Bir fikir ve mücadele insanı:
Sabri Eryılmaz
Ahmet Öztürk
 
Sabri Eryılmaz... Zonguldak’a uzun yıllar hukukçu ve siyaset insanı olarak hizmet vermiş sosyalist bir aydındı. Dıştan bakanlar için her ne kadar kendi dünyasında yaşayan, içine kapanık bir insan olarak görünse de de, gerçekte, çok yönlü bir insandı o… 1970’lerin son dilimine kadar savunman, siyasetçi, yazar, gazeteci, fikir ve eylem adamı olarak pek çok çalışmanın altına imza attı. Türkiye sol hareketinin yarattığı en nitelikli yapılardan biri olan Türkiye İşçi Partisi’ni Zonguldak’ta var eden karıncalarından biriydi. Zonguldak il örgütü yayın organı olarak çıkarılmasına büyük katkı sunduğu “Sömürücüye Yumruk” Gazetesi’nin, Zonguldak’ı kat kat aşan etkinliğe ulaşmasında çok payı vardı... 1974’de arkadaşlarıyla birlikte yayımlamaya başladığı, Zonguldak merkezli “İşçi Davası” Gazetesi, Türkiye sosyalist hareketinin özgün seslerinden biri oldu. 80’li yılların başında İstanbul’a yerleşti. Avukatlığı bırakıp ticarete başladı, hünerli elleriyle ürettiği kendine özgü fotoğraf çerçeveleriyle belgesellere konu oldu, kurduğu işletmeyi İstanbul şehir rehberine sokacak kadar başarılı işler yaptı...  Yaşamına pek çok şeyi sığdırmış, taşıdığı sosyalist fikirlerden dolayı bedeller ödemiş, hapis yatmış, kovuşturmalara uğramış, sürgünlere yollanmış Sabri Eryılmaz’ı 9 Aralık Çarşamba günü kaybettik. Onca emek verdiği, her santimetrekaresine  ter akıttığı Zonguldak’ta ölümü tek satır bile haber olmadı gazetelere... Bu herkesten çok benim ayıbımdı. Bu sayfa böyle bir mahcubiyetle hazırlandı…
 
SOSYALİST MÜCADELEYE ÇOK EMEK VERDİ
Bir akşamüzeri yürürken telefonum çaldı, Hikmet Kuşhan’dı arayan. Hal hatırın ardından mutat sohbetimizi yaptık, hayattan, kedilerden, dostluklardan bahsettik. Görüşmediğimiz birkaç günlük zamanda, yine hüzün birikmişti içinde… Kadim dostu Sabri Eryılmaz ölmüş, çok istediği halde cenazesine gidememişti… Bir anda irkildim haberi duyunca, Sabri Bey’in öldüğünden hiç haberin olmamıştı… Daha önce neden haber vermemişti ki, belki zamanımı ayarlar, yaşarken yapamadığım bir görevi son uğurlamasında yerine getirir, beni var eden değerlere sunduğu katkılardan dolayı teşekkür ederdim kendine… Bu yönde kurduğum cümlelerle biraz daha konuştuk Hikmet ablayla. Görüşmeyi tamamlayıp, telefonu kapattıktan sonra içimdeki boşluğun büyüdüğünü hissettim. Aslında hiç yüz yüze gelmemiştik onunla, yolda görsek tanımazdık birbirimizi, ama buruktum yine de. O dönemi yaşayan arkadaşlarından çok duymuştum adını, tüm sayılarını gördüğüm “Sömürücüye Yumruk” ve “İşçi Davası” gazetelerinden de aşinaydım ayrıca. Doğrusu ya mücadelesi benim gibi ömrünü sol değerlere vakfetmiş bir insan için gıpta edilecek kadar da değerliydi. Birinci TİP’in Zonguldak’taki efsane adamlarından biriydi ve fikir ayrılığına düşerek yolları ayrılmış olanlar bile saygıyla söz ediyordu kendisinden… Sosyalist mücadeleye çok emek verdiği ayrımsız herkesin ortak fikriydi… Önder kişiliği, açık ufkuyla sarsmıştı tanıyan herkesi…
 
