Gerçekten olağanüstü günlerin içinden geçiyor Türkiye… İktidar sarhoşluğu artık kronik hale gelen AKP’nin İstanbulluların soluklandığı son yeşil alanlardan birini anamalcı soygun düzeninin tapınağı AVM’ye çevirmek istemesi büyük bir isyan dalgası yarattı toplumda. Ağacına, yeşiline, toprağına sahip çıkmak için adeta çırpınan insanları alamet-i farikası olan cerbezesi ile aşağılamaya kalkan Başbakan, kurduğu üstenci dilin faturasını bu kez ağır ödedi. Tüm Türkiye Taksim oldu, milyonlar sokağa dökülerek AKP’yi ve onun çevre düşmanı politikalarını protesto etti. Taksim’de yaşananlar bir kez daha gösterdi ki, İslamcı söylemine, dile getirmekten kaçınmadığı “vatan, millet, Sakarya” hamasetine karşın AKP, neoliberalizmin has partisidir ve onun için asıl olan planlama, ya da düzenleme yapmak değil, düpedüz rant yaratmaktır. Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkan, Gezi Parkını korumak isteyen kentlilerle sularını, topraklarını HES’lere kaptırmak istemeyen köylülere, parasız üniversite isteyen gençlere acımasızca saldırması bundandır zaten…

 

“Sizin yirmi kişiyle toplandığınız yere, ben iki yüzle gelirim” babalanmasını fütursuzca salladığına göre, Başbakan anlamamış gibi görünüyor ama bana sorarsanız İstanbul halkı tarafından, AKP’ye son derece geç verilmiş bir ihtar bu. Uzun iktidarı boyunca kentin üzerinden buldozerlerle geçti çünkü. Kesti, biçti, yıktı ve sözcüğün tam anlamıyla betondan yeni bir İstanbul çıkardı ortaya. İşin doğrusu, Gezi Parkı, AKP’nin, İstanbul’da rant uğruna işlediği çevre suçlarının en küçüğüydü belki de… Dört bir yana yaptırdığı dev AVM’ler, rezidanslar, konuyla ilgili tüm uzmanların, bilim insanlarının karşı çıkmasına karşın “ben yaptım, oldu”  anlayışıyla hayata geçirdiği üçüncü köprü ile havalimanı, pıtrak gibi çoğalan gökdelenler, Galataport arsızlığı, Kanalistanbul çılgınlığı gibi saymakla bitmeyecek kadar çok proje ile İstanbul’u bir halden bir başka çevirdi adeta. Bir kentin doğal ve tarihi dokusuyla rant uğruna bu kadar oynamak, “kentsel dönüşüm” adıyla bile olsa insanların yaşadığı, hatıralar biriktirdiği alanları, mekânları, yapıları, sokakları tüm karşı çıkışlara karşın yok etmek büyük bir insanlık suçu bence…

 

KENDİ KUYUSUNU KAZIYOR

Bu toplumsal hareketliliğin nereye yükseleceğini de, hangi noktaya evrileceğini de kestirmek çok zor gerçekten. Ancak ilk saptama olarak, “İktidar sarhoşluğu içindeki AKP,  kapıldığı cezbenin verdiği şımarıklıkla kendi kuyusunu kazıyor” diyebiliriz rahatlıkla... Dış basında, Arap baharından mülhem, “Türkiye yazı” nitelemesiyle manşet olan ve kimi yorumculara “Taksim, Tahrir olur mu?” sorusuna yanıt aratan eylemlere kendine oy veren pek çok vatandaş da katılıyor çünkü… Dahası, kuruluşuna ve sonraki kimi uygulamalarına sınırsız destek veren entelektüeller, uygulanan polis şiddetine karşı çıkıyor ve emri veren Başbakan’ı zalimlikle suçluyor yazılarında. Öte yandan, olaylara kendi inanç referansları içinden bakan bir kısım İslamcı aydın, “Peygamber efendimiz ‘kıyamet günü dahi elinizdeki fidanı dikin’ derken, gaz bombaları altında soluk almakta zorlanan göstericilere, ‘Ne pahasına olursa olsun o ağaçlar sökülecek’ diye efelenen insanın dindarlığından şüphe etmek gerek” yorumları yapıyor. En ilginci de, ülke siyasetinin etlisine, sütlüsüne hiç karışmamış starlar dünyasının çıtkırıldımları sosyal medyada eylemlere geniş destek verirken Taksim’e gazlanmaya gidenler bile oluyor… AKP’nin, tüm bunlara bakıp şapkayı önüne koyması gerekiyor…

