Zonguldaklı veteran atlet Safder Kartoğlu’nun torunu yazar Can Gürses’in, sosyal paylaşım sitesindeki hesabında Kapuz’la ilgili yayımladığı duygu dolu yazı okuyan herkesi hüzünlendiriyor

 

Zonguldaklı veteran atlet Safder Kartoğlu’nun torunu, yazar Can Gürses, çocukluğunda, anneannesi ve dedesiyle birlikte tatilinin bir bölümünü geçirdiği Kapuz anılarını yazdı. Aynı zamanda reklamcı, yazar Can Kartoğlu ile karikatürist Kemal Gökhan Gürses’in kızı da olan Gürses, Kapuz’u, şu şiirli cümlelerle anlattı:

 

“ÇOCUKLUĞUMDA HER YAZ ZONGULDAK’A GİDERDİK”

“İstanbul benim ikinci annemdir. Zonguldak ise benim annemin şehridir; bir diğer deyişle Zonguldak benim ikinci anneannemdir. Aslen Çanakkaleli olan anneannemin evlenip yerleştiği şehrin Zonguldak olması ve son yıllarında her şeyi unutan anneannemin durup durup ‘Hadi Zonguldak’a gidelim’ demesi bu hissimi hüzünle doğruluyor. Anneannemle birlikte yiten birçok şey gibi Zonguldak yolculuklarımız da onun gidişiyle seyrekleşti. Oysa çocukluğumda her yaz Zonguldak’a giderdik. Annemlerin çalıştıkları için hafta sonları katıldığı bu tatilleri ben anneannem ve dedemle birlikte annemin doğup büyüdüğü o güzel evde geçirirdim. Anneannem gibi ben de cam kenarı koltuklarını severim. Güneş, her akşam batarken salonun ahşap rengini sapsarıya boyardı. Cam kenarındaki koltukta –ki bu koltuk şimdi benim evimde, Moda’da- oturuyorsam güneş beni de papatya sarısı ışığıyla sarıp sarmalardı. Üzerime altın tozları yağdığını hisseder, kendimi güneş gözden yitene dek bir masalın kahramanı zannederdim. Güneş batınca elimdeki kitaba, yaz ödevime ya da saçlarımı taramaya dönerdim. Anneannem, sabah kahvaltısında iki buçuk dilim yağlı reçelli ekmek yediğime ve yanaklarımın pembe pembe parladığına emin olunca bana en az üç kilo daha aldırmak için yemek hazırlamak üzere mutfağa geçerdi. Biz de dedemle birlikte Zonguldak’ın her daim şen şakrak, kıvrak olan yollarından denize, Kapuz’a inerdik. Bazen anneannem de bizimle gelirdi. Ellerimizde sepetler dolusu kuru köfteler, börekler, domatesler, daha neler neler... O günler, hayatımın en güzel, en eşsiz, en unutulmaz günleriydi.”

 

“BÜYÜK KAPUZ’UN GİRİŞİ GERÇEK BİR TÜRK FİLMİ AÇILIŞIYDI”

“Anneannem ve dedemle birlikte bir yere gitmek dünyanın en havalı şeyiydi. Çünkü yetmiş yaşında olsalar da onlar dünyanın en güzel kadını ile dünyanın en yakışıklı adamıydı. Büyük Kapuz’un girişi gerçek bir Türk filmi açılışıydı. Gelen insanlara ‘para kaynağı’ değil de ‘insan’ olarak bakıldığı, herkesin birbirini saygı ve güler yüzle selamladığı bir şenlik alanıydı Kapuz. Anneannem de o gün Kapuz’a bizimle gelmişse plaja inmez sıra sıra masaların dizildiği üst kısımda, merdivenlere yakın bir masada oturur, bulmaca çözer, ince uzun parmaklarıyla çok sevdiği bir Türk Sanat Müziği şarkısına ritim tutarak ipek kadife sesiyle şarkının sözlerini mırıldanır yahut hülyalı deniz mavisi gözleriyle etrafı seyre dalardı. Dedemle beraber plaja indiğimizde fabrikatör kızı Hülya Koçyiğit’le emekçi işçi Cüneyt Arkın şuralarda bir yerde öpüşüyor olmalıydı. Ama tabii, aşkları onları görünmez kılıyordu. Denizi hep dalgalı hatırlıyorum. Dedemle beyaz kapılı sıra sıra kabine girip mayolarımızı giyerdik. Mayolarım ne kadar renkli olursa olsun anneme yetersiz gelirdi ve mutlaka üstlerine boncuk, fırfır filan dikerdi. Dedem kendini bir çırpıda suya bırakır ve Kapuz’u ‘Hoh’ sesi ile inletirdi. Dedeme gülerken suya alışmaya çalışırdım. Her sınıftan insan, kimisi yalnız başına, kimisi çoluk çocuğuyla birlikte güle oynaya denize girerdi. Bazıları ise denizden korktuğu ya da yüzmeyi bilmediği için denizin kumla buluştuğu mucizeli bölüme oturur, dalganın kendilerine oyunlar yapmasını beklerdi. Dedem denizden çıkayazınca hemen bırakırdım kendimi suya. Şu dünyada en özgür olduğum yerdir canına yandığım deniz. Beni yeniden ben yapar. Ne zaman suya bıraksam kendimi, o çocuk olurum. Denizden çıkıp sadece yüzünü kurulayan dedem, ‘Canpiş, çok açılma!’ diye seslenirdi. Ben annem gibi yan yan yüzmeyi sevmezdim. Hep daha öteye, ufka biraz daha biraz daha yakın olmak isterdim. Ama dedemi telaşlandırmamak için biraz açılıp dönüp yine biraz açılıp yine döndüğüm küçük bir su patikası yaratırdım kendime.”

