Türkiye günlerdir mültecilerin ülkelerine  geri gönderilmesini tartışıyor. Mültecilere yönelik ırkçılığa varan fiziki saldırılar, darp edilip sosyal medyaya videoları atılan sığınmacılar gazete ve TV haberlerinde çok daha sık yer buluyor son dönemde. Toplumsal nefret boyutuna çekilmek istenilen tartışmanın tarafları, ülke genelinde yaşanan ekonomik kriz ve işsizliğin sorumlusu olarak göçmenleri gösteriyor. Yoksul halk ise daha ucuz işgücü nedeniyle tercih edilen göçmenler yüzünden

işsiz kalmaktan dert yanıyor.  

Halkın Sesi Yazı İşleri Müdürü Mustafa Özdemir, Zonguldak'ta yaşayan 2 Suriyeli gençle ile Suriyelilerin gözünden "mülteci" sorununu konuştu. Halep ve İdlip'ten kaçak yollarla Türkiye'ye giriş yapan 28 yaşındaki Abdurahham Ali ve 25 yaşındaki Muhammet Fehit Rahabi, doğduğu topraklardan sürgün geldikleri Türkiye ve Zonguldak'ta  karşılaştıkları muamele ve psikolojik linçten dert yandı. Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de iyi ve kötü insanlarla karşılaştıklarını ifade eden Suriyeli göçmenler, "Çok iyi, çok merhametli insanlar bize yardım etti. Ama "neden savaştan kaçtınız" diyerek bizi vatan hainliğiyle suçlayanlar da oluyor. Kimse yaşamadan anlayamaz. Bir tarafta Esad yanlısı Ruslar, diğer tarafta muhalifleri destekleyen Amerikan askerleri... Bir tarafta Irak Şam İslam Devleti (DEAŞ), diğer tarafta Esad rejiminin askerleri. Ve tabiki tampon bölgesindeki Türk askeri. Suriye 4'e hatta 5'e bölünmüş durumda. Hangi tarafta olursanız olun ölümle burun burunasınız. Yaşadığımız tam da bu" dediler.

İşte o röportaj:

Şehir merkezinde yürüyorum... Yanıma yaklaşan esmer tenli bir genç "Abi bakar mısın" diyor. 
Bozuk Türkçeleri ve  yanık tenleriyle ortadoğulu göçmen olduklarını ilk bakışta fark ediyorum. 
Kozlu Noteri'ni arayan 2 kafadarın içine düştüğü çaresizliği hissedince  "hadi sizi götüreyim" diyorum.
Yolda yürürken kafamda şimşek gibi çakan röportaj fikrinin ve zamanlamasının son derece yerinde olacağını düşünüyorum. 
Bir taraftan röportaj  fotoğrafı çekip diğer taraftan merak ettiklerimi soruyorum. Bu sırada Göç İdaresi Müdürüne telefonla ulaşıp yaşadıkları sorunu özetleyerek yardımcı olmalarını rica ediyorum. Son derece kibar ve anlayışlı bir tutumla dinleyen Müdür bey, "yanıma gelsinler" diyor.

Telefonu kapatıp Göç İdaresi Müdürünün randevu için beklediğini söyleyince bir anda araçta yanımda oturan Abdurahham iki eliyle başımı tutup alnımdan öperek teşekkür ediyor kendince... Tuhaf bir huzur ve hüzünle ilerlerken Abdurahham'ın tutamadığı göz yaşını sildiğini son anda fark ediyorum. 

5 aydır Zonguldak'ta olmalarına rağmen ev ve iş arasında geçen yaşam hikayelerini anlatmaları için Fener'e çıkıyoruz. İlk kez gördükleri Fener'in ulu çınarlarına, uçsuz bucaksız masmavi denize, yeşilin en tazesine hayran gözlerle bakıyorlar...

Zonguldak'a İstanbul'dan gelen Aabdurahham ve Muhammet boyacılık ve kaçak madenlerde günlük işlerde çalışıyor. Düzenli bir işleri olmayan Suriyeli 2 arkadaş ayda 4-5 bin lira kazanıyor. Kazandıkları paradan artırdıkları 100-150 doları Suriye'nin Halep ve İdlip şehrinde yaşayan ailelerine gönderen iki arkadaş aynı evde yaşıyor. Geri kalan parayı ise beslenme, kira, ev giderleri ve günlük ihtiyaçlarına harcıyor...

