“Öfke, kin, nefret ve savaş gibi zehirleyici kavramların tutsağı olarak yetişen bir nesil, yarınlar için en tehlikeli silahtır. Cephaneliği ise hırslarına yenilen yetişkinlerdir”
Bunun vebalini nasıl taşır insanlık, nasıl geleceğini hastalıklı bir anlayışa teslim edebilir, anlamak algılamak zordan da öte.
 Teknoloji çok hızlı yol aladursun zihniyet hiç değişmiyor. Güç ilkel bir anlayışın oyuncağı artık!
Kurgulanmış çeşit çeşit oyunlarla, insan beyninin içine doğru kötülük enjekte ediliyor. Ve galiba içinde bulunduğumuz bu yenidünya düzeninde, bundan kaçış yok.
Bütün bunlara bir de biz yetişkinler sebep oluyor,  iyi mi?
Görmüş geçirmiş tecrübe etmiş büyükler, büyümüşler (!) geleceği düğümlüyorsa, üstelik bile bile yapıyorsa bunu, geçmiş olsun bu dünyanın geleceği olan çocuklara, çocuklarımıza.
Çocukların, çocukluklarını çalan bir anlayışın, yarınlara bıraktığı miras, günümüzde gözlenebilen kadarıyla söylüyorum, öfke kin ve tembellik. Birbirine tahammülü kalmayan bu neslin sonu nereye gider tahayyül bile edemiyor insan. Bambaşka bir kimya, bambaşka bir standart yükleniyor zihinlere.
Küçülen, daralan dünyanın, insan algısına hükmettiği yenidünya düzeninin mucidi olan sanal oyunlar ise, asıl gerçeği doğuruyor zamanla. Tahammülsüzlük yok edişi kışkırtıyor…
Bunun için gelişen teknoloji çok iyi bir materyal.
Elbette üzerinde bir hayli çalışılmış hayata geçirilmeden önce. Alıcısının olmasının yanı sıra, bağımlılık gibi çok daha tehlikelisine hizmet veriyor sistem.
Teknoloji kurbanı olan her çocuk, çalışmadan kazanmanın yollarında harcıyor tazecik zihnini. Rekabet duygusundan arınarak sadece kötülüğün oyunlaştırılmış kodlarıyla yol alıyor yarına. Silahın, kurşunun sevgisizliğin bu kadar çabuk aşılanabileceği başka bir yol yok zira. Oyun oynamak her çocuğun içgüdüsel olarak tercih ettiği bir eylem değil mi zaten. Bundan daha güzel bir beyin yıkama, bundan daha güzel bir kimya bozma kolaylığını başka nasıl hayata geçirebilirdi ki amacı sadece savaşmak ve yok etmek olanlar.  
Teknolojik oyunların her geçen gün alıcısının çoğaldığı ve çocukluktan yetişkinliğe ve hatta daha ileri yaşlara kadar eriştiğini dikkate alırsak, durumun ne denli vahim olduğunu bir nebzede olsa anlayabiliriz.  Öfke, kin ve öldürmek üzerine kurgulu sanal oyunların, henüz çocuklarımız birer fidanken onları zehirli bir sarmaşık gibi dolayan kollarını kim kırar, geleceklerinin yok edilişinin hesabını kim verebilir, kim.
Birbirlerine karşı dillendirdikleri iletişim dillerine biraz kulak kabarttığınızda hayrete düşüyorsunuz. Bunun sokak jargonu diye tabir edilen o ağır argonunda çok ötesinde olduğunu anlıyorsunuz. İçinde sadece kin ve öfke ve yok edişe hizmet eden, sadece öldürerek yok edere kazanabilirsin diyen bir dil var. Teknolojik oyunların gerçeğe dönüşmüş haline çaresiz kalmak, sanırım çocuklarına emek veren, onlar için kendi yaşamlarını erteleyen, öteleyen, tüm ebeveynler için bir kâbus.
Hangi toplumda olursa olsun, geleceğin mimarları olarak tabir edilen çocuklar ne yazık ki artık bu kimyayla yetişiyor.
Yarınlara yönelik olarak, olumlu düşünebileceğimiz, adına ise insani davranışlar dediğimiz değerler, çocukların zihinlerine yerleşemeden buhar olup uçuyor. Seyirci kalma zavallılığımız ise, baş edemediğimiz sistem savaşlarından kaynaklanıyor.
Çocuklarımızın enerjilerini alt üst eden bu düzeneğin, çocukların yakasını bırakmaya hiç niyeti yok anlaşılan. İşin garip kısmı, onlar şu haldeki verilerden memnunlar. Kendilerini nasıl bir tehlikenin beklediğini bilmiyorlar, bu da bir proje kim bilir, çünkü dünya üzerinde projeler yön veriyor insanlığa.
Aklınıza gelen her alanda bir proje üretiliyor ve düğmesine basıldığı anda sadece yönetmek kalıyor. Gelinen son duruma bakılırsa, projeler iyiliğe hizmet etmemesine rağmen, iyi yönetiliyor. Çünkü dayatılan her şeyi, artık sorgusuz sualsiz kabul ediyor insanlık. Yetişkinler bile teslimiyet duygularını kontrol edemezken, çocuklarımızın kendilerini soyutlayabilmeleri imkânsız görünüyor.
Kendi hayatımızın iplerini elimizden kaçırdığımız öylesine gerçek ki, bunun yorgunluğu, yılgınlığı, tarif edemediğimiz mutsuzluğun resmi bir bakıma. Üzerimize çoktan çökmüş isteksizlik çaresizlik.
Yılgınız mücadele ruhundan.
Çocuklarımızın geleceğimiz olmaları için yeniden bir başkaldırış ve ciddi bir mücadele gerekiyor. Ve galiba bu yenidünya düzeninde öyle çok kolay başarılabilecek bir şey değil artık. Başarmaya giden yolda mücadelenin, rekabet duygusunun toplumsal bilincin hiçbir albenisinin kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
 Eskilerin bir sözü vardı kulağımızda baki kalan, “Çamura batan da bir yan yatanda” derlerdi.
 Galiba yan yatanların, çamura batanların sırtından geçinmeye kalktığı bu kahrolası anlayışın faturasını, daha çok uzun yıllar ödeyecek insanlık. Çocukların, o pırıl pırıl tazecik zihinlerine ektikleri kin, öfke, nefret gibi kötücül kavramların mucitleri olan büyükler, kendilerinden utanmayı öğrendiklerinde bu dünyada çocuklar için umut yeşerir diye umuyorum. Umuyorum da bunun olasılığını idrak edemiyorum.