Sabahtan beri boş gözlerle bakıyorum bilgisayar ekranına… Ne yazacağıma bir türlü karar veremiyorum… Sözcüğün tam anlamıyla bir cinnet halini yaşıyoruz… “Dün ne olmuştu, bugün ne yapıyoruz, yarın ne olacak” gibi soruların iyice anlamsızlaştığı ülkede, siyasal konjonktür, neredeyse haftalık değişiyor… Bir hafta önce gönül rahatlığıyla kurduğunuz cümleler, bugün yan yana geldiğinde, büyük bir suç haline dönüşüyor… Eviniz basılıyor, didik didik arandıktan sonra gözaltına alınıyorsunuz… Ardından mantık zinciri tümüyle kopmuş, absürt bir sorgulama süreci başlıyor…
 
Darmadağın edilen kütüphanenizde bomba arar gibi suç unsuru aranıyor… Biz bu dönemin bittiğini düşünüyorduk oysa… Sözde ileri demokrasiye geçtik, döndü, dolaştı kitaplarımız en büyük suç delili oldu yine… Hani kendimize yedirebilsek, 12 Eylülün o karanlık günlerindeki gibi toprağa gömeceğiz de bahçe kalmadı memlekette… Malum “köşe yazarı” diye dolaşıyoruz ortalıkta… Kentsel sorunlardan ülke işlerine, edebiyattan siyasete değin birçok konuda kalem oynatıyoruz… Bu durum birçok alanda araştırma yapmamıza, arşiv tutmamıza neden oluyor…
 
MUHALİF OLMAK ZOR BİZİM ÜLKEDE
Şimdi artık Google amca var, birçok sorumuza yanıt bulabiliyoruz ama yazılı kaynaklar önemli yine de… Ömrün FETÖ karanlığıyla mücadeleyle geçti örneğin… O zamanlar neredeyse her kanalda yer alan vaazlarını sabırla dinlerdim Gülen’in, bunca karizmanın nasıl oluştuğunu, insanlığa ne vaat ettiğini anlamaya çalışırdım çünkü… 2001 yılı öncesi tirajı 200 binler seviyesindeyken,  AKP iktidarıyla birlikte füzelenerek 1 milyonları aşan Zaman gazetesindeki yazılarını da okurdum fırsat buldukça… Köşelerine “Bu adam bir meczup” diye notlar düştüğüm kimi yazılarını arşivlediğim bile oldu hatta…
 
AKP’nin iktidarda olduğu o vakitlerde köşesine düştüğüm notlar yüzünden, başım rahatlıkla derde girebilecekken, şimdi o gazete sayfasının evimde bulunması, FETÖ ile iltisaklı olduğuma yeterli delil sayılabiliyor… Bunun en açık örneği Ahmet Şık… “Dokunan yanar” günlerinde yazdığı “İmamın Ordusu” kitabıyla, FETÖ’nün devlet içindeki bağlantılarını deşifre ettiği için başına gelenler, hepimizin hatırında… Yıllarca yattı içeride… Kurulan kumpas tüm yönleriyle ortaya çıktı… Akıl alır gibi değil ama şimdi de FETÖ’cü suçlamasıyla içeride tutuluyor… Kısaca muhalif olmak zor bizim ülkede…
 
GÜVENLİK POLİTİKALARI TABU HALİNE GETİRİLİYOR
Zor çünkü korkunç bir statüko oluşturulmuş durumda… Devletin kurucusu Atatürk’ten söz ederken kimse “Sayın Atatürk” demez örneğin… Ona “Mustafa Kemal” diye hitap etmek son derece olağan sayılır… Bunu en çok Cumhurbaşkanı Erdoğan yapar hatta… Gelin görün ki bugünkü cumhurbaşkanının adının başına “sayın” hitabını getirmediğiniz takdirde devletin tüm şimşekleri üzerinizde çakıyor… Bir de “Recep Tayyip” diye söz ettiğinizde, hakaret suçlamasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz anında… Gel de siyaset tartış bu ülkede…
 
Hele güvenlik politikaları tabu kesinlikle… En küçük itiraz hemen terör propagandasına sokuluyor… AKP çevresi, açıklamalarda operasyon bilgilerinden daha çok, muhalefete çatarak iç siyasete malzeme yapıyor, kimse “Hani milli birlik ruhu” demiyor… ABD’nin PYD’ye binlerce TIR silah gönderdiği söyleniyor… Bunların bir bölümü Türkiye’den geçmedi mi alkışlarla? Onu eleştirenlere de vatan haini denmedi mi? Her şey net: Tıpkı 12 Eylül günleri gibi yüce iradeye karşı durmamamız isteniyor bizden… Ama dil sussa gönül razı gelmiyor… Yanıtımız da net: Susmayacağız, bu karanlığı da aşacağız mutlaka…