 

Yapılan eylemlerin yaygınlığına, kararlılığına, yığınsallığına şapka çıkarmakla birlikte, iktidarın ilk seçimde alaşağı edileceği yönündeki ham hayale de kapılmamak gerektiğini düşünüyorum. Genel seçimler öncesinde, fındığa verilen fiyata karşı çıkan yüz binlerce Karadenizlinin güvenlik güçleriyle yaşadığı onca arbede sonrasında, AKP’ye yüzde altmışlara yakın oy verdiğini akıllardan çıkarmamak gerekiyor. Şurası kesin ki, bir siyasal fenomen olarak önümüzde duran AKP geçmişte bildiğimiz AP, ANAP, DYP gibi klasik sağ partilerden biri değil kesinlikle. Çok güçlü kültürel bağlar kurduğu toplumun derinliklerine nüfuz ederek, bir tür genetik kopyası haline geldi çünkü. Anlık kabarmalar, kısmi kimi talepler için yan yana gelmeler, toplumsal muhalefetin halkla buluştuğu, onlarla güçlü bağlar kurduğu anlamına gelmiyor… Bir kültürel dönüşüm yaşanmadan, bunu başarmak çok zor zaten. Siyasetin tümüyle ezberden ibaret diline teslim olduğumuz, her şeyi siyasal gerekçelerle açıklamaya çalıştığımız için kültürel alanı konuşmaktan da, bunun araçlarını oluşturmaktan da son derece uzağız ne yazık ki…

 

Bir yurttaş inisiyatifi olarak ortaya çıkan Taksim Gönüllüleri’nin başlattığı küçük çaplı eylemin kendiliğinden bir yükselişle tüm ülkeye yayılması, eylemlere “kendiliğindenci” bir karakter kazandırsa da, siyasal hareketlerin katılımıyla bu yığınsallığın sağlandığının altını çizmek gerekiyor. Sırrı Süreyya Önder’in bir başka dolayımda söylediği, “Ambulansın peşinden giden uyanık taksici” rolünü oynamakta pek mahir siyasal hareketlerin Zonguldak’ta olduğu gibi, bir de birbiriyle kıyasıya bir kavgaya tutuşması, bizim acınası durumumuza işaret ediyor… Kavramsal olarak, insanlığın var oluşundan beri bir toplumsal iddianın sahibi olan sol, çocukluk hastalığından bir türlü kurtulamadı bizim ülkede. “Geniş olsun, hepimizin olsun” anlayışı yerine, “Dar olsun, benim olsun” anlayışı hep egemen oldu. Siyaseti slogan atma, sidik yarıştırma sığlığı olarak gördü. Bunun sonucu olarak da bu görüntüler çıktı ortaya. Halimize hiç bakmadan, “halkla neden bütünleşemiyoruz” diye dövünüp duruyoruz. Anlaşmaktan vazgeçtim, bir arada durmayı bile beceremeyen bir kitleye halk niye sahip çıksın, sorusunu nedense hiç sormuyoruz…

 

Taksim, öğretici derslerle dolu olarak ülkemizin sosyal tarihi açısından en kutlu mekânı bizim ülkenin… Pek çok coşkuya, acıya tanıklık etti. Ülkenin kaderinin çizildiği gösterilere sahne oldu tarihte. Bugünlerde şişinmekten patlamak üzere olan AKP’nin façasını da bozdu inceden. Atacak gazı kalmayan AKP, alanı halka açarak, tepkileri şimdilik önledi. Bana sorarsanız bu gazın acısı çıkmaz kolayına… Yarılan kafaların, yanan gözlerin, kırılan kolların yaraları iyileşir de, AKP’nin aldığı yara iyileşir mi bunu zaman gösterecek. Bir de toplumsal muhalefetin çocukluk hastalığından ne zaman kurtulacağı elbette…