CİN İNSANI ÇARPAR MI?
 
Genel de cin hakkında yaygın bir yanlış anlayış bulunmaktadır. Bu yanlış anlayışın faturası da dine çıkarılmaktadır.“Cinn kavramı tarih öncesinden itibaren insanların yaşamları içine girmiş kavramlardan biridir. Bu kavramların halk kültürün de edindiği yer,  ilkel toplumların yaşadıkları ilkel koşullar içinde zihinlerin de oluşturdukları vehim ve kuruntulara dayalı inançların etkisinden kurtulamamıştır.” Bugün de hala ilkel toplumlardan gelme yanlış anlayış ve inanışlar devam etmekte ve işin kötüsü de bunlar dine fatura edilmektedir. Biz,  dinimizin saf,  Allah’a ait bir din olarak yaşanmasından yana olduğumuz için bu kavramların,  içlerine yuvarlanmış bu batıl inanç ve hurafelerin temizlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.  Halk kültürüne göre cinn,  olağanüstü güç ve bilgilere sahip insanları çarpan,  istediklerine zarar veren,  erdirici yüksek değerler ilham eden,  görünmeyen yaratıktır. Halk arasında,  psikolojik rahatsızlıklara uğramışlara,  yüz felci olmuşlara “cin çarpmış”,   ”cin uğramış” denmektedir.  Eski dönemlerde ise şairlere,  kâhinlere,  “mecnun”  (cinlenmiş) denirdi. Hatta inkârcılar peygambere de  “mecnun” (cinlenmiş) derlerdi. Bundan maksat,  onların delirmiş olduklarını anlatmak değil,  cinler (görülmez varlıklar) tarafından desteklendiklerini yardım gördüklerini ifade etmekti.”
 
“Cinn” sözcüğü “cenn” kökünden türemiş bir sözcük olup,  sözcüğün asıl anlamı “Bir şeyi duyulardan saklamak”tır. Nitekim Kuran’da,  İbrahim Peygamberi konu alan bir ayette  “fellema cenne aleyhilleylü” (ne zaman ki gece kendisini sakladı/örttü,  iyice karanlık çüktü) diye yer almıştır. (Enam,  76) Şu sözlüklerde “cinn” kökünden türemiştir: Cennet: Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış,  örtülmüş yer” demektir. Cinnet; “Aklı,  fikri kaybetmek,  delirmek” demektir. Cenin: Bebek,  ana karnında saklandığı için bu adı almıştır. Cünnet: Kalkan,  kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir. Kuran’dan ve eski kaynaklarda yaptığımız tespitlere göre “cinn” sözcüğü çok kapsamlı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Araplar,  yavaş hareket ettiği için hareketi gözle izlenemeyen küçük bir yılan türüne de “cann” derler. Cinn” sözcüğü,  anlam olarak “insan” sözcüğünün karşıtıdır. İns,  insan,  sözcük anlamı “beş duyuyla hissede bilen,  bilinen,  görünen,  tanıdık,  ilişki kurabilen,  sürekli ortada duran” demektir. Sözcük anlamı itibariyle birbirinin karşıtı olan cinn ve ins’in varlık olarak da yaratılıştan gelen bir karşıtlık içinde olduklarını bize Kuran göstermektedir. (Tebyin-ül Kuran)
 
İNSAN AŞAMA AŞAMA YARTILMASI.
Nuh süresinin 14. ayetinde   “Allah,  sizi gerçekten evreler halinde /aşama aşama yaratmıştır. Hicr Suresi 26 -27. ayetleri “Ve hiç kuşkusuz biz,  insanı (görünen,  bilinen varlıkları) çınlayan kilden,  işlenebilen çamurdan (halden hale  giren maddeden) yarattık. “Ve cannı da en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden (engel tanımayan enerjiden) yaratmıştık.” Rahman Suresi’nin 14 ve 15.ayetlerin de  “Allah,  insanı pişmiş çamur gibi kuru balçıktan (değişken maddeden) yarattı. Ve canı ateşin dumansızından (Enerjiden) yarattı.” Ayetlerden den de anlaşıldığına göre Allah insanı ”pişmiş çamur,  kuru balçık,  çınlayan kil,  işlenebilir çamurdan”  olduğu ”madde”nin halden hale girmesini anlatılarak insanın genel anlamda maddeden yaratıldığı vurgusu da yapılmaktadır. Cinn de  en ince delikten bile geçebilen yakıcı bir esintinin ateşinden (engel tanımayan enerjiden )yaratmıştık.
 
