. Yasama- yürütme-Yargı’nın kendi aralarında tarafsız ve bağımsız karar verme kabiliyeti yakalamasını isteyeceğiz.
Liderlerin ‘koltuk iktidarı’ hırsıyla ‘katagulli’ yapıp, Milli İrade’yi törpülemesi karşısında sesimizi yükselteceğiz.
Ancak, her halükarda, Devlet-i Ebed Müddet ve Misak-ı milli düşüncelerimizden taviz vermeyeceğiz.
SONUÇ:
Devlet’in ilelebet yaşaması ve Milli Misak sınırlarımızın hatırlanması, ‘neydik’ sorumuzun cevabıdır. Ata/Türk Milliyetçiliğinin de ana temasıdır.
Kısır çekişmeler içine girilmesiyle varılacak yer; kavga/ kaos, bölünmedir.
Düşünün Gezi, 17-25 Aralık olaylarını, 15 Temmuz darbe girişimini…
Ülke ne çektiyse, kaos ortamı ve darbe girişimlerinden çekti.
Bakın Siyasi tarihimize… Anayasa ile tanışmamız 1876’da Osmanlı döneminde ‘Teşkilat-ı Esasiye’ kanunu ile olmuş. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile tanışması ise 1921’de olmuş. O günden bu güne tam 140 yıl geçmiş. Bu 140 yılın tam 76 yılı kaos - darbe girişimi nedeniyle kesintilerle ‘kayıp yıllar’ olarak tarihte yerini almış. Geriye kalan 64 yıl sistemin yerleştiği ve güzel işlediğini göstermiyor.
Bunları niye yazıyorum?
Propaganda da en önemli unsur, iddia ve tekrardır.
Nifak ve Kaos ortamı için yapılan algı operasyonlarına karşı yapmamız gereken budur.
Birey ve aile’nin nasıl hedefleri olmalıysa, devlet’in de bir hedefi olması gerektir.
Hedefsiz birey, toplum ve devlet; ruhsuz bir yapıdır.
Ruh resim de çizgi, birey de aile, aile de millettir.
Millet’in örgütlenmesi olan Devlette ise gelecektir.
Fotoğrafa bu açıdan bakalım.
Kurtuluş Savaşı bitti ama; Bağımsızlık Savaşı bitmedi.
Siyaset kurumu, Bürokrasi, Beşeri sermayemiz(Üniversite, STK, Basın) bunu unutmamalı.