Nazım Hikmet, ''Saman Sarısı'' isimli şiirinde şöyle diyor:

           ''İki şey var ancak ölümle unutulur;

           anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü''

     Yani, büyük şairimiz dünyada asla unutulamayacak en önemli iki şeyin anamızın yüzü ile şehrimizin yüzü olduğunu vurgularken; şehrimizi de anamızla  bir             tutuyor.. Biliyorsunuz anamız dünyanın en kutsal varlığıdır. Bizi karşılıksız seven tek insandır. Bu yüzden ''Ana gibi yar olmaz!'' atasözümüz de çok doğru ve  çok anlamlıdır. Bilir misiniz; bir asker vurulduğu zaman, son sözü ''Anam!'' dır! Fazla söze hacet yok..

     Gerçekten de doğup büyüdüğümüz şehrimiz de, tıpkı anamız gibi, hiçbir karşılık beklemeden bizi korumuş, besleyip büyütmüş ve hayata hazırlamıştır.

     En güzel anılarımız orada yaşanmış ve ilk sevdiklerimiz ve sevgililerimiz de hep orada yaşamıştır. Size de oluyor mu bilmem; mutlu olmak ve güzel şeyler  düşünmek istediğim zamanlarda, hep çocukluk ve gençlik yıllarım aklıma gelir. Maziyi gözümün önüne getirdiğimde içimde bir ürperti duyarım; ve dudaklarımda  hüzünlü bir  mutluluk gülüşü oluşur.

     Bu duygularımı en iyi yansıtan şiiri Osman Atilla POSHOR ağabeyimizin ''Fener'in Çocukları'' isimli kitabında buldum. Bu ağabeyimiz benim gibi Mehmet Çelikel  Lisesi'den mezun olmuş; sonra da elektrik mühendisi olarak memleketimize önemli hizmetlerde bulunmuştur. Bu nedenle de Zonguldak'tan uzak kalmıştır. Osman  Atilla POSHOR'un çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Fener Mahallesini ve arkadaşlarını özlemle anlattığı bu anı kitabını okuduğum zaman; bir insanın bir  şehre nasıl aşık olduğunu  anladım ben. İnsanlar içinde yaşarken fark etmeyebilir. Ama tıpkı sevdiğini alamayan insanlarda olduğu gibi, şehrinden uzak yaşayan  insanlarda da şehrine karşı bir aşk oluşabildiğini kendimden de biliyorum. 

    Osman Atilla POSHOR'un, çok sevdiğim ve benim duygularıma da tam anlamıyla tercüman olan; hatta ''Eşekten Uçağa'' isimli kendi kitabıma da aldığım  şiirini sizin de okumanızı istiyorum.

         Ne zaman canım sıkılıp

         Bir yer arasam kaçacak,

         Bir kapı açılır usulca

         Anılarıma...

               Dalar giderim o kapıdan

               Dolu dizgin,korkusuz,

               Sevildiğim,sevdiğim

               Çocukluk yıllarıma...

    Evet, ben de de aynı şeyler oluyor! Sıkıldığım zamanlarda ben de sevdiğim sevildiğim çocukluk yıllarıma dönmek istiyorum; yani anneme, sevdiklerime, beni sevenlere ve  tüm bunları barındırmış olan şehrime!

    Burada şehrimiz derken öznemizin Zonguldak olduğunu biliyorsunuz; yani şehrimiz veya anamız! Peki analar evlatlarını sonsuz bir özveri ile sever de evlatlar  da analarını aynı derecede sever mi? Anaları kadar fedakarca olmasa da bazı evlatlar analarını sever. Bunlar hayırlı evlatlar dır. Fakat bazıları da var ki, tıpkı  karikatür karakteri ''Hain Evlat Ökkeş'' gibi hayırsız dırlar. Maalesef Zonguldak'ın yetiştirdiği evlatlardan bir kısmı böyledir.

    Bir zamanlar Zonguldak ekmek kapısı olarak Türkiye'deki herkese kucağını açmıştı. Çok kişiye ekmek verdi, adam etti. Hatta milletvekili, bakan yaptı. Ama evlatlarından  gereken karşılığı görmedi. Hatta bazıları nankörlük edip analarına ihanet  etti. Bu nedenle, bu şehir bir zamanlar Türkiye'nin ekmek kapısı iken şimdi Zonguldaklılar ekmek  parası için gurbete düştüler. Göç alan pırlanta gibi şehir göç verir duruma düştü. Her göç kafilesi ayrıldığında da pırıltısı biraz daha söndü; ve hala sönmeye  devam ediyor.

    Tarih analarına ihanet eden bu hain evlatları bir gün yazacaktır. Ama bu işi tarihe bırakmadan, Zonguldak'ın vefalı evlatlarının da bu hesabı sormaları gerekmez  mi?

 

    

                                                                                                                                           ŞERAFETTİN ÜSTÜNKOL