Yer Cumhurbaşkanının makamı...

Bütün medya pür dikkat Cumhurbaşkanının ağzından çıkacak açıklamaları bekliyor...

Televizyonlar açıklamayı canlı yayınlıyor...

Tam o esnada iki kadın gazeteci uyarılara aldırış etmeden kahkahayla gülüyor...

Toplantı tüm ciddiyetiyle devam ederken, biraz önce kahkaha atan mutlu gazetecilerden biri, "Sayın Cumhurbaşkanım verdiğiniz sözleri tutmuyorsunuz" diyor.

Ekran başındakiler ve basın toplantısını takip eden meslektaşları her platformda "Benden daha iyi muhabir yok" diyen mutlu gazetecinin ne soracağını merakla bekliyor...

Tabi Cumhurbaşkanı da!

Ve o tarihi soru geliyor:

"Sayın Cumhurbaşkanım, bizi Gaca'ya ve Kent Orman'a pikniğe götürecektiniz. Sözünüzü tutmadınız"

Yukarıda yaşanan olay aslında önceki gün Zonguldak Belediye Başkanı Selim Alan'ın makamında yaşandı.

Neden böyle bir örnek verdim...

Ha Cumhurbaşkanlığı makamı, ha Zonguldak Belediye Başkanlığı...

Bir gazetecinin önce mesleğine sonra kamuoyuna olması gereken saygısı gereği kıyas yapmanızı istedim...

Kendi tabiriyle o "makarnacı" pardon "makaracı" gazeteci Pusula Gazetesi muhabiri Öznur Güneş...

Esasında bu tür olaylarda izlemeyi tercih ederim...

Maksadım Öznur'u mahcup etmek ya da utandırmak değil asla...

Ama o bizi utandırdı dünkü köşe yazısında...

Zaman zaman sorduğu sorular ve yaptığı çıkışlarıyla şaşırtan Öznur Güneş, bugünkü yazısının başlığını okuyanın kanını dondurdu...

Belli ki, yazısını okutmak için "tık" alma hastalığına yakalanan meslektaşlarımızın kronikleşen rahatsızlığına yakalanan Öznur Güneş, Şoförler Odası Başkanı Osman Bahar'ın basın toplantısında da "En iyi gazeteci demek ki benim", "Sen nasıl konuşuyorsun" gibi ileri megalomani teşhisi konulacak bir gaf yapmıştı.

Kendisini eleştirenlere de "Kıskançlık, hasetlik yapıyorlar" diyecek kadar körleşen Öznur, umarım en kısa zamanda aynalarla yüzleşir...

Patron sevici tavırlarıyla gözlerimizi yaşartan Öznur'un son yazısında attığı başlık kanımca psikolojik ya da başka sorunları olan bir kişinin yazacağı türden...

Ne diyor Öznur:

"Sanki Başkanınkini yememiş gibi..."

Ne diyeceğimi bilemedim...

Değil bir kadına, aklı başında bir insana yakıştıramayacağım bu ifadelere yorum yaparken bile aynı çukura düşmekten korkarım...

Kalem bugüne kadar icat edilmiş en tehlikeli silahtır...

Doğru kullanırsanız, değerinize değer katar...

Aksi halde kendi kendinizi rezil eder, mürekkebinde boğulup gidersiniz...

Kimseye ahlak dersi vermeye niyetim yok...

Hele çok kıskandığımız,  hasetlikten çatladığımız Öznur Güneş gibi kendi cumhuriyetini ilan etmiş, 2 bin fitte uçan bir planöre diyeceğimiz tek söz...

Umarım tez zamanda ayakları yere basar ve yakalandığı bu amansız hastalıktan kurtarır kendini...

Kendisinden başka herkesi aşağılayan bu kırıcı dilin zehrini zerk ettiği satırlarında nereden geldiğini unutan duayen(!) gazeteci arkadaşımızın mesleğe Halkın Sesi'nde başladığını bilmeyenler olabilir...

Aklınca isim vermeden Halkın Sesi'ni "yok" hükmünde sayarak işi daha da ucuzlatan Öznur, uzun yıllar Susma Gazetesi'nde tahsilat görevlisi olarak çalıştı...

Günün birinde Halkın Sesi'ndeki ofisime  gelerek iş başvurusu yapan Öznur'a mali koşullarımızın iyi olmadığını söylememe rağmen ısrarcı olması karşında kayıtsız kalamadım...

Ömrüm boyunca "Hayır" demeyi bilmediğim için ertesi gün Öznur Halkın Sesi'ne başladı.

Bir yıl kadar abone tahsilatında emek veren Öznur, günün birinde odama gelerek, "Mustafa Bey, ben pozisyonumu değiştirmek istiyorum" dedi.

Pozisyondan kastı muhabirlikti...

Yine mali sıkıntılarımızı öne sürerek olamayacağını söylesem de ısrarla muhabir olmak istediğini ifade etti.

Bu benim için önemli bir kriterdi...

Tıpkı kendisinden önce ve sonra aynı taleple gelen genç arkadaşlarımızda olduğu gibi onu kıramayarak kabul ettim isteğini...

Çünkü, bir şeyi çok istemek başarmanın ilk basamağıydı...

Geçmişte mesleki kariyerimde bana vesile olan, fırsat tanıyan insanlar gibi ben de  gazeteciliğe 'merhaba' demesine olanak tanıdığım Öznur, nasıl bir dev aynasında gördüyse kendisini bir de baktım ki ilk horozlandığı kişi ben ve Halkın Sesi oldum.

Bu ilk kez başıma gelmediği için Öznur'a kızamıyorum...

Ekmeğimi bölüştüğüm, konumum gereği iş imkanı sunduğum ama derenin karşısına geçince bizim tarafa taş atan ne ilk kişiydi Öznur, ne de son...

Ama galiba beni sokak ortasında kavga ettiği  "ihtiyar"la karıştırdı!

Hayat yüzlerce gözeneği olan kocaman bir elek...

Bu elekten bu güne kadar kimler düşüp gitti...

Hata mı?

Hepimiz yapıyoruz...

Bizim de haddimizi aştığımız, kantarın topuzunu kaçırdığımız zamanlar olmuştur...

Ama en büyük jüri olan okur, öyle bir tokat atar ki, feleğini şaşırırsın...

Böyle durumlarda önemli olan, önce haddini sonra özür dilemeyi bilmektir...

Öznur, son dönemde "pozisyon"unu korumak, patronuna şirin gözükmek için boyundan büyük laf etmekle kalmayıp, tek başına kurtulması güç bir kanalizasyon çukuruna düşmüştür...

Biri onu çekip kurtarabilir belki ama kalemine sinen koku uzun süre gitmeyecektir...

Hem buraya hem tarihe büyük harflerle not düşüyorum:

"BAŞKANINKİNİ YEMEMİŞ GİBİ" şeklinde çirkin bir ifade yazarken hangi ruh haliyle, kime yazdığını bilmiyorum ama umarım önce bir kadın olarak kendisinden, sonra kamuoyundan özür diler..

Ve sonra "gazetecilik kirlenmiş" demeden önce ağzını güzel bir çalkalar!