Çok merak ediyorum, bu kenti yönetenler kent dışına çıkınca gördükleri karşısında ne düşünüyor acaba? Bir orada olanları bir de kendi sorumluluk alanı içinde yapılanları mukayese ettikten sonra hangiduygu doluyor içlerine? Aradaki fark, pozisyonlarını sorgulamalarına bir parça da olsa sebep oluyor mu; hâlâ kendilerini “büyük işler başarmış önemli şahsiyet” kategorisine koyuyorlar mı örneğin? Ülkenin en çirkin, yaşam kalitesi en düşük kentlerinden birini yaratan uygulamaların mimarı oldukları halde, olan bitende hiç sorumluluğu yokmuş gibi davranıp burunlarından kıl aldırmayan bir kibirle çalım satan bu zevatın, hepten yaşanamaz hale gelen kentin sokaklarında içine dolan gerçek duygu ne sahiden?

Bana sorarsanız yanılsamadan ibaret her şey… Kenti yönetmiyorlar çünkü “mış gibi” yapıyorlar çünkü…Ya da başkancılık oynuyorlar gönüllerince… Zonguldak denen sahnede dördüncü sınıf meddahlığasoyunupbaşı sonu belli olmayan ortaoyunu sergiliyorlar bazen… Bazen de bir sirk çadırına dönüyor ortalık… Palyaçolar, gözbağcılar, taklacılar, konsomatrisler, kabzımallar, madrabazlarfır dönüyor ortalıkta… At cambazların fink attığı panayırın en ortalık yerinde akıl almaz bir maharetle hayatlarımız alınıp satılıyor… Büyük bir şamata kopuyor daha sonra. Kalple gerçeğin birbirine karıştığı hengâmede, büyülü kalabalıkların tempolu alkışları arasında torunlarımızın geleceğini karartıp iyi, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını elinden alacak kararlara imza atılıyor…

DEVLETİN GÜCÜ YALNIZCA GARİBANLARA

Başkancılık oyununun bir kuralı olsa gerek, zavallının yanında değil de ensesinde olmak kadim bir devlet geleneği burada… İşte Memurlar Lokali… Deniz Kulübü… TSO Lokali… Sahil bandındaki ruhsatsız yapılar… Mahkemeden yıkım kararı çıkmış konutlar, kaçak katlar…  “Bu kentte devlet gücü yalnızca garibanlara var” tümcesini herkese kanıtsatmak ister gibi, kuruldukları mekânlardanazametle bakıyorlar halka…  Gariban seyyar satıcılar, güç odaklarına özenip selden kütük kapma açgözlülüğüyle yer çevirmeye kalkan biçareler, güç odaklarının uzağında kalmış açıkgözler ne olduğunu bile anlamadan devletin kahhar gücünü buluyor karşısında… Garibana öyle, güçlüye böyle davranan başkancıklar da adil devlet adamıyız diye geçiniyor…

Bazen de devletin gücünü kullanarak dalga geçiyorlar insanlarla… Adı Filyos Belediye Başkanına çıkmış zat-ı muhterem gariban atölyesinde kullandığı sprey boyayı bahane edip ruhsat vermek için ÇED Raporu istiyor örneğin Mehmet Türkçelik’ten… Sanatında Türkiye’de tek olduğu halde “Bir Çırak Eğitim Merkezi’ne başvurup ustalık belgesi al” diyor daha sonra… Yetinmiyor, yalnızca geleneksel el sanatlarıyla uğraşanlara Gelir İdaresi Başkanlığınca verilen muafiyet belgesini yeterli saymayıp Kültür Bakanlığından da belge istiyor bir de… Köylü kurnazı ya… Fotoğrafçılıkla, Türkçelik’in yaptığı işleri bir tutup aklınca halkı kandırıyor… Herkesi “geleneksel el sanatları” ile diğer sanat dallarını birbirinden ayıramayacak kadar andaval sanıyor…

YÖNETİMİ BÖYLE DE BASINI FARKLI MI?

Ya bu öfkeden gözü döndüğü için “adil devlet adamı” vasfını tümden yitirmiş zatı muhteremin okuyan herkese“le havle” çektiren sözlerini hiçbir yoruma tabi tutmayıp virgülüne bile dokunmadan yayımlayan basına ne demeli? Halkın Sesi dahil hiçbir gazete en küçük bir şekilde sorgulamadan verdi şaşkının sözlerini…  Kendisi gibi düşünmeyen, iktidarına ket vurma potansiyeli taşıyan herkese duyduğu düşmanlığı, devlet yönetimindeki keyfiyeti görmezden gelip, sıradan bir açıklama olarak taşıdı sayfalarına… Art niyeti sözlerinin içinden tüm çıplaklığıyla sırıtıyordu oysa… Aslen kamusal bir görev üstlenen basının bunun üzerine ısrarla üzerine gitmesi, çelişikleri sergilemesi gerekmiyor muydu sizce? “Mış gibi” yapılarak yönetilen kentin basını da aynı oluyordu demek ki…

Evet, otuz iki kısım tekmili birden bir başkancılık oyunu oynanıyor Zonguldak’ta…  Belden aşağıya vurmaktan, dezenformasyon yaymaya; yalandan, tehdide kadar her şeyin serbest olduğu bu oyunun kaybedeni hep Zonguldaklı ne yazık ki… Bunu yazın bir kenara: Politik kaygılar nedeniyle sanatçısına sahip çıkmayan, hukukun değil de gücün üstünlüğüne inanan ve hayatını öyle kurgulayan bir kentin geleceği olmaz… Sahip olduğu değerleri koruması mümkün olmadığı gibi, yeni değerler de katamaz hazinesine… Bay Ömer Ünal da yazsın bir kenara. Bir ülkenin sanatını yapanlar, kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür. Onun gibi daha çok başkan gelip geçer Filyos’tan… Ama Türkçelik’in yarattığı ürünler, dünya durdukça bakan herkesin içini ışıklamaya, güzellik yaymaya devam eder… O gibi bir faninin güzelliğin o büyük gücü karşısında durması ne mümkün?