O ŞARABİ EŞKIYALAR
Can Yücel’in Denizleri anlatırken kullandığı “şarabi eşkıyalar” tanımını çok severim. “Şarap” ve “eşkıya” gibi toplumun büyük çoğunluğunun şaşı baktığı negatif imgeler üzerinden devrimcileri tanımlaması bambaşka duygular estirir içimde… Türkçenin zengin çağrışım gücü kadar Can Yücel’in içtenliğinin ve keskin zekâsının ürünü olan o tanımlama, aynı zamanda, toplumla ilişkilerimizi imlemesi açısından da değerlidir benim için… İsmini unuttuklarım için umarım bağışlarsınız, Hüsamettin Güven, Sabri Eryılmaz, Ruşen Yaraş, Abdulvahap Durmuş, Mehmet Sevindi, Birol Başören, Osman Aslanbay, Ahmet Hamdi Dinler, Yavuz Ünal, Nurdan Orpen, Temel Kalaycı, Fatma-Hikmet Kuşhan başta olmak üzere tüm mücadele büyüklerim, ne yapmış olurlarsa olsunlar, her türlü eleştiriden münezzehtir benim indimde… Hiçbir şeyle kıyaslayamam onları, yaptıklarını tartacak terazim de yoktur zaten… Şunu çok iyi biliyorum ki, bugün toplum huzuruna çıkabiliyor, iflah olmaz bir solcu olarak göğsümü gere gere dolaşabiliyorsam şehrin sokaklarında, onların verdiği büyük mücadelenin yüzü suyu hürmetinedir. Onlar büyük bir özveriyle taş üstüne taş koyup, ardıllarının üzerinde yürüyebilecekleri izleri oluşturdular... Bize de kavgayı utkuya ulaştıramasak bile dünü bugüne bağlayıp, yarınlara aktarmak görevi düştü…
 
BİR YAŞAM DÜSTURU
O şarabi eşkıyalar yalnızca yaşamlarıyla bile çok büyük bir miras ve en az onun kadar büyük bir sorumluluk bıraktı biz genç kuşaklara. Duruşlarıyla dosta düşmana gösterdiler ki solcu insan dürüsttür. O halde dürüst olmak zorundaydık bizde… Sonra en karşılarındakilere bile takdirle söylettiler ki, solcu, şahsi çıkarlarını toplumsal faydanın önüne koymaz hiçbir zaman… Kim olduklarına, kendi haklarında ne düşündüklerine bakmadan, hep mağdurun, canı yanmışın, mazlumun, yolda kalmışın yanında yer alırlar… Nerede direniş var oradadırlar mutlaka… Cürümlerine bakmadan sıra dağlar gibi dikilirler zalimlerin karşısına… Onlar öyle bir hayat yaşadı… Her biri bir başka yetenekti oysa. Kişisel çıkarlarının peşine düşseydiler bambaşka yerlerde olabilirlerdi pekâlâ... Ancak onlar “Daha adil bir dünya” için mücadeleyi tercih etti ve akıl almaz bedeller ödedi bu yüzden… Her biri çocuklarına ne miras bıraktı bilemem ama bize kalan çok büyük bir onur ve zengin bir mücadele geçmişi oldu. Bunları düşündüm ve Sabri Eryılmaz’ı benden sonraki kuşaklara anlatmayı görev saydım kendime… Kentin bir dönemine ışık tutarken, alkışlanası bir hayatı da kayıt altına almış olurdum böylece… Ancak hakkında bilgim çok azdı. Önce kardeşi Yıldırım Eryılmaz’a sosyal paylaşım sitesi üzerinden bir mesaj gönderdim. Mücadele arkadaşları Kemal Kuşhan, Nurdan Orpen, Hüseyin Enli, Namık Aşçı, Ali Kaya, Sami Kibar, Ahmet Hamdi Dinler, Öner Güven, Oktay Zor, Çetin Alpdündar, Mehmet Çakmakçı ve yeğeni Altan Sezgin’le konuştum. Saffet Can ve Fırat Mehmet Eroğlu’ndan bilgi istedim. Aradan geçen 50 yıla yakın zamanda, çok şey sislenip gitmiş, silik hatıralar kalmıştı geriye. İşin en kötü yanı da belge, fotoğraf, basılı yayın gibi materyaller ya polis tarafından müsadere edilmiş ya da polisin eline geçmemesi için yok edilmişti… Yapılan sürgünler, yaşanan zorunlu göçler, çekilen hapis cezaları, polis takipleri ülkenin bir bölgesinden diğerine savurmuştu insanları. Telefonla yaptığımız görüşmelerde belleklerini zorladım dostlarının. Ulaştığım bilgiler yine de sınırlı kaldı. Bu yazı, yukarıda adlarını saydığım insanların katkılarıyla oluştu. Hepsine teşekkür ediyor, sağlıklı ömürler diliyorum.
 
