Tanıyan herkes bilir ki, eskilerin “İsmiyle müsemma” dediği türden bir insandır Can Kartoğlu. Gönlünde yapmacık hiçbir duygu, yaşamında yapmacık hiçbir iş olmayan, her işini candan yürekten yapan, can bir insandır.  İnsanı, insan olduğu için sever. Ama emekçilerin, yaşamını alın-akıl teri dökerek kazananların, zulme karşı direnenlerin, değer üretenlerin yeri başköşededir yüreğinde. Söz deryasından candan sözcükler seçip, şeker şerbet bir dille, candan süzülmüş öyküler kaleme alır…
 
Son yayımladığı “Her Yer Seri Direniş-Ereğli İşçi Hikâyeleri” de içinde Can’dan öyküler bulunan bir kitaptır. Doğup büyüdüğü, kişiliğini şekillendirdiği toprakların hemen kıyıcığındaki bir kentte verilen meşakkat dolu mücadeleyi, gerçek kişiler ve son derece sahici bir dille öyküler. Bir bölümünü tanıma, gelecek, güzel günler için hayal biriktirme onuruna eriştiğim mücadele insanları, 1960’lı, 70’li yılların siyah-beyaz günleri içinden çıkıp, en insan yanları, en gülen yüzleriyle canlanır gözlerimizin önünde…
 
HİKMET KUŞHAN: “ASLAN YÜREKLİ SERÇE”
Aynı zamanda bir bellek tazeleme kitabı olan öykülerde adı geçen pek çok isim bulunur. Büyük çoğunluğu şimdi yıldızlara ağmış olsa da, kimileri hayatın bilgesi, eşitlik, özgürlük, toplumsal adalet savaşımının ulu çınarları olarak yaşamaktadır aramızda. Öykülere konu olan öyle sendikacılar var ki, verdikleri mücadeleye şaşmamak olası değildir. Hatta yalnızca lakaplarıyla bile günümüzün takım elbiseli, kravatlı, makam şoförlü sendikacılarına ders verir: “Yalınayak” İsmet, “Fukara” Tahir…
 
Som iyiliğin bu dünyadaki karşılığı olan Hikmet Kuşhan da başkişi olarak karışır öykülerin birine.  Başlığa çektiği ad da çok güzeldir: “Aslan Yürekli Serçe.” Hikmet ablayı daha iyi hangi sözcük tanımlar ki? 70’li yıllarda Erdemir’de örgütlü T. Maden-İş’te çalıştığı yıllarda geçen öykünün son tümceleri, Hikmet ablanın, hayat denen zahmete neden katlandığının da özetidir: “Ereğli’den kimler gelip geçecek. Hikmet hem işçilerin hem Ereğli’nin kalbinde kalacak. Hatırası bile güneş gibi ısıtacak…”
 
“GENCECİK İŞÇİLER İÇİN ANLATIYORUM BU BELGE-HİKÂYELERİ”
Çok var da, canına can kattıkları arasından ikisi hakkında birer tümce kurmam gerekir. 12 Mart döneminde, Ereğli rıhtımından mimlenmiş solcuların doldurulup Selimiye Kışlası’na götürüldüğü “Beyaz Gemi”de yolcu olan iki isim, kitap yazılırken hayattadır. Ama yayımlandığını göremeden hayata veda eder ne yazık ki. Biri Hıdır Barış’tır, nam-ı diğer “Bekçi Hıdır.” Apar topar gözaltına alınıp üstü bile aranmadan bindirildiği gemide kendi söylemese, Selimiye’ye bile silahıyla girecektir...
 
Diğeri gemideki lakabıyla “Ufak Yakup”, Yakup Erdem. 12 Eylül’de de hapis yatan Yakup abiyle, DGM başsavcısı mı, baş celladı mı, desem karar veremediğim Nusret Demiral’ın emriyle, 15 gün kodes arkadaşlığı yaptık 1990’da. O da sessiz sedasız veda etti yakınlarda. “Daha iyi bir dünya” idealine ter akıtmış 2 isimsiz kahramanı saygıyla anmam gerekir. Kartoğlu, “Gencecik işçiler için anlatıyorum bu belge-hikâyeleri. Geçmişlerini bilsinler istiyorum. Bilsinler ki gelecek olsun” diyor, kitabı anlatırken. Başka ne desin?