Nasıl içime su serpildi, nasıl mutlu oldum duyduğumda anlatamam. Dünyanın, en prestij’li en anlamlı ödüllerinden, Nobel ödüllerinin, edebiyat dalında bu yıl bir müzik adamına “ozana”  söz yazarına verilmiş olmasından duyduğum mutluluğu, sizlere sahiden de tam manasıyla anlatamam, zira kelimeler kifayetsiz kalır.
Kim bilir günün birinde…
Stockholm’de  Alfred Nobel tarafından 1895 yılında kurulan dernek, insanlığa hizmet edenleri 1901yılından beri ödüllendiriyormuş, araştırırken öğrendim. Bu değerli ödülün, iki kez bizim sınırlarımızdan içeri girdiğini de hatırlatmak isterim. Edebiyat dalındaki ilk ödülü 2006 yılında Orhan PAMUK aldı. Diğer ödülde 2015 yılında her ne kadar yurt dışında yaşıyor ve mesleğine orada devam ediyor olsa da, bilim adamımız Prof Dr: Aziz SANCAR’ a Kimya dalında verildi.
Edebiyat dalında, geçtiğimiz yıllarda aday gösterilen edebiyatçılarımız da oldu aslında. Bunlardan biri, “İnce Memed” ve “Yer Demir Gök Bakır” adlı eserleriyle Yaşar KEMAL Diğer bir aday gösterilen yazarımız ise, ilk kadın adayımız Leyle ERBİL ve üçüncü isimde, İlhan BERK idi. Fizik, Kimya, Edebiyat, Barış, Fizyoloji ve Tıp alanlarında insanlığa katkı sağlayanlara ödüller verilmeye devam ediliyor.
Yazmaya başladıktan sonra, okumak için seçtiğim kitaplara ve dünya listelerindeki edebiyatçılara daha dikkatli bakmaya ve eser seçimlerinde, daha titiz davranmaya çalıştım. Mümkün değil hâkim olabilmek her birine, en azından benim açımdan mümkün değil.
 Takip edebildiklerim üzerinden fikrimi söyleyecek olursam,  hayran olmamak elde değil doğrusu. Dünya klasikleri bir yana,   bizim topraklarımızda buram buram biz kokan yazarlarımızı hayranlıkla, gıpta ederek okuyorum. Ustaların eserlerinin İçinde kaybolduğum, okumaktan mest olduğum onlarca kitaptan sonra, yazmaya utandığımı ve bir ara haddim olmadığını düşünmüştüm açıkça söylüyorum.
 Çünkü ben teknik detaylardan ziyade, yaşamın, benim bakış açıma göre, bana yüklediği sorumluluklardan yüreğime ne dokunmuşsa, en damıtılmış olanlarını, kendi zihin süzgecimden süzdükten sonra diziyordum satırlara. Sadece yaşamsal artıklarımdan, beni en çok etkileyen duygularımı döküyordum kâğıtlara,  o da becerebildiğim kadarıyla.
 İçimden geldiğince, hissettiğimce ve elbette dilim döndüğünce karaladım durdum ve utana sıkıla yayınladım şu an piyasada olan dört kitabımı. Köşe yazmaya başladıktan sonra, daha temkinli olmaya özen gösterdim, haftalık yazıyorum belki ama yine de ustaların gölgesinde yeşerme fırsatı bulduğum için mutlu olduğumu ifade etmek isterim yeri gelmişken.
Yazılarımı okuyan edebiyat ustaları, onlarca hata buluyorlardır mutlaka, buna adım kadar eminim ve hatta aynı anlamı taşıyan sözcüklere de rastlıyorlardır satırlarda.
 Bütün bunlara rağmen, şunu çok iyi biliyorum ve yine altını çiziyorum “ben öğrenciyim” öğreniyorum. Daha da önemlisi, duygularıma göre hareket ediyorum, zira çıkış noktam, varoluş sebebim, duygusal yanım, duygusal bakış açım.
Kırk yaşından sonra, kendim için bir şeyler yapmaya başlamış olmam, ıskaladığım hayatımın muhasebesini çok yaptırdı bana. Nedense artık bununla ilgilenmek, uğraşmak istemiyorum. Çünkü organik olmaktan mutluyum, yazılarımda benim gibi organik.
Sadece yazmakla başlamadı serüvenim, ilk işim sunuculuktu, halen devam ediyorum. Daha sonra ise yazmaya, projeler üretmeye,  sahneye yeni etkinlikler koymaya, dahası, güfte ve beste denemelerimle yola devam ediyorum. TRT ye gönderdiğim eserlerimin yanı sıra, şimdilik beş altı diyelim, hali hazırda tamamlanmış ve sanatçılarımız tarafından seslendirilen eserlerim var Türk Sanat Müziği dalında.
Yukarıda bahsettiğim gibi, yazmaya korktuğum, edebiyat dünyasında yerimin hiçbir zaman olamayacağını düşündüğüm, şöyle de diyebilir aslında, böyle düşünmemi gerektiren birçok sebebin yanı sıra eleştirilerin gölgesinde umutsuzluğa düştüğüm çok zamanlarım oldu. Düşünsenize, Nobel gibi şahane bir ödülü alabilmek için her yıl listeye girmek isteyen ve bu ödülle onore edilmek istenen ne çok bilim adamı, edebiyatçı vardır dünya üzerinde.  Belki de ben öyle düşünüyorum, öyle umuyorum çünkü şahane eserler var raflarda okunmayı bekleyen ve ödüllendirilmesi gereken.
İşte bütün bu bakış açımdan sonra Bob Dylan’ın, bir müzik adamının, yine altını çiziyorum, bir ozanın 2016 yılı edebiyat ödülüne layık görülmesi birçok kesim gibi beni de şaşırttı, daha da ötesi umutlandırdı. Zira yazmak için vazgeçmemek adına umut ışığı oldu bana. Duygu işidir şiir yazmak, müzik yapmak, tıpkı edebiyatın içinde olmazsa olmaz olan duygusallık gibi. Teknik detaylar araştırma gerektiren çok daha fazla titizlik gerektiren akademik kitaplarda ön plana çıkıyor diye düşünüyorum. Elbette kuralları ve bir ahlakı olmalı yazmanında, üstelik hangi kategoride olursa olsun ama mutlaka duyguda olmalı satırlarda, benim denediğim kategoride an azından.
Sözün özü, ne yalan söyleyeyim kendime bir güven geldi, eleştirilere elbette dikkat kesiliyorum ama şu önyargılı olduklarına artık emin olduklarımı yok sayıyorum, öğreniyorum yavaş yavaş çünkü. Görüyorum ki taşlar gün geliyor hiç umulmadık bir anda yer değiştiriveriyor, esneme olabiliyor hayatın her alanında. Kestirip atan, ahkâm kesip burnundan kıl aldırmayanların, burjuvazinin halk yazarlarına, halk ozanlarına öykündüklerini görmek, şahane bir duygu.
Bu arada unutmadan hemen söylemeliyim ki dersime çalışıyorum, onlarca yüzlerce ve hatta binlerce eserle dünya edebiyatına damgasını vurmuş yazarların şaheserlerinden edinebildiğim seçkileri koklayarak, içime çekerek okuyorum. Belki kendi kendimin öğretmeni olarak diyorum,  bir iki satır bir şey öğretebilirim kendime, malumunuz üzere organik yazardan organik yazılar okuyorsunuz hanidir ve iyi ki de okuyorsunuz…
Bu günlerde keş kelerimden çok iyi kilerim var gündemimde, galiba ben kendimle barıştım.