Burası Zonguldak, dağların arasına sıkışmış, eni boyu belli olan, sınırlarından şaşamayan bir coğrafya.

Sözüne itimat edilmeyişi, bilirkişi olma sevdalılarının yüzünden olabilir mi bilmiyorum, ama akıl zorlayan bir kısmetsizliği de yok değil hani.

Kendine has ve ayrıca kendini sürekli düğümleyen, bir tık öteye gidemeyen, her zaman bahanesi cebinde hazır olan bir coğrafya burası.

“Seçilmişi, atanmışı, kendinden bezgin bir hal alıyor zaman içinde.”

Zaman zaman o düğümleri çözmek yerine, uçkur çözmeyi esas belleyen zihniyetlerin elinde oyuncak olmuş,  miskinleşmiş bir coğrafya, sanki üzerine ölü toprağı dökmüşler, sanki abdestsiz, imansız,  lanetlenmiş bir coğrafya.

“Adı Uzun Mehmet olan Camimiz bitmek üzere, açılışı yapılınca günahlarından arınmak için umarın dua etmeyi ihmal etmez, özellikle şu işini gücünü unutup, ulu orta uçkur çözenler ve çözmeye yeltenenler.”

İşte ne oluyorsa, ne yaşanıyorsa burada, kulak kabarttığında duyuyorsun, alıcı gözle baktığında da görüyorsun mutlaka. Eğer her ikisini de ıskaladıysan, meraklıları haber uçuruyor mutlaka enikonu, dertlenmeyin.

Olaya bulaşan, bu işlere meyleden kişiyi, kişileri tanımasan da, mutlaka yakın çevrenden birinin zümresine bir şekilde dâhil olduğunu görüyorsun zaman içinde.

Çekiyoruz başımıza bela olabilecek her şeyi mıknatıs gibi, sonra da aman of nidaları dolanıyor dilimize.

Çok da haksızlık etmesek mi diyen iç sese rağmen,  dünyanın her yerinde aşağı yukarı bu böyle diyen iç sese rağmen, bitmiyor öfkeniz; çünkü bizi bu coğrafyanın düğümleri alakadar ediyor.

 Yılgınlığımız, yorgunluğumuz, caddesinde yürürken başımızı önümüze eğdiren yoksunluğumuz, canı acıtmıyor, kanatıyor zira.

Siyasete soyunanından, işportacıyken esnaf olanına, temiz aile çocuğudur dediğinden, kelli felli masaya yumruğunu vurana ve ayrıca her dala konan, dolu cebin kerametine eren herkeste mi sonuç aynı yere çıkar, yani uçkura.

İster buna gönlüne söz geçiremeyenler denilsin, isterse sonradan görenlerin şaşkalozluğu, hiç fark etmez, cebini dolduran şaşırıyor mu kardeşim, şaşırıyor. Oltaya düşenler de, işin kolayına kaçanlar da suç ortağı, o da ayrı bir kepazelik elbette.

Detayları kaleme alan gazetecileri okurken bile midesi bulanıyor insanın, kaldı ki çehresini güzelleştirmek için kılı kırk yararken, içi kokuşmuşlardan nasıl arınır bu coğrafya, gerisini gayrı siz düşünün.

Sana ne, bana ne meselesi değil bu, kurunun yanında yaş cayır cayır yanıyor çünkü...

Cep ile uçkur mesafesi bildiğiniz üzere birbirine çok yakın ve cep doluysa akıl mutlaka boşalıyor…

SAGLIK BAKANI OLMAK İSTER MİYDİNİZ?

Evet, son günlerin akıl zorlayan gelişmelerinin arasında ilk sırada yerini alan ve özellikle sağlık sektöründe, korona günlerinde insanüstü çaba sarf eden sağlık çalışanlarını, belki de herkesten fazla üzen o büyük kongre olayı.

Başka bir ülkede sanki başka bir kafada yaşayanların aymazlığı damga vurdu gündeme.

Bir yılı aşkın zamandır birçoğumuzun evinden dışarı çıkmakta imtina ettiği, çoluğuna çocuğuna hasret kaldığı zamanlarda bile, sağlık bakanımızı, ailemizin bir ferdi belleyerek, ağzından çıkacak cümlelere kitlendiğimiz, o zor zamanlardaki emeğin, duyarlılığın suiistimal edildiğini görmek,  sanırım herkesi olmasa da birçoğumuzu bir hayli üzdü.

Sağlık bakanımızı da üzdüğünü düşünüyorum, en azından buna inanmak istiyorum. Söylediklerini dikkate alarak ve bu korona virüs belasından hep birlikte kurtulabilmek için verdik mücadelemizi aylarca.

Altmış beş yaş üstü neredeyse kafeste yaşadı bu süreçte. Ekmeğinin peşine gidemeyenler, intihar edenler, açlıktan aç kalmaktan bezenler.

Özlediklerimiz, hasret kaldıklarımız, yitirdiklerimiz, sorumluluğumuz oldu sorumsuzca davrananlara rağmen. Sadece kendimiz için değil, başkalarının yaşam hakkı için de sorumlu davrandık bir çoğumuz.

Peki, ne oldu o son büyük kongre olayında. Bütün bu emekler ziyan oldu, dokunulmaz kılındı sıradan bizler gibi vatandaş olanlar.

 Ayrıştırılmaya, adeta gövde gösterisi yapılmaya getirildi iş.

Ne maske, ne mesafe, ne de yıkamaktan deri değiştirdiğimiz hijyen kuralları vardı ortada.

Oysa sağlık bakanımız bu üçlüye nefes tüketmişti aylarca. Ne acıdır sağlık bakanı olarak söylediklerinin yok sayılması, işe yaramadığının vurgulanması rencide etmiştir herhalde muhatabını.

Ve bu durumda, bundan sonraki süreçte  sağlık bakanımızın sözüne itimat eder mi onu ailesinden biri gibi görenler emin değilim.

Üzücü, incitici gelişmeler ve bu akıl zorlayan pişkinlik ne kadar sürer bilinmez ama birbirimizden ayrıştırılmak ve sorumsuzca davranmak yeni can kayıpları getirir bu süreçte ve bunun vebali de ağır olur.

Siz olsanız bu durumda sağlık bakanı olmak ister miydiniz?

GEÇMİŞ OLSUN

Halkın Sesi sadece bir başlıktan ibaret değil. Gerçekten de statü ayırt etmeksizin bünyesinde her kademeden emekçi ve gönüllü barındıran bir gazete Halkın Sesi gazetesi.

Yaklaşık beş yıldır köşe yazarlığı yapıyorum. "Acemi nalbant dayısının eşeğinde öğrenir” diye bir atasözümüz var ya hani, tam da işte öyle bir yolculuk bizimkisi.

Ofis ortamı gerektirmeyen, yazılarınızı herhangi bir bilgisayardan yazarak gazeteye gönderen köşe yazarlarından biriyim, bu unvanı da Halkın Sesi gazetesi sayesinde edindim, bu yüzden müteşekkirim.

Mustafa Özdemir ile bu güne değin bir elin parmaklarını geçmez bir arada bulunma nedenlerimiz, fakat o Halkın Sesi ailesinin bir ferdi ve en kıymetlisi. Başına gelen bu üzücü olay elbette hepimizi üzdü, böyle bir duruma sevinmek bu durumdan insanlık dışı bir çıkarım yapmak aptallık olur.

Ben de Sayın Özdemir'e büyük geçmiş olsun diyorum.

Gerçeğin bir an önce ortaya çıkıp, Mustafa Özdemir’ in bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.