“İnsanlığın insanlığından utanmadığı günlerde yaşıyoruz.”
Bir taraftan ortalığı birbirine katıyor, İnsanların üzerinde bir korku yaratıyoruz ve nasıl bir hikmetse inandırıyoruz,  diğer yandan ise bir çıkar yol, bir çözüm bulabilmek için debelenip duruyoruz. Birbirimize çamur atmak için birbirimizi aşağılamak için nedendir bilinmez fırsat kolluyoruz. Birbirini anlayamayan, birbirine el uzatamayan,  bencil, ukala, vurdumduymaz bir “aymazlıkla” ahkâm kesiyor, bilirkişi edasıyla da zırvalayıp duruyoruz.
Milletin bacak arasını gözlemekten önümüzü göremiyoruz mesela. Onun bunun etlisini sütlüsüne karışmaktan kendimizdeki kusurları zaten göremiyoruz.
Dünyada her gün onlarca yüzlerce çocuk yitip gidiyor ve biz onlara bir el uzatamıyoruz. Her köşe başında bir çocuk dilendiriliyor utanmak şöyle dursun tam tersine onların sırtından geçiniyoruz. Ne çocukları kurtarabiliyoruz ne de kadınları. Para için satıyoruz önümüze geleni,  kadını, çocuğu,  toprağı, dağı taşı.
Silahlar üretiyoruz çeşit çeşit insanları öldürebilmek için, çocuk üretiyoruz yoklukla sevgisizlikle büyütmek için. Eğitimli olmaktan dem vuruyoruz, bunun için okullara hatta daha fazlasıyla yüksek yüksekokullara gidiyoruz, ne ilginçtir ki yine de insanlığımızı eğitemediğimizi, bunu beceremediğimizi kabullenemiyoruz. Yükseldikçe övünüyoruz, yükseldikçe tepeden bakıyoruz.
Anlamadığımız, burnumuzu sokmadığımız hiçbir halt kalmadı yeryüzünde ve dahası gökyüzünde.  Yıldızlar üzerinden yön çiziyoruz hayata, fallardan medet umuyoruz. Bu dünyadan geçtim, öteki dünyaya da soktuk burnumuzu. Neyin kutsal, neyin haram olduğunu üç kuruşluk beyni olanlar öğretmeye çalışıyor. Kendini âlim zanneden zalimler yüzünden insan olmaktan utanır hale gelmedik mi?  Kendisi için her şeyin iyisini isteyen açgözlü art niyetli yaratıklara dönüştük tek kelimeyle. Kendine kıçını koyacak bir masa sandalye bulan ve onun üzerine konuşlanan herkes her şeyi biliyor günümüzde. Üstelik de uygulamalı olarak eline yüzüne bulaştırarak canını okuyor insanlığın. İçindekine değil dışındakine rağbet ediyoruz, kürkü giyen hürmeti hak ediyor sanıyoruz.
Çözümünden bihaber olduğumuz sorunların altında geberiyoruz resmen ama yine de diretiyoruz, biz biliyoruz, biz biliyoruz… Aklımızın ermediği işlere bulaşmak için fırsat kolluyoruz adeta. Ne kendimize bir faydamız var, nede bir başkasına işin aslı. Fayda sağlamak, iyi gelmek, çözüm üretmek insani bir davranış değil san ki böyle öğreniyoruz, böyle olduğuna inanıyoruz. Karşılığı olmadan, diyetini almadığımız ve adı iyilik olan şeyin kıyısından bile geçmiyoruz. 
Duyarsız, duygusuz, arsız, doyumsuz ne kadar olumsuzluk var ise, bunları nüfusumuza geçiriveriyoruz bir çırpıda, ne kadar meraklıymışız ilkel ve yobaz olmaya. Medeniyet denilen kavramın gözünü, yetmedi ciğerini oyduk elbirliğiyle.
Dünya nüfusunun yarısından fazlası aç açık yaşam mücadelesi verirken, görmezden gelmeyi çok iyi beceriyoruz. Dünya barışı gibi klişe olmuş hiç inandırıcı gelmeyen sözleri, savaşa hizmet ettiğimiz anlarda söylüyoruz. Liderlerin bir araya gelip açıklama üstüne açıklama yaparak hiç inandırıcı olmadıkları, olamadıkları söylemlere artık alıştığımız için kulak tıkıyoruz, duymak istemiyoruz. Hesap sormak gibi hakkımızı aramak gibi medeniyetin kalbi olan sorgulamaları yapmıyoruz çünkü korkak olduğumuzla yüzleşemiyoruz.
Dahası da var gerçekle hiç alakası olmayan o kadar çok hikâyeler türüyor ki günümüzde, hikâye anlatıcıları ortalıkta kol geziyor. İnsanların beynini yıkamayı becerebilenler tarafından hipnoz ediliyoruz resmen. İyilik, güzellik, insanca yaşamak gibi söz dizgilerinin altı, hikâye yazıcılar yüzünden her zaman boş çıkıyor. Sanki insanlığa iyi gelecek bir halt işlemişlerde dünya güllük gülistanlık olmuş edasıyla böbürlenenlere gerçeğin tokadını atamıyoruz. Biz anlatılan masallara ne yazık ki inanmışız gibi yapıyoruz, işin kolayına kaçmayı iyi beceriyoruz. Akıl vermeye kalkanların akıldan yoksun olduklarını yüzlerine vuramıyoruz.
Çaba sarf edenleri, bütün imkânsızlıklara rağmen mücadele edebilenleri, kısmen de olsa insan kalabilenleri hor görüyoruz. Sivil toplum örgütleri, dernekler, vakıflar gibi oluşumlar adı altında hizmet gönüllüleri olarak iş başı yapanların verdiği emekleri yok sayıyoruz. Bir avuç olmaktan öteye gidemeyen tepkisel feryatların sanki muhatapları biz değilmişiz gibi sağır dilsiz olup görmezden geliyoruz.
Kendimizi öğrenmekten gelişmekten aciz birer kuklaya yine biz ati kendimiz çeviriyoruz. İplerimizi bir başkasının eline verdiğimizde sorumluluğumuzdan kurtulduğumuzu düşünüyoruz. Kendi kültürümüzü yozlaştırarak ona sahip çıktığımızı sanıyoruz. Öz değerlerimiz diye dokunulmaz yaptığımız kulaktan dolma bilgileri, görgüleri, gelişen ve değişen dünyaya adapte edemediğimizde, üçüncü sınıf insan olarak kaldığımızı göremiyoruz. 
Öğrenmek için bilgilenmek için ne yazı ki çaba sarf etmiyoruz. Bunu yapmak için yola koyulanları damgalıyoruz. Ahlaksızlığın, adiliğin cılkını çıkartanlardan ahlak dersi alıyoruz. Gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenlere çok kolay inanıyoruz. Yaşamaktan hayatın tadını çıkartmaktan korkuyoruz, cesaretimizi çalmalarına izin veriyoruz. Kendimizde olanla yetinmiyor hep başkalarında olana gözümüzü dikiyoruz. Kendimizi kurtardığımızı sandığımız her anda insanlığı köleliğe zincirliyoruz.
Söyleyin biz insan mıyız şimdi?