Öğrenmenin yaşı yoktur sözünü, zamanla hepimiz kullanmışızdır mutlak. Hatalarımızdan utanmak yerine, yapmamız gereken en önemli şey onlardan ders çıkarabilmektir.

Peki nasıl öğrenir insan?

Okuduğunda,  gördüğünde, dinlediğinde ve elbette sevdiğinde, büyüdüğünde ve  en önemlisi, yaşanmışlık biriktirdiğinde. Sanırım en önemli öğretiler yaşanmışlık biriktirdiğinde oluyor.

Sadece yaş aldıkça mı daha iyi öğrenir insan? Sayılır. Hayat, edinilen tecrübelerle bir güzel harmanlıyor ki bizi, işte o tecrübeler yaş aldıkça ve yaş kaybettikçe çoğalıyor. ‘Bana eşekten düşeni getirin’ öğretisi de kısaca bunu anlatıyor  ‘tecrübeyi’.

Yaş kaybettiğimizde ise, yitip giden çocukluğun,  gençliğin geri dönüşü olmayan anın, zamanın kıymetini anlıyor insan. Geride bıraktığı her şeyin kıymetini geç kalmış olsa da anlıyor.

Yaşadığı günün ve anın kıymetini, kaybolup yok olan kadar bilemiyoruz maalesef. Bilemeyince de iş işten geçtiğinde pişman oluyoruz doğal olarak.

 Yaşadığımız dünyada ne varsa, nefes nefese, iç içe öğreticiyiz birbirimize. Sadece insan olarak değil, mevcut olan her şey bir bütün evrende. Bu yol da katkısı olanlar, ya da olacaklar bekliyor nöbette. Hepimiz payımıza düşene, kabul göstermekte zorlansak da teslimiz kadere, öyle düşünüyorum. Öğreticiler: Burnumuzu yere sürtenler, gereksiz pohpohlayanlar, yani demem o ki kendi kendimize değil bu öğretiler. Özellikle şu ansiklopedi gibi, doluluğunu taşıyamayan, saçlarını değirmende ağartmayanlar var ya, işte onlar, gönüllü gönüllü Başöğretmen oluyorlar.

 ‘Bak evladım ne öğrendinse kendine, öğrenmenin yaşı olmaz, hadi, sende düş benim tecrübelerimin peşine’ Ukalalık hazır cepte, ben çoktan yola koyuldum diyorum,  öğreniyorum,  vallahi hem de ne öğrenme.

Gece ve gündüz, karıncalarla kardeş kardeş Ağustos böceklerine nispet yaparcasına ipi göğüslemeye gönüllü çıkın dolduruyorum.

Şu burnumu ota, boka sokmadan yapabilseydim bütün bunları iyiydi. Çıkınlarımı diyorum işe yarar şeylerle doldurabilseydim, gereksiz hamallık yapmazdım hiç olmazsa.

Akılsız başın cezası bitmiyor, bedel ödemek kaçınılmaz. Beni de kayırmadı hiç kimse, hayat niye kayırsın.

Bir fatura kesti ki, ödeme hadi sıkıysa. Öğrenmenin yaşı yok, burç da akrep ya, inatçılık en büyük özelliği, illaki ben biliyorum havaları, iyiliği de kötülüğü de unutmayan hafızası, intikam için gün sayan kendi yasası. Astrolojiye göre kendimi tahlil edersem, vay halime. Ancak şunu iyi biliyorum, akrep tehlikelidir, evet ama bilinenin aksine kendine verir en büyük zararı. Alırsam canımı ben alırım hiç heveslenmeyin der ve sonunda kendini sokar zehirler. Doğrudur, yine kendimden yola çıkarsam ‘cuk’ benim ruh halimin özeti. Mesela ben kendimi çok iyi cezalandırırım öyle ki kimseye hacet kalmaz. 

Akıllanır mıyım peki!  Nerde, devam yine yeniden işkenceye, yüklen bakalım sırtına hayatı, bir gün, pes edeceksin elbette. Zaman ne ara geçiyor da taşınmaz hale geliveriyor o çıkınlar, ağırlaşıyorlar bencillikten ve de hırstan, bilemiyorsun.

Bazen gönülsüzce açıyorum o çıkınları, hayal kırıklıkları vuruyor yüzüme. Arsızlık yapmış olduğumu görmek, hiç işime gelmese de, iş başa düşüyor kendiliğince. Çıkınlarımın içinde çürümüş kokuşmuş olanları gönülsüz de olsa ‘zira vazgeçmek çok zordur’  ayıklıyorum. Ya yanlışlıkla tıkıştırdıklarım, bunu da öğrenmeliymişim, buda iyi bi şeymiş canım, dediklerim. İşte onlardan kurtulmak,  yaşanmadı saymak, yeni satırbaşlarında yeniden başa sarmak.  Öğrenmenin yaşı yok! Doğrudur, birinci ağızdan onaylanmış hali. İşine yarayanlardan toplasana o çıkınına. Lakin bir sebebi var bütün bunların.

Acele giden tez yorulurmuş ya, iyi de ya geç kalanlar, ya hayatlarını başkalarına adayanlar, kendinden önce üzerine yüklenen sorumlulukları öncelik yapanlar, işte onlar, geç kalınmışlığın aceleciliğini yaşayanlar, yani benim yandaşlarım, eee hadi söylüyorum yani ben.

Öğrenmenin yaşı yok elbette, ancak vaktinde öğrenemediklerimin yüzüne bu acelecilik, çıkınımın içini doldurma hırsı işte bu yüzden.

Kendine yatırım yapıp, açığı kapatma kaygısından on parmağını aynı anda ateşe atmak, sırf bu yüzden.

Yanmayınca köz olmuyor insan ve kül,  işte asıl yolculuk ondan sonra başlıyor. Savrulmadan dört bir yana o küllerden çıkıyorsun yeniden yola.

İster çıkının olsun sırtında, istersen karıncalar yol arkadaşın. Yeniden, yanacağını bile bile ateş yakıyorsun kendi hayat yolunda. Unutmadan, birde o koku var ya hani, hala burnumda.

 

 

 

 

ŞİİR

Kirpiklerimden düştü hayat

Şimdi karanlıklar içinde

Yokluğumla yürüyorum

Bilmiyor hiç kimse hangi sokaktayım

Ve yine bilmiyor hiç kimse açık adresini ölümün

Bütün kalabalıklar görünmez oldu

Topladığım yaşanmışlıklar anlamsız

Şimdi biri söylesin bana

Neden yakılıyor canlar yok pahasına

Neden savaş veriyoruz kaybedeceklerimiz için

Buyurun siz hüküm sürün hiçliğin makamında

Bir gün HİÇ olunca makamlarda kalacak ortada

Not: ‘Bu şiiri Zeki Alasya’yı kaybettiğimiz gün usta için yazmıştım’