Güreş meydanlarında cazgır güreşçileri tanıtırken şöyle der: ''Allah Allah illallah. Yiğitler çıktı meydane; birbirinden merdane!''
   Burada bizim yiğitler; belediye başkan adayları! Er meydanına çıktılar, şimdilik peşrev çekiyorlar. Ama önümüzdeki günlerde naralar atıp elense çekmeye de başlayacaklar inşallah! 31 Mart günü sandıklar açıldıktan sonra da güreşlerin sonucu belli olacak. Bakalım altın kemerleri kimler takacak.
   Tam da burada, güreş ve pehlivan derken; birden Aziz Nesin'in daha önce de yazdığım bir hikayesi tekrar aklıma geldi.. Anlatmadan geçemeyeceğim..
   ''Kahramanımız iri yarı, heybetli bir pehlivan. Sesi de öyle gür ki; narayı patlattığı zaman rakibi psikolojik olarak çöküp dizlerinin bağı çözülüyor. Tabii ki doğal olarak hemen yeniliyor.
   Yine bir gün şampiyonluk müsabakası var.. Seyirciler tıklım tıklım.. Kahramanımız mindere geliyor.. Müthiş bir tezahürat!. Ama o da ne? Karşısına ufak tefek cılız biri çıkıyor.. Seyirciler önce herhalde bu bir şakadır diye düşünüyorlar..Ama cazgır gelip bunları tanıtınca çok hayret ediyorlar.. Bu adam herhalde deli deyip acıyorlar da!.
   Derken cazgırın işareti ile güreş başlıyor.. Tabii ki bizim pehlivan peşrev çekip hemen o yeri göğü inleten meşhur narasını patlatıyor.. Fakat cılız pehlivan bu naraya aldırmayıp kahramanımıza paça kasnak dalıyor.. Ve bizimkini iki seksen sırtüstü yatırıp tuş ediyor!.
   Tüm seyirciler şokta! Gözlerine inanamıyorlar!
   Neyse, uzatmayalım; mesele sonradan anlaşılıyor. Cılız pehlivan sağırmış; narayı duymamış!''
   Çok eskiden okuduğum hikaye hatırladığım kadarıyla  böyle. Şimdi bu hikaye nereden aklına geldi derseniz bizim belediye başkan adaylarımızdan bazılarının ve özellikle liderlerinin sesi fazla çıkıyor da ondan! Yani burada demek istiyorum ki fazla bağırana aldanmamak lazım!
   Buraya kadar yazdıklarım işin mizahi kısmıydı. Şimdi de ciddi kısmına geçelim.
   Yerel seçimlerin genel seçimlerden bir farkı var gibi görünüyor. Seçilen isimler daha önceden tanınabiliyor. Bu yeterli mi? Elbette değil. Adaylar yine parti başkanları ve yakın çevresi tarafından belirleniyor. Ama ne de olsa genel seçimlerdeki aday belirlemelerine göre bir tık daha demokratik. Çünkü halk yerel seçimlerde adaya da dikkat ediyor. O yüzden halkın nabzına dikkat edilmek zorunda..
   Bilindiği gibi, ilçe ve belde belediyeleri mahallelerden oluşmaktadır. Arapça kökenli olan mahalle kelimesi ise ''mahal'' kelimesi ile aynı kökten türemiştir ve ''konaklanan yer'' anlamına gelmektedir. İdari olarak mahalle, belediye sınırları içinde, ihtiyaç ve öncelikleri benzer özellikler gösteren ve sakinleri arasında komşuluk ilişkisi bulunan birim olarak tanımlanır. Mahallenin özellikle bizim toplumumuzda, toplumsal hayatın merkezinde yer alması ve kentin çekirdeğini oluşturması, kamusal alanın inşa sürecinde yerel demokrasi dinamiklerinin oluşturulması konusunda onu zorunlu olarak ilk uğrak durumuna getirmektedir.
   Belediyeciler için, gece yatılıp sabah işe gidilen ve akşam gelinen dev yatakhanelerden farklı görülmeyen mahallelerde, halkın üçte ikisi tam gününü geçirmektedir. Durum böyleyken, mahalle yaşamını canlandırmak, mahallede sürekli yaşayan yetişkinler, gençler ve çocuklara dönük yaşam, spor, kültür, dinlenme, eğlenme alanları açmak belediyelerin başlıca görevidir. Onun için, ''ilçe ve belde  belediyeciliği büyük ölçüde mahalle belediyeciliğidir'' diyoruz. İlçe ve belde belediyeleri mahallelere el attıklarında, bir ''mahalle devrimi'' gerçekleştiğini görebilirler. Düşünülmesi ve yapılması gereken basittir: Halkı merkeze almak, halk neredeyse oraya gitmek..
   Zaten 5393 sayılı Belediye Kanununda (2005) hemşehrilerin niteliklerinin dikkate alınmasına yönelik temel bir ilke olarak, belediye hizmetlerinin vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulması hükme bağlanmıştır. Bu yaklaşım hemşehri odaklı bir yönetim anlayışının kurumsallaşması adına atılmış önemli adımlardan biri olarak değerlendirilebilir.
   Yerel yönetimlerin güçlenmesinin tek yolu halka daha yakın olmasıdır. Tabii ki uygulamalarda kadınlara ve çocuklara da pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.
   Yukarıdaki klişeleşmiş yarı resmi laflardan sonra; son olarak da, Zonguldak merkez ve diğer ilçelerinde seçilecek olan belediye başkanlarına naçizane tavsiyelerim var. Birkaç söz söyleyip kaçacağım.
   Zonguldak'ın büyük resmine bakıldığında; ilçe ve belde belediyeleri, tıpkı bir pazılın (puzzle) parçaları gibidir. Eğer bir pazılın bir parçası eksikse o resim de eksik demektir. Yani bütünlüğünü kaybetmiştir. Zonguldak'ın ise bütünlüğe her zamankinden fazla ihtiyacı olduğu bir zamandayız. O yüzden, gerçekten Zonguldak'a hizmet edilmek ve içinde bulunduğu bataktan kurtarılmak isteniyorsa; tüm belediyelerin parti farkı gözetmeksizin güçlerini birleştirmeleri ve bu ortak gücü Türkiye'nin pastasının dağıtıldığı Ankara üzerinde yoğunlaştırmaları gerekmektedir. Çünkü Zonguldak yıllardır bu pastadan hak ettiği payı alamamaktadır. İç kaynakları ise oldukça zayıflatılmış olup hizmet için yetersizdir. Kısacası artık bu pastadan pay alma zamanı gelmiştir, hatta geçmektedir.
   Belediyeler yine parça parça hareket etmeye ve içe dönük güncel politikalarla uğraşmaya devam ederlerse; emin olsunlar ki Zonguldak iyiye gitmek şöyle dursun; tam tersine daha da sıkıntıya girecektir. 
   Dost acı söyler.
   Benden söylemesi!