Bilindiği gibi,1960'lı yılların ikinci yarısında  statükoya başkaldırı hareketlerini  başlatan dünya üniversite gençliğine ''68 Kuşağı'' denilmektedir. Ben de bu kuşaktanım. Zira o yıllarda, bu hareketlerin Türkiye'ye de yansımasında başı çeken Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde öğrenci idim. Bu nedenle başkaldırı hareketlerinin içinde fiilen bulundum ve dolayısıyla 68 kuşağını da iyi tanırım.

68 Kuşağı dünyada ve Türkiye'de önemli devrimlere imza atmış ve radikal değişikliklere sebep olmuştur. Bu kuşağın  devamı olan neslin şimdi dünyada ne yaptığı bizi fazla ilgilendirmiyor ama ülkemize baktığımızda sonuç tam bir tezattır. Yeni neslin 12 Eylül yöneticileri tarafından 68 Kuşağı ile bağları koparılmış ve iğdiş edilmiştir. Artık bu nesilde 68 Kuşağının ülke ve dünya meselelerine göstermiş olduğu duyarlılık ve tepki pek görülmemektedir. Adeta apolitize olmuşlardır.

Fakat benim burada asıl işlemek istediğim konu işin devrimci yönü değildir; Türkiye'nin gelişmesi ve değişmesi ile ilgilidir ve bu konuda bizim 68 Kuşağının  işlevi ve misyonudur. Zira Türkiye'deki 68 Kuşağının dünyadakilerden farklı bir özelliği daha vardır.Gelin bunu biraz açalım.

Bir soru yönelterek başlamak istiyorum: Farz edin ki bir adam 60 sene önce uykuya daldı ve bu gün uyandı; uyandığında bu günkü Türkiye'yi gördüğünde acaba neler düşünür, neler hissederdi? Şaşkınlıktan küçük dilini yutup kendisini başka bir gezegende mi sanırdı; yoksa rüya gördüğünü sanıp tekrar gözlerini mi kapatırdı? Örneğin, bu günkü teknolojiye inanabilir miydi sanıyorsunuz?

Bu sorulara 40 yaşından küçükler doğru cevap veremez. Hatta onlara saçma bile gelebilir. Bunu nereden mi biliyorum? Kendi çocuklarımdan biliyorum. Zira ben 50-60 yıl önceki çocukluk yıllarımın şartlarını anlatmaya başladığımda inanamıyorlar; abarttığımı düşünüyorlar. Ama onlar da haklılar. Türkiye öyle hızlı bir değişim geçirdi ki yakın tarihimiz bile, göreceli olarak, çok uzak bir tarih gibi kaldı.

Biliyorsunuz, Fatih'in 1453 yılında İstanbul'u fethi ile Ortaçağ sona ermiş ve Yeniçağ başlamıştır. Tarihçiler öyle diyor! Tabii bu Batılılar için geçerlidir. Ama, Anadolu Türkleri için Ortaçağ bu tarihte sona ermemiştir. Aksine ta Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar devam etmiştir. Hatta Cumhuriyet'in ilk 30-40 yılında bile Ortaçağın izleri tam olarak silinememiştir. Zira  çok zor şartlarda kurulan genç Cumhuriyet bir günde Ortaçağı sona erdiremezdi. Belli bir zamana ihtiyacı vardı. Tıpkı çamura saplanan bir arabanın önce çamurdan kurtarılması; sonra da vites büyülte büyülte hızlandırılması gibi!

Tarihimizi hatırlayın ve düşünün: Osmanlıların dışlaması nedeniyle, bu millet belki 600 sene hiçbir değişim geçirmeden durağan yaşamıştı. 600 sene önce de yalın ayak davar güdüyor ve kara sabanla çiftçilik yapıyordu; 60 sene önce de aynı şekilde aynı şeyleri yapıyordu. Nitekim daha 50 sene önce bizzat ben de bu işleri aynı şekilde yaptım; hem de yalın ayak başı kabak!

Ama bu süre içinde dünya sürekli değişiyor ve gelişiyordu. Ne yazık ki bizim bunlardan haberimiz olmuyordu. Nasıl olsun ki? Eğitimi köy imamlarına teslim edilen ve okuma yazma bile bilmeyen bir halk idik. Dünyayı halen öküzün boynuzunda sanmaya devam ediyorduk!

Gözümüz ancak Cumhuriyet'in devrimleri, özellikle harf devriminden sonra açılabildi. Yahu dünya nereye gelmiş de haberimiz yokmuş demeye başladık. Cumhuriyet kazanımlarının itici gücü sayesinde var gücümüzle çalışmaya başladık, ve tarihte çok kısa sayılacak bir süre içinde Ortaçağı süratle terk ederek bu gün Uzay Çağını yakalama başarısını gösterdik. Batılıların 600 senede geçirdiği gelişmeyi biz neredeyse 60 senede başardık.

Bu gerçek bir mucizedir. Bu mucizeyi yaratan, Türk insanına özünde var olan ve yüzyıllardır ortaya çıkarma fırsatı bulamadığı cevherini gösterme fırsatını veren Atatürk ve Cumhuriyet'tir. Bunu hala anlamak istemeyenler, bu halkın cehaletinden ve fakirliğinden çıkar sağlamaya çalışanlardır!

Değerli okuyucular, işte biz 68 Kuşağı olarak  60 sene içinde gerçekleştirilen mucize süreci dramatik bir şekilde yaşadık. 60 sene önce Ortaçağı henüz atlatmakta olan Türkiye'yi alıp bu günkü Uzay Çağına taşıdık. Bu süreçte Ortaçağdan bu güne kadarki tüm çağları da hızlandırılmış bir şekilde yaşamış olduk. Dolayısı ile çok şey gördük ve adeta canlı tarih gibi olduk.

Bizden öncekiler yüzlerce yıl neredeyse hiç değişmeyen şartlarda yaşadılar. Bizden sonrakiler de artık dünya standartlarındaki yerlerini aldıkları için dünyaya entegre olmuş durumdalar. Bizim nesil ise, tabiri caizse arafta kaldı; ne eskiye aidiz ne yeniye! Tam bir ara nesiliz ama özel bir nesiliz.

Biliyorum ki 68 Kuşağı bu özellikleri ile tarihteki yerini alacaktır. Ben de, köyde yalın ayak çobanlık yaparken devletin en tepe noktalarına kadar gelebilmiş ve medeniyetin bütün imkanlarına yetişerek bunlardan faydalanma şansını yakalayabilmiş tipik bir 68 Kuşağı mensubu olarak, bu mensubiyetten gurur ve onur duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Yeni nesillere de 68 Kuşağını ''rol model'' olarak almalarını öneriyorum. Eğer alırlarsa Türkiye'yi  başta demokrasi ve ekonomi olmak üzere her açıdan çok daha iyi yerlere taşıyacaklarına inanıyorum. Aksi takdirde halen yaşadığımız olumsuzluklar epey daha devam edecektir diye endişe ediyorum!

 

                                                                                                            ŞERAFETTİN ÜSTÜNKOL