AKÇAKOCA’DA BAŞLAYIP ZONGULDAK’A UZANAN HAYAT
Sabri Eryılmaz 1935 yılında Akçakoca’da doğdu. Babası Tevfik Eryılmaz Bolu’da öğretmenlik yaparken lise çağına gelen kızlarını okutmak için arayışlara girdi. O tarihlerde, yaşadığı çevreye en yakın okul Zonguldak’taki Mehmet Çelikel Lisesi’ydi. Öğretmenlikten emekli olarak Zonguldak’a yerleşti. Çocuklarının kaydını Çelikel’e yaptırdı. Kendisi de bugünkü Sivil Savunma Müdürlüğünün karşılığı olan Pasif Savunma Müdürlüğünde çalışmaya başladı. Muallim olması nedeniyle yardım isteyenlerin dilekçelerini yazdığı, müşkül durumda olanlara yol gösterdiği için işyerinden tenkit alınca istifa etti. Bir müddet Halkevi’nde çalıştı. Ailenin küçük ferdi olarak Zonguldak’a gelen Sabri Eryılmaz ilk ve orta öğrenimini burada yaptı. Mehmet Çelikel Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite yıllarında sol fikirlerle tanıştı. Ağır yasaklardan dolayı Marksizm’le buluşmanın neredeyse olanaksız olduğu o dönemde, Adnan Menderes gericiliğine karşı isyan eden gençler arasında yerini o da aldı. 1961 Anayasası’nın özgürlükçü ruhuna sahip bir avukat olarak Zonguldak’a geldi. Kültürel etkinliklere ilgi duyan her boydan insanın içinde yer aldığı Zonguldak Halkevi’ne girdi. Orada birçok kültürel faaliyet yürüttü…
 
TİP KURULUYOR
Yeni anayasanın oluşturduğu demokratik ortam sol, sosyalist fikirlerin serpilmesine neden olmuş, 12 sendikacı Türkiye İşçi Partisi’ni kurmuştu. Sosyalizm fikriyatı kardelen çiçekleri gibi uç vermeye başlamıştı ağır baskıların altından. Kemal Türkler, Rıza Kuas, İbrahim Güzelce gibi sendikacılar işçi sınıfıyla bir çatı altında buluşturmak için, 1962’de, bir çağrı yaparak aydınları partiye davet etti. Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Fethi Naci, Adnan Cemgil’in de aralarında bulunduğu pek çok aydın bu çağrıya uyarak TİP’e katıldı. Türkiye bambaşka bir havayı soluyordu artık… Adeta prangalarından kurutulan gençlik dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle yepyeni arayışlar içindeydi… Bir emekçi kenti olan Zonguldak bu tartışmaların dışında kalamazdı öyle de oldu, TİP’in Zonguldak il örgütü kuruldu. Ereğli Kömürleri İşletmesi Karadon Bölgesi’nde işçi olarak çalışan Hüsamettin Güven başkanlığa getirilmişti. Sabri Eryılmaz, bu sıralarda, serbest avukat olarak çalışıyordu. Aksaray İş Hanı’ndaki yazıhanesi kısa bir süre sonra sosyalistlerin buluşma noktası olacaktı. Kemal Kuşhan, Hüsamettin Güven, Ruşen Yaraş devamlı konuklarıydı büronun. Aslen İstanbullu bir mimar olan Ahmet Hamdi Dinler de Kandilli’de kazandığı bir ihale nedeniyle Zonguldak’taydı. Entelektüel birikimi yüksek bir kadro oluşmuş, işçilerin de katılımıyla, TİP’in en çalışkan örgütlerinden biri kurulmuştu emek kentinde. Sabri Eryılmaz Sosyal Sigortalar Kurumuna avukat olarak girdi. Ancak siyasal faaliyetleri nedeniyle kısa süre sonra Van’a sürüldü. Kemal Kuşhan’la birlikte gittikleri Van’da yapamayacağını anlayınca bir müddet sonra istifa edip, tekrar Zonguldak’a döndü. Nurdan Orpen’le açtıkları avukatlık bürosunda sürdürdü çalışmalarını... Oradaki iş bölümü de basitti. Nurdan Orpen bürodaki işleri takip ederken, o da, TİP’e daha çok zaman ayıracaktı...
 