“O İRİLİ UFAKLI BÜYÜLÜ MÜ BÜYÜLÜ TAŞLAR”

“Dedem daha girmezdi denize. Benim doymam mümkün mü denize? Bir daha bir daha yüzerdim. Ama her deniz arasında anneannemin yanına uğrar, yanağına bir öpücük kondururdum. “Yaşama sevincim benim” derdi anneannem. Ben, anneannemin yaşama sevinci, dedemin yağmur damlasıyım. Dedem de duramazdı Cahide’siz. O da mutlaka görmek isterdi anneannem iyi mi, bir ihtiyacı var mı diye. Her deniz arasında aynı iştahla acıkır ve bir şeyler yerdik beraberce. Anneannem yine döktürmüştür börekleri. Sudan çıkıp çakıl taşlarına yatardım. Şimdilerde spa diye dallanıp budaklandırılan şey neyse onun doğalıydı işte o irili ufaklı büyülü mü büyülü taşlar. Üstüne yatınca hepsi birden sözleşmişçesine sizi rahatlatırdı. Ben taşlarda uzanırken dedem bana şiirler okurdu. Yatıp uyuduğumu sanmayın! Yapacağım son şeydir bu. Hemen ayaklanıp taşlarla bir diyar kurardım sahile. Sonunda iyilerin kazandığı, belki de hiç kimsenin bir şeyi kazanmak ya da kaybetmek zorunda olmadığı masallar yaşanırdı o diyarda. Güneş hiçbir zaman kavurucu olmazdı Zonguldak’ta. Ama anneme söz verdiğimiz için dedemin sepetimizden çıkardığı bandanamı bağlardım başıma.

 

“HAFTA SONU GELSİN Kİ HEP BERABER KAPUZ’A GİDELİM”

“Akşam olunca hepten toplanıp evin yolunu tutardık el ele. İşte sonra o günbatımının sarı yağmuru altında, içimde Yeşilçam’ın saflığı pencereden dışarıyı seyrederken, dedem çoktan duşunu almış, çarşıya inmiş, taze akşam ekmeği alıp gelmiş; çiçekli elbisesini giymiş saçlarını kemik tarağıyla tarayıp tacını takmış olan güzeller güzeli anneannemse sofrayı donatmıştır bile. Yemekten önce tuşları tek tek çevrilen o tombul yeşil telefondan İstanbul’u arayıp anneme yaptıklarımızı anlatmalıyım. Hafta sonunu iple çekiyoruz her birimiz. Hafta sonu gelsin ki hep beraber Kapuz’a gidelim. Neden anlattım bu öyküyü? Neden gözlerim yaşlı? Çünkü hayat, eski günleri özleme durağı. Çünkü anneannemi her gün daha çok özlüyorum. Çünkü çocukluğum her gün biraz daha uzağımda. Ne mutlu ki Zonguldak denizine benzemese de İstanbul’da denize dedemle giriyorum. Bana hala şiirler okuyor. Bense yazdığım romanları ilk ona okutuyorum.

 

“HAYAT, ESKİ GÜNLERİ ÖZLEME DURAĞI OLMASIN”

Bu öyküyü anlattım çünkü Zonguldak Valisi’nin, yıllardır belediyenin işlettiği Büyük Kapuz’u ticari bir işletme olan Kömürspor’a devredeceğini öğrendiğimde hem telaşlandım hem öfkelendim. İstanbul’um her an elimden giderken, büyük bir acı ve gönül borcuyla bu gerçeğin romanını henüz yazmışken bir de bana her daim candan, sıcacık, sevgi dolu bir Yeşilçam filmine dönmüşüm hissini veren Büyük Kapuz’u kaybetmek istemiyorum. Hayat, eski günleri özleme durağı olmasın, bugünleri doya doya yaşama güzelliği olsun. Edebiyat söyleşim için annem ve dedemle birlikte Zonguldak’a gittiğimizde Kapuz’da anılarımızı yerli yerinde bulup yenilerini yaşamıştık. Anılarımızı, bugünümüzü ve doğamızı bize bırakın. Öykülerimiz dünde bitmesin, yarın da sürsün.