Öncekilere göre son derece düşük profilli, sönük bir kampanya döneminin ardından cumhurbaşkanlığı seçimi de bitti ve hiç kimse için sürpriz sayılmayacak bir şekilde, Erdoğan, ilk turda kazandı seçimi. Muhalif yurttaşların derinlerinde saklı olan umudu sandığa yansımadı ve bir düş olarak kaldı yalnızca… Şimdi toplumsal muhalefetin önünde çok daha zorlu bir süreç var… Bir yandan sonuçları doğru okuyup derlenip toparlanmak, diğer yandan da AKP’ye gerçek anlamda muhalefet ederek iktidardan alaşağı edecek stratejileri geliştirmek gibi çetrefil bir görev var önümüzde… Yaşayarak öğrendik ki, özellikle CHP’li arkadaşların dayattığı, “Erdoğan gitsin de, kim gelirse gelsin” kolaycılığı karşılık bulmuyor toplumda. “Sağcılaşarak sağla mücadele etme stratejisi” her defasında duvara toslamaya mahkûm çaresizce yapılmış manevralardan ibaret kalıyor…

 

Aldığı oyların genel seçimde de aynı şekilde sandığa yansıyacağı konusunda derin endişeler taşısam da Selahattin Demirtaş’ın herkesçe kabul edilen başarısı, toplumsal muhalefetin önümüzdeki dönemde izleyeceği yol konusunda ciddi ipuçları veriyor aslında. Alınması gereken birinci ders, başkalarına benzemek için rol kesen değil, ideolojik yönelimi doğrultusunda karalılıkla yürüyen sahici hareket kendine daha fazla yandaş topluyor... İkincisi emeğin, ezilenlerin, dışlananların, ötekileştirilenlerin sözcülüğüne değil de rejimin bekçiliğine, statükoculuğa soyunan bir hareket, sol sayılmadığı için toplumsal destekten yoksun kalıyor.  Üçüncüsüyse inandırıcı bir programı olmayan, yalnızca karşı çıkışlar üzerine inşa edilen bir siyasal hat hiçbir umut dalgası yaratmıyor… Yapılması gereken tıpkı şimdi Demirtaş’ın, 73’de Ecevit’in yaptığı gibi tüm ezilenlerin sözcülüğüne soyunan bir politik hat oluşturup, bunun pratiklerini yaratmaktır. Bu seçimin verdiği en büyük ders kanımca budur…

 

ESKİ TÜRKİYE TÜM BİÇİMLERİYLE YÜRÜRLÜKTE

Dileyen içine sindirsin, dilemeyen sindirmesin gerçek olan şu ki, Erdoğan halkın oylarıyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı oldu Türkiye’nin… Ona, siyasal yönelimine itirazlarımız hep sürecek olsa da bu gerçeği kabul etmek, AGİT tarafından “Seçimin eşit koşullarda yapılmadığı” eleştirisini bir kenara not edip başarısından dolayı kutlamak gerekiyor kesinlikle… Ancak şunu da belirtmeden geçmemek gerekiyor: Erdoğan’a bilmem kaç rakımlı tepeye çıkmış olmak yetmeyecek, onun gözü çok daha fazlasında, “tek adamlıkta” çünkü. Bu yüzden vaaz ettiği “Yeni Türkiye” söyleminin hiçbir inandırıcılığı yok. Emeğin amansız sömürüsü, farklı olanların dışlanması, devleti kuşatan resmi ideolojinin mutlak hâkimiyeti, doğanın amansız tahribine dayalı kalkınma modeli, güçsüz olanın ezildiği hukuk sistemi, vesayetçi sistemi ve içinde her dem otoriter eğilimler taşıyan demokratik yapısıyla “Eski Türkiye” tüm biçimleriyle yürürlükte çünkü…

 

Eski Türkiye’de emek hızla değersizleştirilen bir varlıktı, Yeni Türkiye’deyse yok hükmündeki bir değer haline dönüştü… Geçtiğimiz gün Dilaver’in dağlarındaki adına ocak denen mağaradaki kurtarma çalışmalarını kanım donarak izledim örneğin… Karo sahasında adımımı attığımda gördüğüm keşmekeş içerde olan biten hakkında çok şey anlatıyordu… Polisin ocak ağzına çektiği plastik şerit dışında en küçük bir güvenlik önlemi olmadığı gibi, kaza öncesine değin kullanıldığı belli olan makine ve teçhizat son derece güvenliksiz şartlar içindeydi… Kurtarma çalışması yapan işçilerin hiçbirinde ferdi koruyucu malzeme yoktu. Adeta pamuk toplamaya giden işçilerin donanımıyla giriyorlardı ocağa… Soma katliamı yeni yaşanmıştı oysa… Yeni Türkiye’de insan canı, tıpkı Eski Türkiye’de olduğu gibi sudan ucuzdu demek ki…

 

YENİ TÜRKİYE’DE LİYAKAT DEĞİL SADAKAT ÖNEMLİ

Meraklı gözlerle izledim çevreyi. Kömür boşaltılan, yüklenilen tumbaların çevresinde bahçe çiti sayılacak kadar bile önlem bile alınmamıştı. Elektrik kabloları çamaşır teli gibi uzanıyordu bir yerden diğer yere… Göçükten alınan posta bildiğimiz sarı topraktı. Son derece gevşek bir formasyon içinden geçilerek giriliyordu demek ki ocağa. Orada çalışan işçilerden ocak içindeki tahkimatın ahşap olduğunu öğrenince aklım duracaktı sanki. Böyle zeminlerin beton pasajla geçilmesi şarttı… SGK’nin iş güvenliği müfettişleri, TTK’nin denetim elemanları ne hikmetse görmemişti rezaleti. Göremezdi de… Yeni Türkiye’de bir yere gelebilmek için liyakat, özgüven, bilgi değil, AKP elebaşlarına sadakat önemliydi çünkü… Oralarda ölmekse “Siyah Türkler”in fıtratıyla ilgili bir şeydi nasılsa...

 

Saha Demir Madencilik’e aitmiş… Onlar da taşeron olarak bir başka kişiye devretmiş ocağı. Sordum en ustası 1.200 liraya çalışıyormuş işçilerin… Dinlenme yerlerini, soyunma odalarını gezdim, akıl almaz bir özensizlik, hiç arınmayacak bir pislik akıyordu her yandan… Demirparkları, Dedemanları, Deniz Kulüplerini pırıl pırıl ışıtan servet böyle birikiyordu demek ki… Yeni Türkiye de tıpkı Eski Türkiye gibi, emeğin amansız sömürüsüne, insan kanı üzerinde yükseliyordu… Bu palavranın cilasını en çok parlatanlar arasında Demirlerin olması, Erdoğan’a kayıtsız şartsız destek vermesi boşuna değildi demek ki… Birisi “Yeni Türkiye” vaat ediyor öyle mi? Cevap Eski Türkiye’nin unutulmaz önderi İnönü’den: “Hadi oradan...”