SÖMÜRÜCÜYE YUMRUK ÇIKIYOR
Birinci TİP’ten söz edilince Sabri Eryılmaz’ın arkadaşlarıyla çıkardığı “Sömürücüye Yumruk” Gazetesi’nden bahsetmemek olmaz kesinlikle. “Sömürücüye Yumruk”, “Zonguldak TİP İl Örgütü’nün Yayın Organı” alt başlığıyla, 4 Ekim 1967’de çıkmaya başladı. Periyodu 15 günlüktü. İlk sayısında Yavuz Ünal imzasıyla yayımlanan başyazı, “Sömürücüye Yumruk bizleri sömürenlerin amansız düşmanı olacaktır. İnanıyoruz ki, sefaletimizden başka kaybedecek bir şeyi olmayan bizlerin çocuklarımıza bırakacağı en büyük ve en güzel miras Sömürücüye Yumruk olacaktır. Güzel ve mutlu günler hepimizindir” sözleriyle bitiyordu. Sabri Eryılmaz, bir dönem yazı işleri müdürlüğünü de üstlendi gazetenin. TİP’in birçok ilde yayımlanmış yerel gazeteleri arasında en uzun süreli ve etkili yayınlarından biri olan gazete, ülke sol hareketi içinde sınıf mücadelesini kabul eden bir ekolün de adı olacaktı. 12 Mart sonrasına kadar çıkan bu gazete, bir okuldu da aynı zamanda. Sabri Eryılmaz zekâsı, bilgisi, disipliniyle genç kuşak devrimcilere öğretmenlik yapıyor, hukuk köşesinde yazdığı yazılarla sınıf bilinci kadar demokratik haklarını da öğretiyordu okurlarına... Buradaki siyasal faaliyetlerinden dolayı başı beladan kurtulmadı doğal olarak, pek çok kez gözaltına alındı. TİP’in o zamanki kadrosu 1965 ve 68’te Zonguldak’ta yaşanan büyük işçi hareketlerinden de sorumlu tutulacak, sık sık sorguya çekilecekti. Sabri Eryılmaz da pek çok kez kovuşturmaya uğradı... Siyasi polis hep peşlerindeydi zaten... 1970 yılında yapılan TİP büyük kongresinde Hüsamettin Güven ve Yavuz Ünal ile birlikte genel yönetim kurulu üyeliğine seçildi. Hüsamettin Güven tüzük uyarınca işçilere ayrılan kontenjandan genel sekreter oluyor, yapılan genel seçimlerde, TİP’in sözcüsü olarak radyodan tüm ülkeye sesleniyordu. 12 Mart’ta Oktay Zor, Ruşen Yaraş ve Nurdan Orpen’le birlikte gözaltına alınan Sabri Eryılmaz İstanbul Selimiye kışlasına getirildi. Suçları TİP’in kongrede aldığı Kürt sorununun çözümüne ilişkin kararı bir bildiri haline getirerek çoğaltmaktı yalnızca… Bir müddet içerde kaldıktan sonra tahliye oldu. Ancak, yine bir davadan 7,5 yıl hapis cezası aldı. Teslim olmadı, uzun süre kaçak yaşadı. Ancak 74 affıyla dönebildi Zonguldak’a…
 
12 MART DARBE GÜNLERİ
Ülkede siyaset yeniden şekillenirken, Türkiye İşçi Partisi’nde de, tarihe, “Aybar-Boran tartışması” olarak geçecek süreç başlıyordu. Genel Başkan Mehmet Ali Aybar parti kurullarında görüşülmeden, dünya sosyalist sistemine karşı eleştiriler yöneltmişti.  Buna, Behice Boran,  Sadun Aren, Nihat Sargın şiddetle karşı çıkıyordu. Genel başkan tüzük ve program dışına çıkmıştı onlara göre... Aybar da onları, kendine karşı hizip oluşturmak suçluyordu. Sonunda genel başkanlıktan istifa etmek zorunda kaldı. TİP’in yeni genel başkanı Behice Boran’dı artık. Sabri Eryılmaz ve TİP Zonguldak örgütü aktif bir şekilde Boran’ın yanında yer aldı. Bu doğrultuda alınan karar, Sömürücüye Yumruk Gazetesi’nde, çok önceden, açıkça ilan da edilmişti hatta. Ancak, TİP’te sular durulmuyordu bir türlü... Sol kültürün ayrılmaz bir paçası olan tartışmalar, TİP’te bu kez, “Milli Demokratik Devrim mi,  Sosyalist Devrim mi?” şekline dönüşmüştü. Tartışmaların en hararetli anında 12 Mart darbesi geldi. Cunta TİP’i kapatmış, pek çok parti üyesi tutuklanmıştı. Yalnızca sosyalist bir siyasetçi değil, aynı zamanda değerli ve çalışkan bir hukukçu olan Sabri Eryılmaz, TİP'in kapatılması ve genel yönetim kurulu üyelerinin cezalandırılması istemiyle açılan davada cübbesini giyerek savunmanlık da yaptı. Cezaevi günlerinden sonra bir kavşağa gelinmişti. Yeni arayışlar ve yol ayrılıkları kapıdaydı… Hüsamettin Güven EKİ’deki işinden olmuş, İstanbul’a gitmişti. Ahmet Hamdi Dinler hapisliklerin ardından kentten ayrılmak zorunda kalmıştı. 1974 affı sonrası toparlananlar, “Ne yapmalı?” sorusuna yanıt arıyordu hararetle. Bir kısım partili atılım sürecine giren Türkiye Komünist Partisi saflarına girerken bir kısmı da yeniden kurulma aşamasında olan TİP’in çalışmalarına katılacaktı…
 