KURANIN MUCİZELERİ
MENİ BİR KARIŞIMDIR.
“Gerçekten de insanı karışımlı bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık.(İnsan/2) Mikroskopun icadı ve geliştirilmesi sayesinde insan vücudundaki birçok organın ve bir çok maddenin detaylı analizinin yapılabilmesi mümkün oldu. Bu analizler sayesinde meninin,  birçok ayrı merkezde üretilen ayrı maddelerin  karışımı olduğu anlaşıldı. Meni; sperm kanallarından,  seminal keseciklerden,  prostat bezinden,  idrar yollarına bağlı cooper ve mery bezleri gibi salgı bezlerinden salgılanan maddelerin bir birleşimidir. Meni diye adlandırdığımız sıvının detaylı analizi  yapılırsa bu sıvının; sitrik asit,  prostoglodinler,  flavinler,  askorbik  asit,  ergotionein,  furukoz fosforilkolin,  kolesterol,  fosfolipitler,  fibrinnoliziz,  çinko,  asit fosfataz,  foztaz,  hiyalurinidaz ve spermler gibi bir çok  ayrı bileşenden oluştuğu görülür. Bedenimiz en mükemmel, en güzel ve en karmaşık yaratılışlardan birisidir. Bedenimiz sayesinde görürüz, işitiriz, üreriz; bu bedenin becerileri sayesinde makinalar,  bilgisayarlar,  köprüler, uçaklar yapar, resimler heykeller, müzikler, üretiriz. Bedenimizin yaratılışının ilk aşamalarından biri, karışım olan insan meninin, karışımındaki ham maddelerin yaratılmasıdır. Daha sonra karışım olan menideki spermler, dişi hücreyle birleşerek bir karışım daha oluşturacaklar, bu karışım insanın yaratılışında yeni bir adım olacaktır. Sırf bir sperm kanalını veya bir prostat bezini ele alsak bile bunların mükemmel yaratılışını yüzlerce sayfaya sığdıramayız. Yaratıcımız, bizi “karışımlı” bir sıvıdan yaratmış ve gönderdiği kitabında buna dikkat çekmiştir. Bizim bu “karışımı” incelememiz ve bu “karışımın” nasıl nerede oluştuğuna dair araştırmalar yapmamız, Allah’ın vücudumuzu mükemmel yaratışına hayranlığımızın artmasına bir kez daha sebep olacaktır. Bu karışımlı suyla başlayan maceramız bir gün, görmek ve işemek gibi olağanüstü komplekslikte ve mükemmellikte özelliklere sahip oluruz. Başlangıçta birkaç bilinçsiz damla iken, sonra görmek ve işitmek gibi özelliklere olmamız kelimelere sığdıramayacak harikalıklardır. Aklını kullanan hiçbir insan,  kendi mükemmel yaratılışını bu “karışımlı ”sıvının marifetleriyle veya şuursuz, kör, tesadüfi oluşumlarla açıklamaya kalkmaz. Açıkça bellidir ki, tüm bu oluşumları yaratan, Kuranın söylediği gibi kudreti sonsuz, ilmi sonsuz, bilinçli,  mükemmel bir yaratıcıdır. (KURAN ARAŞTIRMALAR GRUBU)
 
BİYOGRAFİ
Fergânî
 
Ebu el-Abbas Ahmed bin Muhammed bin Kesir el-Fergani Batı'da Alfraganus olarak da bilinen İranlı Müslüman astronom ve 9. yüzyıl'da yetişmiş en ünlü astronomlardan biridir. Ay'daki "Alfraganus" kraterinin ismi O'na ithafen verilmiştir. Fergani'nin 9.yüzyıl başlarında dünyaya geldiği,  861 yılında hayatta olduğu ve bundan kısa bir süre sonra vefat ettiği kabul edilmektedir. İlim tahsilini zamanın kültür merkezi olan Fergana'da yaptı. Sonra,  Bağdat'a gitti. Kısa sürede kendisini tanıtan Fergani,  astronomi ve matematik alanında kendisini kabul ettirdi. Abbasi halifeleri Memun,  Mutasım,  el-Vasık ve el-Mütevekkil devirlerinde önemli ilmi araştırmalar yaptı ve birçok eser yazdı. Halife Mütevekkil,  konusunda söz sahibi olan Fergani'yi 861 yılında Nil kıyısındaki ölçümleri yapabilmek için,  Ravda adasında bulunan nilometrenin inşasını yönetmesi ve yapılan ölçüm işlerine nezaret etmesi için Mısır'a gönderdi.
 
Astronomi
Fergani,  Aklın prensiplerine uygun olmayan astronomiyi ilk defa tenkid edenler arasında yer aldı. Gök cisimlerinin,  Batlamyus ve izindekilerinin iddia ettiği gibi bazı akıl dışı ruhi cisimler olduğunu kabul etmedi. Onların,  akli,  kati,  homosentrik ve eksantrik daireler şeklinde hareketlere sahip olduklarını ispatladı. Kainatın ve gezegenlerin hacim ve büyüklükleri ile birbirine uzaklıklarını inceledi. Yaptığı hesaplamalar,  Kopernik'e kadar Batı astronomisinde değişmez ölçüler olarak kabul edilerek asırlarca kullanıldı. Fergani,  Güneş'in yarıçapının uzunluğunun 3250 Arap mili olduğunu söyledi. Bu da 6.410.000 metre ve 3990 İngiliz miline eşittir. Fergani,  Güneş'in de kendine göre hareketli olduğunu,  ilim tarihinde ilk defa keşfeden alimdir. Kendi devrine kadar gök cisimlerinin hareketi biliniyordu. Ancak,  Güneş'in de bir yörügesinin bulunduğunu kendi etrafında batıdan doğuya doğru döndüğünü ilk defa keşfeden alim Ferganidir. Ayrıca 41 yıl devam eden astronomi incelemelerinde enlem (paralel)ler arasındaki mesafeyi hesapladı. Fergani,  Güneş tutulmasını önceden tespit eden bir usul de buldu. Bu usulle,  842 yılında bir Güneş tutulması olacağını önceden tespit etti ve o gün bu konuda rasatlarda bulunup incelemeler yaptı. Dünya'nın yuvarlak olduğu konusunda yeni deliller gösterdi. Fergani,  856 yılında Kahire'ye gitmiş ve Usturlab Yapımı Üzerine adlı bir eser yayınlamıştır.