Muhammet az buçuk söze giriyor... Bir yıl önce simsara 2 bin dolar vererek 20 kişiyle gece yarısı sınırdan kaçak geçerek Adana, İstanbul ve son olarak Zonguldak'a uzanan hikayesini anlatıyor. 
Nerden aklıma estiyse "Suriye'de yolunuzu bekleyen bir sevgiliniz var mı?" diyorum. 
İkisi de çok net "hayır" diyor...
Aklımca bir aşk hikayesi çıkarmaya çalışıyorum. 
Ama söyledikleriyle lafı ağzıma tıkıyorlar adeta... 8 kardeşin en büyüğü Abdurahham, "15 yaşında düştük gurbete çalışmak için. Savaş ve açlık arasında aşk hiç aklımıza gelmedi. Sevmeye bile fırsatımız olmadı" 

Yavaş yavaş hikayelerini ucundan yakaladığını hissediyorum.

"Derdiniz neydi de geldiniz" diye soruyorum:

"Soğuk savaş devam ediyor. Suriye'de mezhep çatışması hala devam ediyor. Esad güçleri Sünni olduğumuz için bize ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyor" diyorlar...
"Mesela" dememe kalmadan daha iyi Türkçe ile konuşan Abdurahham başlıyor söze...

"Askerde, devlet dairesinde, okulda kısaca her yerde Esad'ın ailesinden olanlar ve aleviler ayrıcalıklı. Sünniysen iş yok. Aleviler Sünnilere göre daha çok maaş alıyor. Halep ve İdlip'te Sünnilere karşı tam bir baskı tezimi hakim. Muhaliflerin ve sünnilerin yaşadığı yerleşim bölgelerine tam bir gıda ve ilaç ambargosu var. Ben 30 kilometre mesafeye gidip ekmek almak için 10 saat beklediğimi biliyorum. Çünkü un olmadığı için ekmek çok az. Bu yüzden sınırlı alabiliyoruz. İstediğimiz ilacı bulamıyoruz. İdlib'te elektrik ayda 2 kez geliyor. Su sürekli kesiliyor. İş yok. İş olmayınca para da olmuyor. Yaşam çok zor ve her geçen gün daha da zorlaşıyor" 
 
AKP hükümetinin göçmen politikasını "kontrolsüz" bulduğum için her fırsatta eleştiren ben bile  Abdurahham konuşurken zihnimde gel-gitler yaşıyorum. 

Empati yapınca, olaya insani açıdan bakınca işin içinden çıkamıyorum...

"Önce can sonra canan"   diyip göçmenlere sokakta en çok sorulan soruyu soruyorum:
"İnsanlar sizi ülkenizde savaş varken kaçmakla suçluyor mu?"     

Yüz ifadelerinden bu sorudan ne kadar muzdarip olduklarını okuyorum.
"Yaşamayan bilmez. Ama savaşla yüzleşmeye yaşamadan konuşmak çok kolay. Esad rejimi ve Rus askeri bir tarafta DEAŞ ve Amerikan askerleri bir tarafta. Suriye halkı arada kalıyor. Karşınızda sadece bir düşman yok. Silahınız yok. Esad tarafında olsak DEAŞ'ın ölüm listesine giriyorsunuz. DEAŞ saflarında olsak ESAD rejimi askerleri sizi öldürüyor. Yani her ihtimale ölüyorsunuz. Ben okuduğum için askere gitmedim. Görmediğim için 3 kez cezaevine girdim. İnanılmaz zulüm gördüm. Bize "neden ülkenize dönmüyorsunuz?" diyorlar. Yarın Suriye'ye dönsek yine aynı zulümle karşı karşıya kalacağımızı bile bile nasıl dönebilirsiniz"  diyen göçmen gençlere "Neden Türkiye'de kalmak istediklerini soruyorum...
Türkiye'nin Müslüman olması ve ortak kültüre sahip olmaları nedeniyle Türkiye'yi tercih ettiklerini ifade eden Muhammet, bu yüzden Avrupa'ya gitmeyi düşünmüyor... 

"Akşam başınızı yastığa koyduğunuzda kurduğunuz hayaliniz ne" diyorum.
"Suriye... Suriye'nin eski güzel günlerine dönmesi... Kim vatanını terk etmek ister. Ama Amerika ve Rusya Suriye halkını böldü. En büyük hayalim Suriye'ye huzurun gelmesi. Her şeyin normalleşmesi... Çocukluğumda gezdiğim sokaklarda özgürce gezmek"

-Peki Türkiye'de göçmenlere karşı başlayan tepkinin sebebi sizce ne?

-Bize göre Türkiye göçmenler konusunda başında hata yaptı. Suç işleyenler geldikleri yere geri gönderilmeliydi.  Topluma uyum sağlayamayanlar, sorun yaratanlar yüzünden tüm göçmenlere tepki oldu. Beş parmağın beşi bir mi? Onlar yüzünden  bütün göçmenler kötü diyemezsiniz."  

"Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı"

"Ailemizin yanında olmak, yeniden ülkenize barış gelmesi için dua ediyoruz. Türkiye bizim ikinci vatanımız. Lütfen tüm göçmenleri kötü olarak genellemeyin" 

-Teşekkür ederim.
-Biz teşekkür ederiz.