İŞÇİ DAVASI GAZETESİ
Sabri Eryılmaz biraz daha farklı yerde duruyordu bu tartışmalarda. Mevcut yapılar, ülkenin ihtiyaç duyduğu politikaları üretmekten uzaktı ona göre. Sömürücüye Yumruk’ta epey deneyim biriktirmişlerdi. Sosyalist hareketin 1961 ile 74 arasında yaşadığı sorunları aşıp, soldaki ideolojik, politik eksikliği giderebilecek bir hat yaratılabilirdi pekâlâ. Bu tartışmalar ışığında yeni bir gazete çıkarma fikri oluştu. “İşçi Davası” Gazetesi bu fikrin ürünü olarak, 14 Aralık 1974’de, çıkmaya başladı Zonguldak’ta. Gazetenin yazı kurulunda, Sabri Eryılmaz’ın yanı sıra Namık Aşçı, Ali Kaya, Yıldırım Eryılmaz, Hasan Aytaç, Sami Kibar, Orhan Zor, Faruk Coşkun, Babaros Pak gibi isimler vardı. Aynı zamanda bir eğitim faaliyeti olarak gerçekleşen yazı kurulu toplantılarına başta Merkez Atölyeleri çalışanları olmak üzere pek çok maden işçisi de katılıyordu. O dönemin militanlarından Ali Kaya, “Sabri ağabeyden çok şey öğrendik. Sosyalizm, siyasi analiz tekniği, örgütlenme, eğitim çalışması gibi konuların dışında gazetecilik, yazı yazma metotları, gazete sayfa düzenlemesi (mizanpaj), hata katrat bile öğreniyorduk” diyordu. Oluşan çevrenin hiyerarşik bir yapılanması olmamasına karşın, Sabri Eryılmaz, birikimi, lider kişiliği, ufku ve yaratıcılığıyla farklı bir yere konuyordu daima. Çok da üretiyordu... Dünya ve işçi sorunları üzerine açık kimliğinin yanı sıra, İshak Kafkasyalı müstear ismiyle de yazıyor, editoryal pek çok makale de imzasız olarak onun kaleminden çıkıyordu. Özellikle kent dışında eğitim gören gençler aracılığıyla ülkenin dört bir yanına dağıtılan gazete, geniş de ilgi görüyordu. İstanbul, Kocaeli, Ereğli gibi merkezlerde bürolar açılmış, emekçilerin yoğun olarak yaşadığı pek çok yerle de irtibat kurulmuştu. O zamanların esaslı konularından biri olan detant siyasetini savunmak, sosyalizm mücadelesi yanında barış ve demokratik hedefler için de mücadele etmek, tüm çalışmaları legal ve barışçı yöntemlerle yürütmek İşçi Davası çevresinin öne çıkardığı politikalardı. Yerellik önemliydi, nerdeyse, her sayısında, “Türkiye işçi sınıfı ne yapmalı?” sorusuna yanıt aranıyordu. Bugünlerde çok kullanılan “İş cinayeti” tanımı literatüre İşçi Davası sayesinde girdi. Bunda bir hukukçu olan Eryılmaz’ın payı çoktu elbette… Ancak, yükselen gericilik, devletin baskısı, sokakta kör şiddete dönüşen kavga, İşçi Davası çevresini yeni kararlara zorluyordu. Bir örgütün içinde olma fikri önemli geliyordu kadrolara… 2. TİP’le TKP arasına sıkışılmıştı bu yüzden… Sözün bittiği yere de gelinmişti ayrıca. Siyasi ortam zehirlenmiş, fikri zemin kaybolmaya yüz tutmuştu. Yoğun tartışmalarla geçen sürecin ardından 8 Şubat 1977’de, 70. sayı ile yayın hayatına son verildi gazetenin. Sabri Eryılmaz, pek çok İşçi Davası gönüllüsüyle birlikte hiçbir yapının içine girmedi. Siyasal hayatını bağımsız bir sosyalist olarak sürdürecekti bundan sonra... Siyasal mücadelesinin her döneminde olduğu gibi İşçi Davası sürecinde de gençleri sürekli destekledi. Ancak militan yapıda öne çıkarak, geleceklerini karatacak adımlar atmalarında da her zaman engel oldu. Gençler gibi, bin bir güçlükle yetişen işçi önderlerini de gözü gibi korudu.
 
İSTANBUL’DAKİ “SABRİ USTA” GÜNLERİ
80’li yıllara yaklaşırken, sokak oldukça ısınmıştı. Devlet takibinin yanına bir de faşist saldırlar eklenmiş, can güvenliği esaslı bir mesele haline gelmişti. Bir yandan toplumsal mücadele, diğer yandan yaşam mücadelesi iyice zorluyordu Eryılmaz’ı. 12 Eylül’ü İstanbul’a göçmek üzereyken karşıladı. Epey bir zamandır aktif siyasetle uğraşmasa da Ereğli’de verilen bir bilgi yeniden sanık sandalyesine oturttu onu. Herkesin kendi derdine düştüğü o karanlık günleri çok az sayıda insanla göğüslemek zorunda kaldı. İstanbul’a tümüyle yerleşti ardından. Bir türlü sevemediği avukatlığı da bırakarak ticarete atıldı. Zeki Alasya’nın da ortağı olduğu TOYSAN adlı oyuncak firmasında çalıştı bir süre. Orası iflas edince, kendi işini kurdu. Sanatçı ruhunu, yaratıcılığını, zekâsını, hünerli ellerinin emrine verdi ve özgün fotoğraf çerçeveleri üreten bir atölye açtı. Çok başarılı işlere de imza attı burada. “Sabri Usta” olarak yaptığı çalışmalar belgesellere konu oldu, İstanbul kent rehberine girecek otantik işler yaptı. Sağlık sorunlarıyla boğuşmaya başladı daha sonra. Uzun süren hastalık süreci sonrasında, 9 Aralık 2015’te hayatını kaybetti. Sabri Eryılmaz, 10 Aralık’ta, yoldaşlarının, dostlarının, akrabalarının katıldığı bir cenaze töreniyle Karacaahmet’te toprağa verildi. O, Can Yücel’in “Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar / Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar” dediği gibi 60’lı, 70’li yıllarda önemli bir siyasi aktör olarak çok şey verdi Zonguldak’a… Eşitlik, kardeşlik ve barış düşünü hayatın gerçeği kılmak için dişi, tırnağıyla mücadele etti ve silinmeyen izler bıraktı geride... Artık saçlarının büyük bölümüne ak düşmüş bir ardılı olarak, mücadele önderimin önünde saygıyla eğiliyor, ışıklar içinde yatmasını diliyorum…
 
Şehrimizin baş tacıdır
Fırat Mehmet Eroğlu
 
Sevgili Ahmet, öncelikle bu düşüncenden incelik ve duyarlığından dolayı teşekkür ederim sana. Sabri Eryılmaz ağabey şimdi senin yaptıklarını bize yapmamız gerektiğini öğretti her şeyden önce. O saygıdeğer bir güzel insandır. Zonguldak şehrimizin baş tacıdır. İşçi Davası'nın önderi ve yılmaz savaşçısıdır. Geniş zaman kipiyle konuşuyorum çünkü o ölümsüzdür. Yunus Emre'nin dediği gibi "ölürse ten ölür/ canlar ölesi değil.” Evet, Sabri Eryılmaz ağabeyimiz işçi sınıfı ve maden işçileri için çabalayıp durdu ve bize yol gösterdi bunun için. Aydın, entelektüel nedir, kimdir; onun çabasına, hayatına bakmak gerekir.
 
İNSAN OLMAKLIĞI DA BİZE ÖĞRETENDİR
Onun hayatı, kör sağır dilsiz kitlelerin arasında bilge, duyarlı ve önder bir aydının çekilen acı ve çilelere rağmen verdiği mücadeledir, sevgi ve insan olmaktır. Bir yazar, işçi sınıfı ve ezilen halklardan yana bir gazeteci olarak ne yaptım ve ne öğrendiysem onun sayesindedir. Elbette her şeyden önce insan olmaklığı da bize öğretendir. Gazetecilik ve insan olmak dedikte Sabri Eryılmaz ağabey gibi Zonguldak şehrinin yüz akı olan Ali Bahadır ile Yıldırım Eryılmaz ağabeylerin çabalarını da bilmek, hatırlamak gerektir. Tanrı'ya şükür, o güzel, aydınlık, soylu insanlar var yaşadığımız karanlıklarda. Ve ben o güzel insanların kılavuzluğu ve öncülüğünde yeraltının yerüstünün karanlıklarını (zulmünü) aydınlık yarınlara çevireceğimize bütün kalbimle inanıyorum hâlâ. Sevgim ve saygımla kıymetli arkadaşım.
 
SABRİ ERYILMAZ AĞABEY
Çetin Alpdündar
Işıklar içinde yatması dileklerimle anmak isterim Sabri ağabeyi.
Tanıdığımda ben henüz liseli yıllardaydım. 1964-65’ler…
Kalın ve gür kaşlı, esprili sevecen bir ağabeyimizdi.
Türkiye İşçi Partisi Zonguldak İl Sekreteri olarak tanımıştık onu.
Ahmet Hamdı Dinler, Hüsamettin Güven, (Rahmetli olan TİP Zonguldak milletvekili adayımız), Yavuz Ünal, Kemal Kuşhan, Nurdan Orpen, Arap Ruşen ve şimdi hemen adını anımsamadığım daha niceleri…
Ben, Oktay Zor, Yıldırım Eryılmaz (Sabri ağabeyin kardeşi) Abdullah Mutlu, Yaşar Mutlu ve başkaca genç arkadaşlar; gençlik yapılanması içindeyiz.
Yurtsever insanlar kolay yetişmiyor bu ülkede.
Sabri ağabeyin bende bıraktığı izlenim, öncelikle son derece sevecen, disiplin ve sorumluluk anlayışı yüksek, mütevazı oluşuydu. Ve işçi sınıfı davasına olan sarsılmaz bağlılığı…
Nereden baksanız asgari elli yıl öncesinden söz ediyorum.
Belleğiniz ne kadar güçlü olursa olsun, anılar ister istemez flulaşıyor.
Ama diriliğini koruyan birkaç anımı paylaşmak isterim.
Seçimler dolaysıyla partiler mitingler yapıyor. Türkiye İşçi Partisi de miting yapma hakkını kullanıyor. (Eski hükümet binası alanında) Yanılmıyorsam o mitinge rahmetli Sadun Aren de konuşmacı olarak katılmıştı.
Zonguldak İl Örgütü’nden konuşmacımız da milletvekili adayımız Hüsamettin Güven.. Bilindiği üzere o dönemde Ceza Yasasında 141-142. maddeler var ki, kelle kesiyor. Komünizm propagandası yapmak, sınıf tahakkümü, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenlik kurması vb. cezalar içeriyor. (TİP o dönemde 141-142. maddelerin kaldırılması için de kampanyalar sürdürüyor.)
Hüsamettin ağabey, konuşmasında çok netlikle anımsıyorum, “141 ve 142. maddeler kalkmasın, iktidarımızda bize lazım olacak.” demişti. (Siz bizi 141 ve 142. maddelere dayanarak eziyorsunuz, biz iktidara geldiğimizde de sizi bu maddelere dayanarak ezeceğiz anlamına geliyordu)
Miting sonrası, il örgütünde yapılan değerlendirme toplantısında, Sabri ağabeyin Hüsamettin ağabeye yönelik olarak; “Ne yaptın ağabey, bu söylediğin suç kapsamına girer” diye tatlı-tatlı eleştirdiğini anımsarım.
Yine bir gençlik toplantısı yapıyoruz. (O toplantılarda eleştiri-özeleştiri gündemin değişmez maddesi olurdu.)
Toplantıda Sabri ağabey, “Sosyalizm denince ne anlıyorsunuz?” diye bir soruyu tüm katılımcılara yöneltti.
Herkes düşüncesini söyledi. Verilen yanıtlardan Sabri ağabeyin yüz ifadesi, tatmin olmadığını gösteriyordu. Sıra bana geldi. Ben de, “Sosyalizm denince eşitlik, adalet ve mutluluk anlıyorum” dedim. Bu yanıtımı biraz romantik bularak itiraz edenler oldu. Ama Sabri ağabey, “Sosyalizm, aynı zamanda insanlığın çok yönlü gelişmesi ve refahını hedeflediği için, Çetin’in söylediği de yanlış değil” diyerek kendi açıklamalarını yapmıştı.
Dedim ya Sabri ağabey esprili bir insandı. Gerek şimdiki Aksaray binasında o zamanki avukatlık ofisinde ve gerekse il örgütünde, bir arada olduğumuzda durup durup “Sehpa-sehpa” diye gülerek bu sözcükleri slogan gibi yinelediğini anımsarım.
Kimi büyüklerimiz Sabri ağabeyin bu “sloganına” gülümserdi. Bir şeyler sezinliyor olsam da anlamıyordum tam olarak. Bir gün rahmetli Ruşen ağabeye sordum; “Ruşen ağabey, Sabri ağabey ‘sehpa-sehpa’ derken ne demek istiyor?” diye.
Ruşen ağabey, “Çetin” dedi, “Bu iktidar faşizme doğru yol alıyor. Korkarım ki idam sehpaları kurulacak, Sabri bunu espri ile söylüyor ama bu tehlike pek de uzak değil.”
Espri ile karışık bir öngörüydü bu aslında. Ve ben iki yıl gecikmeli olarak asker olduğumda, 12 Mart faşizmi ülkemizin üzerini karabasan gibi çökmüştü.
10 Aralık 2015 Pazar günü kaybettik Sabri ağabeyimizi. Rahmetler ve ışıklar içinde olsun.
 
SABRİ ERYILMAZ’IN ARDINDAN
Ali Kaya
Sevgili Ahmet Öztürk.
Öncelikle teşekkür ederim.
Türkiye sosyalizm mücadelesinde yeri ve emeği olan Sabri Eryılmaz gibi bir sosyalistin ölümünün sesiz sedasız geçiştirilmesine razı olmadığın için sağ ol.
Yaklaşık bir buçuk aydır kent dışındayım.
Sabri Eryılmaz 9 Aralıkta ölmüş, 10 Aralıkta toprağa verilmiş. 12 Aralık gecesi Serdar KAYNAK telefonla haber verdi. Uzun süredir Alzeymir hastasıydı, bekleniyordu. Ama yine de bu haberle sarsıldım.
Sabri Eryılmaz, 12 Mart 1971 öncesi Türkiye İşçi Partisi geleneğinden geliyordu. TİP Zonguldak İl Örgütü’nün çıkardığı efsane gazete “ SÖMÜRÜCÜYE YUMRUK” ekibindendi.
1973’te Sabri ağabeyi Orhan Zor vasıtasıyla tanıdığımda, İktisat Fakültesi ikinci sınıf öğrencisiydim. İşçi Davası hareketine katıldığımda yakından tanıma fırsatım oldu. Bir süre sonra gazetenin yazı kuruluna alındım. Birlikte çalışma onuruna eriştim.
Tanıdığım en zeki ve birikimli kişilerden biri idi. Başlangıçta hareketin teorik iki önderi vardı; TİP davasından mahkûm Ahmet Hamdi Dinler ve Sabri Eryılmaz.
Bu iki ustadan çok şey öğrendim. Bu onuru hep taşıyacağım.
İşçi Davası Gazetesi, uzunca bir hazırlık süresinden sonra 14 Aralık 1974 tarihinde yayımlanmaya başladı. Çoğu kez haftalık, bazen aylık 70 sayı çıktı. 8 Şubat 1977 tarihinde son sayıyı  çıkararak kapattık gazeteyi.
Kapanışla ilgili toplantılardan birinde, daha sonraki tavrımızın ne olacağı tartışılıyordu. Bazı arkadaşların eğilimi TKP’ ye katılmak şeklindeydi. Ama benim de içinde olduğum genç grup buna karşı çıktı.
Çünkü İşçi Davası’nın özgünlüğü başka bir harekete katılmaya uygun değildi. O güne kadar
ü Sermayenin uluslararasılaşmasını dikkate alan,
ü Sosyalist sistemi ve detant politikasını önemseyen,
ü Bu yönde bir işçi sınıfı partisi yaratmayı amaçlayan bir hareketin,
Türkiye’deki kalın çizgilerden MDD, UDC ve Maocu hareketler birine katılması mümkün değildi.  Çoğumuz gibi Sabri Eryılmaz’ın da başka bir siyasetle ilişki olmadı, yer almadı.
Burada kendi adıma bir özeleştiri yapmam gerekiyor. Bağımsız kalma düşüncesini savunan biri olarak, yerel yönetimlerde hizmet ve demokrasi adına sosyal demokrat partilerde zaman harcamamın savunulacak bir yanı olmadığını kabul ediyorum.
Sabri ağabey, 12 Eylülden önce Zonguldak’ tan ayrıldı. Bildiğim kadarıyla, önce avukatlık bürosu açtı, daha sonra avukatlığı bıraktı. Galatasaray Yüksek Kaldırım'da antik ve kaliteli çerçevecilik yaptı. İstanbul Şehir Rehberi'nde yer alacak kadar kaliteli bir işyeriydi. Hatta TV programı bile yapmışlardı.
Sabri ağabeyden çok şey öğrendik.
Sosyalizm, siyasi analiz tekniği, örgütlenme, eğitim çalışması gibi konuların dışında gazetecilik, yazı yazma metotları, gazete sayfa düzenlemesi (mizanpaj) hatta, “katrat cetveli”  kullanmayı öğrendik.
Zeki ve  olağanüstü birikimli biriydi. Ondan duyduğum, "Burjuva dünyasında yer alacak kapasitede olmayanlar, sosyalist olamaz" sözü, onu en iyi anlatacak bir ifadedir sanırım.
Dediğim gibi; Türkiye  Sosyalist Hareketinde yeri ve emeği olan biriydi.
Ölümünü geç duydum, veda törenine katılamadım, üzgünüm. Işıklar içinde yatsın…
 
Sosyalist hareket bir değerini kaybetti
Hüseyin Enli
 
Öğrencilik yıllarında sosyalizme sempati duydu. Birinci Türkiye İşçi Partisi’ne katıldı. Teorik, pratik mücadelenin her alanında yer aldı. Bugün de hâlâ geçerli olan barış, demokratik haklar ve sosyalizm tespiti onundur. Zonguldak maden işçileri kadar Ereğli demir-çelik işçilerine de, İzmit ve İstanbul’daki sendikal hareketlere de teorik katkısı oldu. Sendikal mücadelenin tek boyutlu olmayacağını, kitlelerle hareket edilmesi gerektiğini ondan öğrendik. O öneri doğrultusunda örgütlenmeye başladık ve başarıya ulaştık.
 
Bize öğrettiği en önemli şeylerden biri de tabi olmakla, dost olmanın arasındaki farktır. Bu durum yalnızca kişiler ya da devletler arasında değil, hayatın tüm alanlarında geçerlidir. Tabi olmak, köleci bir anlayıştır. Köleler alınıp satılır, dostlukta sala bu geçerli değildir.
 
Basın hayatına Birinci Türkiye İşçi Partisi döneminde Zonguldak merkezli “Sömürücüye Yumruk” ile başladı. Yine Zonguldak merkezli “İşçi Davası” ile devam etti, bununla da bitirdi…
 
Sabri Usta güle güle sana…